Skip to content Skip to sidebar Skip to footer

Yearly Archives: 2006

Hayat ne kadar şey…

- Hayat ne kadar da şey.. hım.. sikik.. Evet sikik.. sanırım.. Sence de öyle değil mi? - Hayata haddinden fazla anlam yüklemeye çalışıyorsun, sadece yaşa işte.. O kadar kolay mı? Hayır o kadar kolay. O kadar kolay olmamalı zira Hayat milyonlarca, ne milyonu yahu, milyarlarca insanın içinde kendisi için birşeyler aradığı, belki birşeyler bulduğu, ama hep kaybolduğu, hep kaybolduğu, ulan hep kaybolduğu bir oda. İlkokulda beynimize soka soka öğretilen kümeler gibi. Kesişim kümeleri, birleşim kümeleri, boş kümeler bazen de, tamlayan, tamlanan, kesirler, ondalık sayılar ve pi ulan !!

100 kelimeyi geçen platonik aşklar

Yağmurlu bir sonbahar akşamında başlamadı bu hikâye. Aslında hava durumunun da bir önemi yoktu. Zaten önemli olan; geçmişin en alakasız havalarında yaşanılanlar değil miydi? O halde nedendir ki benim için bu herhangi zamanın meteorolojik bilgileri? Zaten ne istesem boş, ben gri havayı sevip iktidarımı korumaya çalışsam da hava bütün muhalefetini kullanarak mavi gökyüzüyle otoriteme karşı çıkıyordu. Yüz kelimeyi geçen platonik aşklar için ağlıyordum günün en mantıksız saatlerinde. Hoş, mantık aramam bile mantıksızdı. Elimde olan bütün kelimeleri birleştirip tren yapıyordum ve sonra kaçabileceğim en gri ülkeye kaçıyordum. Sonra düşünüyordum da neden kaçtığımı... Ve nereye kaçtığımı... Zaten ne istesem boş, kaçabileceğim bütün ülkelerin gri tonları uyumsuzdu sağanak gözyaşlarıma...

Kofti kahraman

Ben çocukken, kimse beni tek başıma dünyanın akışını değiştirebileceğime inandırmadı. Ama ben kendim inandım. Etrafımda küçük bir çocuğun anlam veremeyeceği koşuşturmalar yaşanırken, herşeyden soyutlanmış bi gerzeklikle, bir süper kahraman olup dünyanın ya da ne bileyim hayatın akışını değiştirebileceğimi düşünür, büyümeyi beklerdim. Bahsettiğim süper kahramanlık çizgi film kahramanlarından daha gerçekçiydi aslında. Uçamazdı, lazer tabancası yoktu, daha cılız, daha insan, haliyle daha bir gerçekti. Ama tarif edilemez süper bir yanı vardı. Bu beni etrafımdaki herkesten farklı olduğuma inandırdı. Pehh... Biraz daha büyüyünce, nasıl tarif etsem, ergenliğe ilk adımlarımın arifesindeyken sanırım, bu süper kahramanlık olgusu sağdan soldan törpülendi. Zira artık dünyanın akışı gibi ulvi ve çizgiromansı tasalarla ilgilenmekten çok, içimdeki süper kahramanın kendi yaşamımın çizgisini değiştirebileceğini, sahip olduğum tüm zaafiyetlerin üstesinden gelebileceğini, beni çok güçlü birisi yapabileceğini düşünmeye başladım. Ne tuhaf...

Bir bahar akşamı

Perşembe günü, Kadıköy'de, saat 6:30 gibi işten çıkıp Deniz Otobüsleri iskelesine inerken günün çok farklı olduğunu farkettim. Saatlere yaz ayarı çekildiğinden beri ilk defa işe gittiğimden, ilk defa 6:30'da havanın ne kadar da aydınlık olduğunu farkettiğimden olsa gerek, güzel havayla, Kadıköy ritüeli olarak sokakların denize çıkmasıyla birlikte "O kadar da kötü değil yaşamak" anatemalı düşüncelerin arasında gelip, gidiyordum. Bir kitapçının önünden geçerken, kitap pazarlama aracı olarak tasarlanan albenisi yüksek afişlere bakıp, "evet bu kitabı okumalıyım"; kulağıma çalan bir müziğe "bu albümü almalıyım" diyordum. İkisini de yapmayacağımı çok iyi biliyordum oysa ki. Ama bu güzel atmosferde kendimi olduğumdan daha farklı kılacak küçük yalanlara ihtiyacım vardı. "Bu filmi muhakkak görmeliyim"

Düz yazı, dümdüz yazı…

Ekrana bakarken bile hala kafamda yazı için bir konu yoktu. Topun sahibi arkadaşın, ki biz kendisine kısaca top diyoruz, geçenlerde dediği gibi, gerçekten ne oluyordu bize? Sürekli bir şeyleri erteliyorduk. Sürekli bir işimiz vardı. Sürekli daha önemli bir işimiz vardı. Sanırım fasulyeden.com'u bir şekilde öncelikler listesinde arka sıralara almıştık. Üstelik bilinçsizce yapmıştık bunu. Ya da belki bilinçsizce yaptığımıza kendimizi ikna etmiştik.

Gri

“Ne garip bir yaratıktır insanoğlu, Çoğu zaman kendi amacını bile bilemez…”

Zorluyorum hayatı en olmadık şekilde, benim olduğu kadar; ve yaşamıyorum olması gerektiği gibi. İstemiyorum, çünkü bu “ben”im, kimse değil. Olması gereken de olamaz o yüzden. Olması gereken zaten çoğunluk baz alınarak oluşan bir şey değil midir ki çoğu zaman? Olması gereken… İşte o zaman ben olamam ki olması gereken olursa. Olsun, gerektiği gibi değil, olsun sadece. Sorun da bu ya zaten…

GK! Fanzin çıktı!

Mayis 2oo4'tü "Fanzine olma yolunda bi Webzine" yazdigimizda gencligiminkatilisin.com'un kunyesine.. O zamandan bu zamana uzun zaman gecti.. Sitemizde Göztepemizle ilgili, Izmir'le ilgili ve hatta baska takimlarla ilgili güzel ve dikkat ceken yazilar yayinlandi.. Hic beklemiyorduk ama GK!'nin fanatikleri bile cikti.

Top benim değil!

Top benim değil, hiçbir zaman da benim olmadı. Emrah'ın da bisikleti olmamıştı mesela hiç. Ama benim bisikletim oldu, açık konuşmak gerekirse topum da oldu. Hatta futbol denen şeyi oynamayı bir gram bile beceremezken mahallede oynadığımız maçlarda yeralma sebebimdi o top. Sırf topu olduğu için oynatılan çocuktum ben, fasülyeden.. Maç başlayana kadar benimdi o top. Takımlar seçilirken de benimdi. Güzel bir duyguydu. Top benimdi.

Artık yeter!

Tüm gökler ve onları tahakküm edenleri bir defada değiştirmek -bunu yapabilmek için biz, isimsizler, yüzü olmayanlar, kendini ele verenler, profesyonel umutlular, biz, dağda olanlar, adımları karanlık olanlar, biz, saraylarda sesi…