Skip to content Skip to sidebar Skip to footer

Bugün Ben Bir GÜZEL Gördüm

Yaşama mefhumundan nasibini alan herkesin hayatında özel anları vardır. Özel günleri, bitmesini istemediği, sanki bu bitmesini istememek durumunun farkındaymışçasına fütursuzca akıp giden dakikaları vardır. O dakikalar özeldir. Diy mi?

Öyle bir özelliktir ki bu, işleyişin öznesi veya nesnesinin yerine bir başka özne veya nesne yerleştirildiği zaman, hiçbir özelliği olmayacağına emin olunan özelliklerdendir. İçimize çekmeye kıyamadığımız özelin, ufak isim değişiklikleriyle bir anda rutinleşeceğini bilmemizin, hala yitirtemediği  ‘değerli’.

Ben de bu akşam üstü bahsettiğim mükemmellikte anlar edindim kendime. Haydi iç de, çay koyayım, sevdicek.

Bu Mehmet Coşkundeniz romantizmi ve kolpa ironileriyle yapmaya çalışmakta olduğum girizgahın peşinden, bilmiyorum, neler geleceği ihtimalleri düşünülüyor ulu okuyucu tarafından. Reşat Abi naber ya?

Bu özel an, size farklı kokular yayarak yeri gelende iti olabileceğinizi düşündüğünüz bir kızla, üç (3) saniye uzaklaşınca yokluğundan prangalar eskitmişlik hissiyatına kapılacağınız bir yaratık ile yaşanmadı.

Oha hala giremedim konuya o değil de, lirik yazı olayına gireceğim, çokeğlenceliymiş. Paraya Mustafa diyeceğim o şekil.

Dünyanın en sikko ‘gayrı ciddi yazıyordum şimdiye kadar, eğer anlamamışdıysanız şimdi anlayasınız diye söylüyorum fakat şimdi aniden ciddileşeceğim‘ kalıbını kullanacağım, bunun için bütün izleyicilerden özür dilemekle mükellefim. Aha yapıyom. Yapim mi? Yapıyom aha:

ŞAKA BİR YANA, ben bugün yirmi küsür yıllık hayatımın en özel anlarını yaşadım. Bir İETT otobüsünde yaşandı bu anlar.

Okuldan çıkıp, Taksim’e geçmekte olduğum klasik bir okul günüydü… (çok çılgın öğrenciyim yeaa, içmeye gidiyo bak kesin içmeye gidiyo kerata 😉  (Milenyum çağında hala ‘öğrenciliğin değerini bilin’ kalıbını kullanma gereksinimi duyan orta yaşa meyletmiş insanları Beylikdüzü taraflarında boş bir depoya kapatıp ateşe vermek).

Unkapanı’na gelmek, Aksaray’dan başlamış olan yoğun trafik sebebiyle hayli zaman almıştı. Emekliliğini isteyeceğini genç, siyah sık saçlı, kara kaşlı otobüs şoförüne pek de uygun olmayan bir dille izah etmekte olan muavin insanının, Unkapanı’na girişte vermiş olduğu pek de uygun olmayan tepkilerden, yolun bir süre bu tıkanıklıkta devam edeceğini anlamak zor olmuyordu. Bu tıkanıklığın, hayatımın en mutlu dakikalarına bir miktar yeni hayatımın en mutlu dakikalarını eklemek gibi şahane bir gelişmeye sebep olacağını, sıkıntıdan aklımdan ‘aslında körüklü otobüsler de eğlenceli lan’ fikirlerini geçirmekte iken, nereden bilebilirdim ki?

Derken Unkapanı durağından ‘O‘ biniverdi otobüse, bütün zerafetiyle. Yanında tanıdığı olduğu son derece açık olan iki kişi daha vardı. Hemen şoför arkasında oturmakta olan ben, arkamdaki ve onun arkasındaki yolcuların yanlarında birer adet boş koltuk konuşlanmaktaydı. Ah… O kadar şanslı olamazdım bugün? Eğer bir gün yanıma oturacaktıysa, o gün bugün değildi bence. Daha bir kaç saat önce uyuz asistanın neden bu kadar devamsızlık yaptığım yönünde, meraktan ziyade hayatımı karartma amaçlı kurmuş olduğu nicelik olarak evet, soru, fakat nitelik olarak tamamen ibnelik içeriğini edinmiş olan cümlesine, ‘uyuyakaldım bir kaç kez‘ cevabını verdiğimde aldığım ‘tamam o zaman bu sene bolca uyu, seneye görüşelim seninle‘ tepkisi halen orta kulak, örs-üzengi ve de çekiç kemikleri arasında gidip gelmekte iken, böylesine tezat bir mutluluğa ulaşma şansına neden erişecektim ki şimdi durup duruken?

Fakat eriştim.

Uzun bacakları, kendine güvenen, fakat her nasıl yapıyorsa muazzam doğal bir dağ çiçeği gibiydi. Oturdu yanıma usulca. Ah… Neden Taksim her yere bu kadar yakındı ki?

Kalın dudakları üzerinde konuşlanmış olan o hacimli ve ahenkli bıyıkları… Bıyıkları? Oha? BIYIKLARI?

Evet o bıyıkları bir gün bu kadar yakından görebileceğimi bana 10 saniye önce biri gelip söylese, kendisine güler, geçer, belki birinci dereceden yakın akrabaları, çekirdek ailesi hakkında ağıza alınmayacak kelamlar ederdim. Ah… Avurtları çökmüş o genç adam, uzun bacakları, kocaman elleri, ve gülcemalini kaplayan o bıyıkları. Evet o bıyıkları…

Ferhat Güzel, ah Ferhat Güzel…

Neden Taksim her yere bu kadar yakındı ki?

5 Comments

  • dea
    Posted 03/11/2009 at 12:58

    Reşat Abi naber ya?

    Haha çok şükür iyiyim de, sen ne içiyorsan ondan istiyorum chuck 🙂

  • okul açık
    Posted 03/11/2009 at 17:22

    “Kalın dudakları üzerinde konuşlanmış olan o hacimli ve ahenkli bıyıkları..” kısmından “Ferhat Güzel, ah Ferhat Güzel” kısmına gelene kadarki o anlık süreçte gözlerimin önünden chuck’ın binbir türlü hali film şeridi gibi geçti. Alimallah dikkat etmek lazım 🙂

  • dea
    Posted 03/11/2009 at 20:54

    FasulyedenKom’un yayınlanan 700. yazısı da sana kısmetmiş. Osmanlı’nın 700 yıl kutlamaları gibi şen şakrak kutlayalım…

    Düşün adamlar ne güzel kutlamış, hala tadı damağımda…

  • Altar
    Posted 04/11/2009 at 01:49

    Adama yaz üret diyorsun, buyur abi burda mı yiyeceksin paket mi yapayım cevalliğinde geri dönüyor anında.

    Gördün mü Dea Efendi yazmasak bile hala kaynak mahiyetindeyiz.

    “Aaa Pier, Eyvallah Pier!” diyen adam.

  • dea
    Posted 04/11/2009 at 10:40

    Chuck’un performansı gözlerimi yaşartmadı desem, Ferhat Güzel’e haksızlık olur da, sana kim, ne zaman, nasıl “yaz, üret” diyecek acep? Kültür Bakanlığı kadrosundaki 65 yaşındaki balerinler gibisin, örgü örüp, maaşını alıyorsun o kadar…

Leave a Comment