Skip to content Skip to sidebar Skip to footer

Buradan bir Michael Jackson Geçti

Yaramaaa baaaastı geçtiii…

Yalan… Yarama basıp geçmedi. Ölüm haberini ilk duyduğumda şaşırmadım bile aslında. Ya da şaşırmadım doğru olmadı belki, üzülmedim daha doğrusu. Michael Jackson ölmüştü, o kadar. Tamam, her ölüm erkendi, ama Michael Jackson’dı en nihayetinde, ve ölmeyecek diye bir şey yoktu. O da ölecekti, ölmüştü.

Bu yazıyı aslında ölümünden hemen sonra yazacaktım. Her zamanki üşengeçliğim sağolsun, bu güne kadar kaldı. Dört aydan fazla zaman geçmiş üzerinden. Heyecanı da soğuduğundan rahat rahat konuşabiliriz belki de…

Çok fazla pop takip eden birisi değilimdir, daha doğrusu beğenerek dinlediğim diğer müzik türlerinden fırsat bulup pek dinlemem, ama kulağa güzel geldikten sonra onu da dinlerim, sorun değil benim için.

Hatta işin ilginç tarafı, Michael Jackson’a ayrıca hayranlık duyan birisiydim ben. Biz küçükken pop deyince insanın aklına iki isim gelirdi, erkek olarak Michael Jackson, karşı cinsten de Madonna. Tamam, George Michael vardı, A-ha vardı, Alphaville falan filan bir sürü şarkıcı ya da grup vardı yabancı olarak, ama Michael Jackson’ın yeri ayrıydı.

Ama işte, sonraları özellikle 90ların ortalarından itibaren, ne olduysa Michael Jackson (aynen dünya çapında olduğu gibi) memlekette (de) gözlerden düşmeye başladı. Aslında “ne olduysa” demek doğru değil, ne olduğunu hepimiz biliyoruz. Önce beyazlama süreci başladı. Ama tabii o zamanlar elimizin altında internet yok. Cümlemiz sinire kesmişti, bir zenci nasıl olur da zenciliğinden utanıp beyazlamaya çalışır diyerek. Saçmaydı çünkü. O bir zenci olmasına rağmen, beyaz adamların/kadınların bile ilahı olmuştu. Zenciliğinden utanmaması lazımdı. Zencilik utanılacak bir şey değildi. Hele de, bizimki gibi ezileni görünce yüreği dağlanan, kaybedenin yanında olmayı çok seven bir toplum için, bir zencinin Amerika’nın bir numaralı popçusu olması, göğsümüzü kabarten bir olaydı. O hep zenci kalmalıydı ki, bir üçüncü dünya ülkesinin vatandaşı olarak bizler de, fakirlerin de zengin olup sınıf atlaması ihtimaline inanabilelim. Beyaz bir Michael Jackson bu ülkeye hiçbir şey ifade etmezdi. Ama, o zamanlar internet yoktu, ve bize kimsenin Michael Jackson’un geçirdiği cilt hastalığından bahsetmiyordu. Bunu yıllar sonra öğrenecektik.

Sonra, daha da kötüsü oldu. Michael Jackson’ın hakkında sübyancılık suçlamaları çıktı. Hem de bir değil iki kere. Malzemeler sağlamdı. Sürekli yanında küçük çocuklar dolaştırıyordu. O yapmayacaktı da kim yapacaktı. Önce 1993’te suçlandı, ve 22 milyon dolarlık bir tazminat anlaşması sonrasında hakkındaki dava düştü. Ardından ikinci bir suçlama 2003’te geldi, ancak detaylarını hatırlamadığım bir şekilde o davadan da ceza almadan kurtuldu.

Arada hayatını düzene koymaya çalıştığı da oldu, Lisa Marie Presley’le evlendi mesela, ki kendisi gibi birisi için Elvis Presley’in kızıyla evlenmek manidardı aslında. Ben bile umutlanmıştım, Michael Jackson için işlerin düzeldiğini düşünerek. Üstelik anne tarafından Elvis’in genlerini, baba tarafından da Michael Jackson’ın genlerini taşıyan bir çocuğun doğma ihtimali ise ben dahil her müzikseveri heyecanlandırıyordu. Ama olmadı, sanırım iki üç yıl sonra da boşandılar.

Ama Michael Jackson’ın hayatı sanırım pek de iyi devam etmedi ondan sonra. Özellikle balkondan bebeği sarkıttığı görüntüler, konuştuğum hemen herkesi Michael Jackson’dan soğutmuştu o zamanlar. Evet, Pop müziğin kralıydı, ama nereye kadar? Sübyancı, kompleksli, düşüncesiz, müptela ve üstüne üstlük hayatı tepetaklak gitmekte olan, gözlerden uzakta yaşayan, yıllardır albüm yapmamış, eski işlerinin mirasını yiyen bir şarkıcı haline gelmişti bir çok insanın gözünde Michael Jackson, takvimlerin üzerindeki yıllar 2000’lerle başlarken.

