Skip to content Skip to sidebar Skip to footer

23 Şubat 1984

Ne garip, ben doğduğum günlerde Amerika Birleşik Devletleri komünizm tehlikesine karşın radikal İslamı örgütlüyordu yurdum toprakları ve çevresinde.. Bugün, yaşadığım onca yılın ardından geldiğim, getirildiğim noktada radikal islama karşı ılımlı İslam Cumhuriyeti Türkiye projesi ile karşı karşıyayım.. Dünya konjüktörü ne çok değişmiş meğerse benim aldığım milyonlarca nefesle birlikte..

Sanmayın ki ben değişmedim.. Değiştim, değişerek geliştim.. Artistlik yapmayın.. Çocukluğuma dair ne kadar güzel anılarım var heyhat.. Büyümek istemememin sebebi olacak kadar güzel.. Ataerkil, toprağa dayalı bir sistemin çökmek üzere olduğu son demlerdeyiz efendim.. Ailenin reisi de benimle aynı isimde ve eşrafta Ağa olarak anılmakta.. Eşi.. Annemle sürekli problemler yaşayan, yaşatan süper kaynana.. Arabaşı çorbasını bilir misiniz? Bilenler için söylüyorum, kazanın ortasının bana bakan tarafında etli, hamurlu lezzetler harikası.. Henüz evlenmemiş, çeyiz hazırlayan dünyalar güzeli bir hala.. Ve köyümüzde lojman olmadığından olsa gerek yıllar boyunca bizim evde, annemin ve halamın en yakın arkadaşı olarak ikamet eden Sivaslı, alevi bir Gönül öğretmen..

Şimdi düşünüyorum da ahlaki açıdan kendisini kusursuzca koruduğunu iddia eden bir sistem vardır ülkemin güzel ve az gelişmiş köylerinde.. Ama bu sistemle nasıl açıklanabilir sünni bir sahil köyünde yabancı insanlarla kalan bekar bir alevi bayan öğretmen.. Garipmiş aslında, bunu daha sonra düşünmeliyim uzun uzadıya.. Şimdi nerede Reşat Ağa? Nerede babaanne? Arabaşı nerede? Gönül öğretmen?

Bense bu dekorun orta yerinde, okuldan geldikten hemen sonra ödevlerini yapan, sonra mahallenin çocukları ile cemi cümle kah bizim evde, kah o anda kola, kek, kurabiye ikramının bol olacağını düşündüğümüz başka bir evde televizyon karşısına geçip He-man, Transformers, Atlı karınca filan izlemek için can atan ve çok garip bir hayal gücüne sahip olduğunu itiraf etmem gereken küçük çocuğum.. Yurdun çeşitli yörelerinden gelen ilkokul öğretmenlerimizin çocukları, ben, abim, mahalleden birileri, bisikletlerimizle garip bir hayat sürdürürdük.. Şimdi nerede o bisikletler? Ve nerede o öğretmenlerin o çok şey paylaştığımız çocukları?

Amatör Küme maçlarının oynandığı bir stad vardı köyde.. Demrespor maçlarını orada oynardı ben küçükken.. Sonra kendisine daha güzel bir stad yaptırdı da terketti bizleri.. Köyümüzün çeşitli özel turnuvalara, halı saha turnuvalarına giren, nedendir bilinmez sürekli de şampiyon olan takımının şimdi o saha.. Yedek kulübeleri, soyunma odaları yeni boyanmış.. İşte ben çocukken Demrespor maçlarında Ergül diye bir oyuncumuz vardı.. Garip isimli çevre ilçe ve kasaba takımlarını 10-0 gibi pek de mütevazi olmayan skorlarla yenerken 6-7 gol atardı Ergül abi.. Ben dede torpili ile iki yedek kulübesinin ortasında protokol için hazırlanmış küçücük yerde izlerdim maçları ve genelde maçtan ziyade yapılan ikramlardan otlanmaktı gayem.. Ergül abi de çok değişti.. Önce Antalyaspor’a gitti sanırım.. 2. ligde top oynadı.. Sonra Gençlerbirliği diyesim geliyor ama emin değilim, bir 1. lig takımına gitmişti.. Yıllar sonra kendisini Antalya’da Karacoğlan parkında arkadaşları ile bira içerken gördüm.. Babama sordum noldu Ergül abi? Karıya, kıza, alkole, kumara vermiş kendisini.. Bırakmış futbolu.. Eh be Ergül abi.. Neredesin şimdi? Demrespor nerede? Maçlarda yediğim Köfte, ekmekler?

Manavgat Anadolu Lİsesi.. Ömrümün 7 senesine tanıklık eden, en zayıf yanlarıma şahit olan güzel okulum.. İlk senelerimi hatırlıyorum da nasıl da nefret etmiştim senden.. Daha hazırlıkta iken, takriben 11 yaşındayım.. Fethullahcılara ait olduğunu sonradan öğrendiğim bir yurtta kalıyorum.. Okuldan yurda dönerken yediğim dayağı da hiç unutamıyorum.. Sebebsiz yere, durup dururken, daha önce hiç görmediğim, bir daha da hiç görmeyeceğim 4 kişi.. Nasıl da dövmüşlerdi o gün beni.. Yurtta genç bir eğitmen vardı, Bahri Hoca.. Galatasaray’ın Avrupa Kupası maçı vardı televizyonda.. Tüm ısrarlarımıza rağmen izin vermemişti izlememize.. Fatih’e vurmuştu sanırım, hatırlıyor musun Fatih? Sonra nasıl da hemen bir mukavemet örgütü nidasıyla örgütlenip dövmüştük hocayı.. Zorunlu namaz programına itiraz eden laik gençlerdik sanki.. Oysa ben o yaşta bilmiyordum laiklik ne demek.. Din ve devlet işleri ayrılıyor işte hocam, zor değil ki.. Nerede şimdi o yurt? Bahri Hoca kimlerin beynini yıkıyorsun bi yerlerde? Beni döven çocuklar? Neredesiniz?

