Skip to content Skip to sidebar Skip to footer

Author page: lentini

Ezberler bozulsun… Mustafa!

Benim için çok önemliydi. Bir filmi daha önce hiç bu kadar merakla beklememiştim. Günler, saatler geçmek bilmedi adeta. Her yerde, her haberde, bir satır da olsa bir şeyler aradım Mustafa ile ilgili. Önce Frankfurt'ta gösterildi, sonra Antalya'da ve geçtiğimiz gece İstanbul'da galası yapıldı. Bugün de gösterime girdi. İlk günden gittik. (1907 sağolsun) Filmle ilgili beklentimi hangi seviyeye indirgeyeceğime bir türlü karar veremedim. O yüzden bu yazının ruhiyatı da aynı şekilde olacaktır. Çünkü kendi bilgi birikimime göre izlersem beklentilerimin çok altında kalacağını zannediyordum. Tabuların yıkılması adına izlersem hangi tabuları yıkacağımızı da açıkçası merak etmekteydim. Hayatının her anı ayrı bir olay olan adamın hayatı iki saatte nasıl verilecekti? Hangi kısımlar eksik kalacak veya üzerine düşülmeyecek, ya da tam tersi üzerinde çok ama çok fazla durulacak ya da her şey sıradanlaştırılıp belli bir sıkışık kompozisyon içinde mi servis edilecekti? Açıkçası kafamda onlarca soru gidip gelmekteydi.

Canlı yayın: İstanbul’un fethi

Pek kıymetli FasulyedenKom okuyucuları, artık sizleri canlı tarih aktarımları ile zaman içinde yolculuğa çıkartacağız. Tarihe damgasını vurmuş, ama gizemli yönlerini korumayı başarmış birçok olayda acar FasulyedenKom muhabirleri olarak tüm gerçekleri en duru çıplaklığıyla beraber, yorumsuz bir şekilde sizlere aktaracağız. Bu tarihi görevimizde bize düşen büyük sorumluluğun farkındayız. Üzerimize düşeni eksiksiz olarak yerine getireceğimizden şüpheniz olmasın. İlk canlı tarih röportajlarımız için 1453 yılının Mayıs ayına, Konstantinapolis önlerine uzanıyoruz. Acar muhabirlerimiz; dea merkez stüdyolardan, igor Yeniçeri Ocağı'ndan, canoğlan Venedik ve Cenevizlilerin yaşadığı Pera’dan, werdure Eyüp Sultan taraflarından, Ağa Bizans İmparatoru Konstantin’in yanından, ATBS padişah otağından, ozanforever Vatikan'dan, Tosun adalardan, bizlere canlı tarih aktarımında yardımcı olacaklar.

Bilderberg tesadüfleri

“Tesadüf, şans, kısmet, yapacak bir şey yok” Bu kelimeler hayatın her alanında kulandığımız -özellikle son dönemlerde çok sık-, anlamını derinleştirmeden, sorgulamadan bazı olayları açıklamaya çalıştığımız zamanlara aittir. Acaba gerçekten insanoğlu çaresiz midir yoksa çaresiz mi bırakılmıştır? Uyutulan, kandırılan, tepkisizliğe alıştırılan toplumlara, çare diye sunulanlar nedense hep mistik öğeler olmuştur. İlahi kader, takdir-i ilahi, bu dünyanın bir de öte tarafı var gibi. Mehmet Akif Ersoy da en çok “sabır ve katlanmak” arasındaki farka dikkat çekmiştir. Acaba gerçekte varolan öğreti, dünya üzerinde süregelen haksızlıklara, zulümlere başkaldırmak yerine “bunları sineye çekip yapacak bir şey yok demekten mi ibarettir; yoksa hayır sen bunlarla mücadele edeceksin, mücadele etmezsen gerçek bir iman eden olamazsından mı ileri gelir?

Bir medya analizi

Siyasal Bilgiler Fakültesi'ndeki Anayasa Hukuku derslerimizin başındaydı, kürsüdeki hocamız şöyle seslendi: “Devlet organları 3’e ayrılır. Yasama, yürütme, yargı. Buna kuvvetler ayrılığı denir. Ama son dönemlerde bu organlara bir tane daha ekleyebiliriz: MEDYA. Yarı şaka, yarı ciddi, dersin giriş konusu böyle belirlenmişti. MEDYA artık siyasetin, hukukun iç işlerine iyiden iyiye girmişti. Günümüz dünyasında, özellikle ülkemizde, yazılı ve görsel basının ülke gündeminde yarattığı etkileri en derinden hissetmekteyiz. Bugünün en etkili propaganda aracı tartışmasız MEDYA olmuştur.

