Skip to content Skip to sidebar Skip to footer

20 gün, 9 ülke, 27 otostop, 6000 km (vol.2)

Turistik bilinçle gezmediğimiz Bükreş şehrinin bende bıraktığı iki farklı tat var. Şehre girip yürümeye başladığımız sokaklar ve merkez olduğunu düşündüğümüz kısım boyunca binaların soluk renginden (gezdiğimiz balkan ülkelerinin çoğunda yer yer hakim olan komünist dönemden kalma bloklar, çok kişinin yaşadığı renksiz apartmanlar) sokakların renksizliğine ve insanların mütevaziliğine kadar her yerde boyun eğmişlik ve kabullenmişlikle gelen bir tutukluk hakimdi diyebilirim. Kaldığımız hostel çevresinin ise daha şık, renkli, avrupai ve refah bir havası vardı. Üniversite öğrencileri, orta üst kesim olduğu belli olan insan halleri, sokakların düzenliliği ve tamamlanmışlığı, kahve-bira içilen cafeler… İlk kısımdaki insanların ortak bir bilinçle yabancılara yardım etmeyi görev bilen mütevazı hallerinden, bireysel keyfin daha ön planda olduğu daha parlak ve bencil insan hallerine geçiş…

Ertesi gün erkenden kalkıp hostelden ayrılıyoruz ve evlerinde misafir olma potansiyelimizin olduğu, gelmeden önce couchsurfing üzerinden yazıştığımız insanlarla iletişim kurmak için internet café arama, bulamama, 5 euroya romanya vodafone hattı alma gibi işlemlerden sonra kalacağımız yer tam olarak netleşmese de Braşov’a doğru yola çıkma kararını veriyoruz. Aslında genel olarak tek belirgin olan şey Macaristan’a ulaşmak için haritanın söylediği kuzeye gitmek gerekliliği, gerisi hayatın akışına uyumla boşlukları doldurmanın zevki.

Büyük şehirlerde otostop çekmek için şehrin dışına çıkmanın zorluğundan ve bir an önce yol almamız gerektiğinden Bükreş’den Braşov’a trenle gitmeye karar veriyoruz. Ve tabi tren saatleri hakkındaki bilgiyi ancak tren garına varmamızla öğreniyoruz; yine şanslıyız yarım saate kalkacak Braşov treni. Sonrası, işlerin yoluna girmesinin ve şansın yine bizimle olması hissinin mutluluğuyla trene binme, ucundan interrail tadını almayla başlayıp; oturduğumuz kompartmana gelen önce ingiliz bir çocuk, ondan sonra muhabbetinizi duydum katılmak istedim diye gelen Romanyalı bizim yaşlarda bi kız ve en son olarak da birkaç kere gaza gelip ülke tarihini heyecanla anlatmaya çalışan yine Romanyalı yaşlı bi amca ile devam etti. Keyifli bir sohbet eşliğinde 3 saat gibi bir zamanda Braşov’a varmışız. Bu sırada cep telefonumuzla iletişim kurabildik ve bizi misafir edecek insanların şehrine Targu Mures’e gitmeye karar verdik. Braşov’da yol arkadaşlarımızdan ayrılıp 2 saat kadar süreceği söylenen bir minibüs yolculuğuyla devam etti günümüz, Targu Mures’e doğru.  Romanya’nın bu bölgesini (Transilvanya) bizim karadenize benzettim ben; yüksek dağların arasında zaman zaman sisli bi hava ve alabildiğince yeşil bir örtü. Bir de minibüsün radyosundan yükselen eğlenceli yerel müzikler. Temiz havanın verdiği enerji ve doğanın verdiği huzurla tatlı bir yolculuktan sonra Targu Mureş’teyiz.

Ülkenin kuzeyi ile güneyinin farklı olduğundan bahsetmişlerdi ya gerçekten farklıydı bu şehrin tadı.  Işıklı caddeler, zengin cafeler, lüks arabalar ve ortasından akan nehirle ikiye bölünmüş bir şehir. Nehrin iki tarafının yaşantıları ve insanları farklı, bu zengin dediğim kısımda daha çok Macarlar kalırmış, öteki tarafta Romanyalılar. Ve her yerde olduğu gibi aynı şehri paylaşmaya çalışan farklı milletten insanların şehri sahiplenmeleri, kendilerini ötekinden üstün görmeleri… Bir de bu halkanın en dışında kalmış, farklı kılık kıyafetleri ve kültürleriyle fakir roman mahalleri. Bana sevimli geldi bıyıklı şapkalı abiler tabi ama yoksulluğun ve dışlanmışlığın olduğu heryerde ortaya çıkan hırsızlık, yankesicilik gibi işlerden sorumlu tutuluyorlar onlar da. Neyse bizi misafir edecek güzel insanın evine vardık, yanında bir tane de arkadaşıyla karşıladı bizi. Liseyi yeni bitirmiş olmalarına rağmen, şaşırtıcı bi sanat, kültür, felsefe birikimine sahipti bu insanlar, çok güzel ağırlandık ve muhabbet ettik; teşekkürler onlara da.