Yurttan ayrılmak zorunda kalmıştık namaz programları, sohbetler faaliyete başladıktan 4 ay sonra.. Ya biz ayrılacaktık yada Fethullah Gülen henüz yurtiçinde iken gelip bizi dövecekti sanırım.. 6. sınıfta henüz daha 12-13 yaşlarında iken eve taşınmıştık.. Fırıncı Mustafa’nın Evi.. O sene Fenerbahçe Trabzonsporu Oğuz ve Aykut’un golleri ile 2-1 yenip 6 yıl aradan sonra şampiyon oluyordu.. Akşam gazetesi sikindirik marka televizyon veriyordu kuponla.. Hatta epey bir para kaldırmıştı sanırım bu işten Mehmet Ali Ilıcak.. Fethullah Gülen neredesin? Fırıncı Mustafa? Mehmet Ali Ilıcak nerede?

İkinci ve son evimiz Kara Süllü namıyla tanınan, kodaman Süleyman Amca idi.. Ve sevimli Sebahat Teyze.. Hala arar annemi, sorar beni.. Komşularımız Telekomda teknisyen Selami Abi, eşi Nurten Teyze, sevimli çocukları.. 5 yıl kaldığımız bu ev bizim anne ve babasız yaşamımıza özenen arkadaşların cenneti haline gelmişti.. Sürekli sucuklu yumurta yenilir, bulaşıklar hep son tabak da kirlenince yıkanırdı.. Halı saha maçlarının, kahvede izlenen Fenerbahçe maçlarının kritiği yapılırdı bir türlü futbol oynamayı beceremeyen ben, okul takımının yırtıcı forveti Fatih ve süper solak Onur ile.. İlk bu evde aşık oldum ben.. İlk bu evde bira içtim.. Fenerbahçe’nin en kötü dönemlerine de bu evde tanık oldum.. Galatasary UEFA Kupasını ben bu evdeyken aldı mesela.. Süleyman Amcam nerde? Onun alemci oğlu? Selami Abi? Onur nerede?

Öss’ye Çığır Dersanesi’nde hazırlandık tüm ev sakinleri ile birlikte.. Ki ev sakinleri de teoride maksimum 4, minimum 2 iken pratikte 15lerde 20lerde.. Dersanemizin sahiplerinden, Fizik hocamız Murti lakaplı Murat Hoca bizi adam etmeye uğraşırken yaşlandı gitti.. Biz gündüz vakti yaptığımız şamata, geyik yetmezmiş gibi akşamları da “hocam evde ders çalışamıyoruz, dersaneye gelsek çalışsak” gibi bir yalanla akşam saatlerinde de açtırdık koca dersaneyi Murat Hocaya.. Ki bu adam kendi ailesi yokmuş gibi, bir dönem, her akşam yemeğinden sonra çıkar evinden bizim için dersaneyi kendisi gelir açardı.. Çok sonraları farketti bizim niyetimizin soru çözmek değil de rahat rahat sigara içmek, maç analizleri yapmak, akşam evde sıkılmayalaım, şamata yapalım diye dersaneye geldiğimizi.. Öyle bir azar yedikki kendisinden.. “Ben çocuğumu göremiyorum lan siz ders çalışasınız diye, bu kadar mı enayi yerine koydunuz beni” dedi ve kapattı dersaneyi akşam saatlerinde.. Murat Hoca nerde? Müstahdem Mehmet nerede? Ahh dersanedeki sıra arkadaşım Anıl nerede?

Bitmeyecek bu yazı anlaşılan.. Ve açıkcası sıkıldım da.. Hayatımda bir zamanlar çok önemli makamları işgal eden insanların yavaş yavaş yok oluşlarını bir yazıda peşpeşe anlatmak çok yoruyor insanı.. İskelet anahtarlığı, BMX bisikletimi, gün sonunda yaşadıklarımı not aldığım, adının günlük olduğunu bilmediğim günlüğümü, televizyona bağlayıp Street Fighter oynadığım atarimi, telefon rehberi gibi fonksiyonları olan, klavyeli, televizyon kumandalısı çıkınca havasını kaybeden saatimi, ortodonti tedavisi sırasında 2 sene kullandığım diş telimi, ilk çıktığında almak için can attığım lazerli anahtarlığı.. Hepsini çok özlerken ben, hayat bir o yana, bir bu yana, hep de en dibe doğru savuruyor beni.. Yeni yaşım kutlu olsun.. Hayamıınakoyiim..

1 Comment

  • ozlem
    Posted 26/04/2008 at 20:13

    reşat sen misin abicim hanginizsiniz bi şekilde haberleşsek bu arada ben özlem

Leave a Comment