Wimbledon 2008: Federer vs. Nadal

Askerliğimi yapana kadar geçen yaşamımda sevmediğim tek bir spor dalı varsa o da tenisti. Bu sporu hiçbir zaman sevememiş olmamın nedenini bilmiyordum o günlerde. Çok itici geliyordu, Tv’de zap yaparken karşıma çıksa en fazla 1-2 dakika tahammül edebilmekteydim. Nasıl oynandığı, kurallarının ne olduğu fazla ilgimi çekmezdi. Sadece popüler kültür bilgisi olarak bu sporla kimler uğraşır, turnuvaları kimler kazanır kısmında az da olsa fikir sahibiydik. Boris Becker, Andre Agassi, Pete Sampras ya da bayanlarda Steffi Graf, Navratilova gibi isimlerin opera sanatı ile uğraşmadığını teniste her sene şampiyonluğa oynadıklarını turnuva kazandıklarını falan takip ederdik.

Umut savaşçıları

Zor günler yaşıyoruz ülke olarak. Umut edip tutunacak çok fazla bir seçenek bulamıyoruz son aylarda. Nereye baksan kriz, kaos, tartışma, çekişme. Yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal. Bütün olan biteni izliyoruz ama tepkisiz, hissiz ve de duyarsız. Bir gün bir adam çıkıyor diyor ki “tutkuyla sevdiğim yalnız ve güzel ülkem” Umutlanıyoruz, hülyalara dalıyoruz. Güzel günlerin geleceğine inanmak istiyoruz. Biraz da olsa kopuyoruz yozlaşmış hayattan. Sonra yine gerçekler tüm çıplaklığıyla karşımıza çıkıyor, eğilmek zorunda hissediyoruz kendimizi, uyanıyoruz. Çünkü biliyoruz ki “Kral çıplak.”

Dondurma kronolojisi

Dondurmaya dair ilk hatırladığım şey bademcik ameliyatımdan hemen sonra, eve gelir gelmez teyzemin gidip bana külahta dondurma getirmesiydi. Sanki bademcik ameliyatını sadece dondurma yemek için olmuştum. Değer miydi peki? Hem de sonuna kadar...

Süper Lig yeni takımlarını seçerken…

Bank Asya 1. liginde 2007-2008 sezonu geride kalırken Süper Lige yükselen 3 ekip Kocaeli, Antalya ve Eskişehir oldu. Tabi tribünler açısından bakacak olursak 2008-2009 sezonunda Süper ligde çok güzel deplasmanlar olacağı kesin. 16 Mayıs Cuma günü Ali Sami Yen kapalısında başladığımız futbol-tribün maceramız 18 Mayıs Pazar gecesi nihayete erdi. Bu mücadeleler neticesinde gülen taraf Eskişehir oldu. Play-off’larda mücadele edenler bu seneki gibi tribünü sağlam takımlar oldukça, keşke play-off’lar her sene İstanbulda olsa diyor insan. Kendi adıma son derece keyif aldım. Ayrıca yıllar sonra Sami Yen ve İnönü kapalılarında olmak güzel heyecanlar yaşattı.

1 Mayıs restleşmesi

1 Mayıs 1977 yılında yapılan, yüzbinlerce emekçinin katıldığı Taksim Mitingi'nden bu yana tamı tamına 31 yıl geçti. Katledilen masum insanların daha faiilleri bulunmamışken ülke demokrasisi olarak 31 yıldır bir arpa boyu ilerleyemediğimizi 1 Mayıs 2008'de bir kez daha gördük. Aslında olan bütün olaylar iktidarın demokrasi ve özgürlük anlayışının birebir yansımasıydı. Aylardır demokrasi nidaları ile yeri göğü inleten iktidar partisi bir kez daha bir krizi yönetemeyerek bu krizden de kaos yaratarak ayrıldı. Tam olarak diyebiliriz ki kaos yaratmaları bir sonuç değil, olayın başlangıcı olmuştu. Birkaç gün önce başbakan “ayakların başı yönettiği nerede görülmüş” diyerek fitili ateşlemişti. Bugün Taksim Meydanı tamamen bir abluka altındaydı. Çevreyi çok iyi bildiğim için gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki bugün Taksim'e çıkmanın mümkünatı yoktu. Zaten ilerleyen saatlerde bir gazetecinin söylemi ablukayı özetler nitelikteydi: “Eğer bizans İstanbul'u böyle savunsaydı Osmanlı İstanbul'u kesinlikle fethedemezdi, ayrıca emniyet müdürü Taksim'e girdiği gibi Osmanlı da Viyana'ya gitseydi orayı da fethederdi.