Keyifli bir gece ve tatlı bi uykudan sonra kalkıp önce bi yerlerde kaybettiğimiz haritanın yerine yenisini aldık sonra da Romanya’nın Macaristan’a komşu son şehri olan Oradea’ya doğru otostopa koyulduk. Yine keyifli insanlarla tanıştığımız şanslı bi otostop günüydü, akşama doğru minik ve şirin bir üniversite şehri olan Cluj’da karnımızı doyurup gece saatlerinde vardık Oradea şehrine. Ertesi gün festivalin başlayacak olmasından fazla vakit kaybetmeden Macaristan’a geçip kendimizi Budapeşte’ye atmamız lazım. Kalacak yerimiz ve para harcama niyetimiz de olmadığından tren garında sabahlayıp erken saatte yol almaya karar veriyoruz.

Tren garında geçirdiğimiz 7-8 saatlik süre hala aklıma geldikçe suratımda özlemli bir gülümseme uyandırıyor, buraya ayrı bir yer ayırıyorum izninizle. Ne mi yaptık? Amacı olan hiçbir şey… Sadece matımızı yere serip oturduk, sohbet ettik, resim yaptık, yazı yazdık, fotoğraf çektik. Hayatımda bir şey yapmam lazım sıkınıtısı ve ittirmesi olmadan zamanın kendiliğinden aktığı, geçmişin yükü ve geleceğin kaygısı olmadan sadece anın tadını alarak geçirebildiğim ender zamanlardandı. Hiçbir bağlantı ve amaç olmadan dünyanın bilmediğimiz bir yerinde oturuyorduk sadece, zamansız ve mekansız… Dışımızdaki özgürlük içimize de yansıdı ve gezmenin tadını asıl o zaman almaya başladım, minnettarım.  Işte böylece uyumamıza rağmen enerjimizi kaybetmeden çektik sabahı.  Sabahın ilk ışıklarıyla şehrin dışına çıkma, otostopa durulma, 45 dakika kadar sonra ingilizce bilmeyen Romanyalı bir teyzenin bizi alması, tarzanca da olsa sevgi dolu bir muhabbet, macaristan sınırında yine bizim pasaport işlemleri yüzünden yarım saat bekleme, teyzenin Budapeşte’ye kadar gidecek olması, 300 km’lik yol boyunca uyuklamamaya çalıştıkça kafaların ısrarla yana düşüvermesi ve sonunda öğlen saatlerinde Budapeşte..

(devam edecek… etmeli…)

7 Comments

  • canoglan
    Posted 25/09/2009 at 15:48

    Hangi arkadaş grubunda veya blogunda veya çevrenizdeki herhangi bir kümelenmede yakın zamanda Bükreş’ten Braşov’a trenle giden 2 tane insanoğlu bulunur ki? İşte Fasulyeden farkı.

  • psyche
    Posted 25/09/2009 at 16:04

    çok skim bi durum sanki 😀

  • dea
    Posted 25/09/2009 at 16:30

    Şey gibi oldu lan, sanki sitenin havası değişti. Sanki hepimiz dünyayı turluyoruz da gelip gezi notlarını paylaşıyoruz gibi. Ama gel gelelim, yeri geliyor Avcılar’dan Beşiktaş’a gidemiyorum ben… Öyle yani… Garip…

  • psyche
    Posted 25/09/2009 at 16:55

    ben de 2006da turla italyaya gitmiştim, onu yazsam saylanır mı mesela?

  • Post Author
    sechoe
    Posted 25/09/2009 at 18:29

    canki demek ki ben spreyleme yapsaydım da geldiğinde sen görseydin asıl o zaman tadından yenmezdi 🙂 o halde fslydn stickeri isteriz, 10 seneye dünyanın yarısına yapışmış olur 🙂

  • ozan
    Posted 25/09/2009 at 18:52

    TAkipteyiz sechoe:) ellerine sağlık…

  • ortega
    Posted 26/09/2009 at 12:45

    dea,
    İtiraf edin. 55lira.com’dan dönen paralarla site ekibini dünya turuna çıkarıyorsunuz değil mi? Gelin, itiraf edin bunu 🙂

Leave a Comment