Skip to content Skip to sidebar Skip to footer

Bu yazının başlığı yok!

Nasıl olduğumu soranlara nasıl bir ruh halinde olduğumu çok uzun zamandan beri söylemiyorum.. “Nasıl olalım işte” gibi ucuz laflarla konuyu acı bir tebessümle değiştiriyorum.. Hayat hergün yapmaları için bunu emrediyor milyonlarca insana.. Bizden hayal ettiklerimiz ile gerçekleştiremediklerimizin bir dökümünü istiyor ısrarla ve bu döküme bakarak veriyor notumuzu.. “Sınıfta kaldın bokun saklama kabı, otur biraz daha hayal et ve biraz daha hüsran yaşa”

Çıktım sokağa, neden evde oturduğumun belli bir cevabı olmadığı gibi bunun da bir cevabı yoktu. Yürüdüm epeyce, sonra nasıl bir histeri duygusudur bilinmez, cüzdanımda sahip olduğum banka kartlarını kontrol etmek geçti içimden, bankadan bankaya hesapta bir kuruş dahi olmadığını bilerek yapılan bir koşuşturmaca.. Hayır birisi anlasa ne yapmakta olduğu, çevirse, dese ki “Napıyorsun A.ına koyiim?” verecek hiçbir cevabım yoktu.. Kendimi zorlayarak verecek olduğum cevapların hepsi de tam dayaklık olduğum gerçeğini su yüzüne çıkaracaktı..

Son bankaya geldim.. İçinde 4 YTL bulunması garip bir mutluluk verdi bana.. Hayatım boyunca sahip olduklarım da, benden beklenilenlerin yanında, benim istediklerimin yanında tıpkı 4 YTL’nin o makinadan çıkması için gerekli olan üst sınırın 10 YTL olması gibi bana arzu ettiğimi veremiyordu, yetmiyordu..

Çiçek alacak kimsem olmamasına rağmen çiçekcinin önünde bekledim biraz.. Sonra döner kokuları beni yandaki kebabcıya çekti.. Karnım hiç de aç değildi.. Hatta günlerdir yediklerim aç olduğum için değil, masada önümde durduğu içilin yenilen çerezlerdi.. Muhtaç olduğum ışık, hiç de kebablarmış gibi gelmedi.. Ordan da sıyrıldım..

Sukuneti elden bırakmayan sokaklara daldım. Ömrümde hiç girmediğim, bundan sonra da girmeyeceğimi bildiğim bu sokaklarda bir dost gelir karşımdan diye gezindim durdum.. Sonra karşıma postane binası geldi.. Kimseye mektup yazmayacaktım, kimseden mektup almayacaktım.. Bunları bile düşünmeden yürümeye devam ettim.. Sokak başında eldiven, bere, kaşkol satan yaşlı amcamdan aldım kışın geleceği haberini.. Yeni mevsimde de epey üşüyecektim..

Etrafımda dolanan, belli bir amaç uğruna bir yerlerden bir yerlere giden insanların inatla suratlarına bakarak yürümeye başladım.. Yere bakarak yürümeye alışık olan benim için epey zor bir deneyim oldu.. Yürümekten yorulan çocuğunu sürükleyerek ite kaka götüren anneler.. Saçlarını jöleleyip sahip oldukları en “trendy” kıyafetlerle piyasa yapan delikanlılar.. Alışverişten dönen yaşlı amcalar, teyzeler..

O yabancı simalarda arkadaşlarımı aradım.. Bulamadım.. Sıkıntımın yürüyerek bitmeyecek olduğunu anlamaya başladım.. Bu ömrümde en sık karşılaştığım yenilgilerden birisiydi ama her seferinde hayal kırıklığı yaşama hissiyatından yine vazgeçmedim..

Sonra Kanatçı Abdullah Abi’nin dükkanının önünden geçerken bir dosta rastladım.. Aylardır görmediğim bir dosta.. Sarıldım.. Hani dokunsalar ağlayacaktım.. Onun hatırına sıcacık bir çorba içtim.. Sonra rastlantı sonucu bir dost daha.. Kanatçıda.. Sonra küçük bir telefon trafiği ile bir dost daha..

Sonrası gülmekten yorulduğum, kahkahaların cirit attığı bir dost sohbeti oldu.. Çaylar içildi, tatlılar yenildi.. Her içilen çay ile içim ısındı.. Tatlının her lokmasında yüzüm güldü..

Eve dönerken vadesiz Türk Lirası hesabımla dalga geçen bankaların birisinin önünden geçtim.. Ters bi bakış attım.. Anladı.. Bu kez bana bulaşmadı.. Ben tekrar yere bakarak yürümeye başladım.. Birazdan açacağım Ufak Rakı’ya yarenlik etsin diye peynir aldım.. Aldım, açtım, tattım, ağladım..

* * *

Yazım sanatı, edebi kasıntılar, zorlama benzetmeler.. Hepiniz siktir olup gidin başımdan.. Yalnızın ve çaresizin dostu Yeni Rakı sunar..

Leave a Comment