Ta ki 25 Haziran 2009’a kadar. Michael Jackson’ın öldüğü haberi çıktı. Birden tekrar eski Aziz Michael oluverdi. Hakkındaki her şey unutuluverdi, Michael Jackson yıllardır oturmadığı Pop’un Kralı tahtına tekrar buyur edildi. Ne yalan söyleyeyim, ben belki de yukarıda saydıklarımdan ötürü, ölüm haberini duyduğumda pek bir üzüntü hissedemedim. Herkes arkasından ağıt yakıyordu, ama ben doğru düzgün üzülemiyordum bile. Bunu farkettiğimde neden diye düşündüm, ve yukarıdakilere bağladım. Oysa ki küçükken ne çok severdim. Hatta, 2000’lere geldiğimizde, (yıllardır doğru düzgün yeni şarkılar çıkarmadığı için) Michael Jackson artık demode olduğunda bile; insanların şarkılarını duyduğunda “Aa, zamanında Michael Jackson vardı lan, ne dinlerdik ama ya…” diye 80lerin başında, 90ların sonunda çocuk olmak nostaljisi tadı yaşarken bile ben gizli gizli winamp’te Michael Jackson şarkıları dizerdim arka arkaya. Ahmet Kaya’nın ölümünde sonra azizlik payesi alması gibi, Michael Jackson da iki sene önce neredeyse tamamen unutulmuşken, birden bir neslin en önemli kahramanı oluvermişti. Kör ölmüştü, badem gözlü olmuştu her zamanki gibi yani. “Michael Jackson Party”ler mi ararsın, İstiklal’de “Michael Jackson Tribute” saçmalıkları mı dersin, memleketimde birden bir Michael Jackson coşkunluğu yaşandı. Altı ay önce Michael Jackson partisi yapıyorum desem, hepiniz “Abi boşver onu yea, ver Justin’i kolonlara, daya Rihanna’yı…” diye burun kıvırırdınız lan ipneler…

Bu yazıyı aslında ölümünden hemen sonra yazacaktım da, sonra araya kaynayıp gitti, unuttum demiştim ya, geçen haftasonu yaşadıklarımdan sonra illa yazmam gerekti. Cuma akşamı, İstiklal’in en civcivli saatlerinde caddenin yarısını kapatıp zaten akmakta olan insan selini duraklama noktasına getiren MJ Tribute dans saçmalığını bile iki biradan sonra biraz kabullenmiştim. Ama cumartesi o küçük kız bana bu yazıyı yazmam için silah doğrulttu.

Haco Pulo’daki çaycıda oturmuş, igor eşeğini bekliyordum. Evi mekana yürüyerek 15 dakika olduğundan, gelmesi haliyle bir saati buldu. Bu bir saatlik zaman diliminde, çayımın yanına sigarayı, ruhumun yanına da gözlemlerimi katık edecek çok vaktim oldu. Etrafıma bakınıyordum. Çaprazımdaki masada, anne baba ve 9 (bilemedin 10) yaşlarındaki kızlarıyla üç kişilik bir çekirdek aile oturuyordu. Kızın kulağında kulaklık, kendi kendine müzik dinleyip kafasını sallıyor, anneyle baba da kendi aralarında konuşuyorlardı. Birden, kız kulaklıkları çıkartıp, babasını kolundan sallayarak dikkati kendisinde topladı ve şımarıkça bir ifadeyle babasına “Baba yaa, ben Michael Jackson tişörtünü de istiyorum, posterini de istiyorum.” diye çemkirdi. Durup dururken yaşanan bu patlamayı sindirdikten sonra kısaca düşünme şansım oldu. En fazla 10 yaşındaki bir kız, Michael Jackson’ın tişörtünü de istiyordu, posterini de. Gidip yanına sormak istedim, “Güzelim, sen ne ara Michael Jackson’ı bu kadar özümsedin, ne ara bu kadar ilah ettin kendine, sen hayattayken doğru düzgün albüm bile yapmadı sayılır kendisi, ne zaman sevdin onu bu kadar, kim seni 10 yaşında böylesi tüketim manyağı yaptı, nasıl bir toplum olduk biz, insanlık nereye gidiyor?”.

Ama yapmadım tabii. Çayımdan bir yudum daha aldım, etrafı seyretmeye devam ettim.

8 Comments

  • dea
    Posted 02/11/2009 at 15:18

    igor kaçta geldi, onu de bağa hele?

  • igor
    Posted 02/11/2009 at 15:36

    olaydan takriben bi 15 dk sonra gelmiştim. hayırlı tarafından bakalım, geç kalmasam bu yazıyı yazmayacaktın =)

  • Aga
    Posted 02/11/2009 at 21:54

    Son paragraftaki 10 yasindaki kiza sasirmadim. Televizyonlarin etkisi. Baris Manco oldugunde aglayan 10 yasinda cocuk gordum ben “Baris abi cocuklarin sevgilisiydi” diye agliyordu bir de. Ulan ne ara gordun sen Baris Manco’yu da cocuklarin sevgilisi yaptin? Televizyon sabah aksam gaz verip arka fonda Lux Aeterna calinca cocuklar manyak oluyor, yapacak bir sey yok. Sadece cocuklar olsa neyse, biraz daha genis cerceveden bakinca her muhabbetin sehitlere baglanmasi bosuna degil. Ver duygusal ses tonu, ver Lux Aeterna, insanlar hic tanimadiklari bir dolandirici icin 5 km’lik kuyrukta bekleyip kan bile verir.

  • Valerie
    Posted 16/03/2010 at 00:14

    Bu yazı üzücü… Cahilce…

    Sübyancı olmadığı 2 yıllık, zavallının anasını ağlatan bir sürecin sonucunda kanıtlandı. Hakkındaki tüm suçlamalardan aksi KANITLANARAK aklandı. Bu süreçte pek çok kişinin para koparmaya çalıştığı da çıktı ortaya. Ayrıca bu iftiralardan birini atan adam ölüm haberinden bir süre sonra intihar etti. Çocuklardan birinin babasıydı. Kendi çocuğuna daha çok babalık yapan birine, oğlunu kanserden kurtaran adama iftira atmanın ağırlığını onun ölüm haberiyle kaldıramayacak duruma geldi demek ki. Bunları biliyor muydun sayın yazar? Sen anılarını, çocukluğunu kaybetip şu anki mekanik çağa ayak uydurduysan o adamın suçu ne! Çocuklar üzerindeki etkisi tüketimden değil. Kendi çocukluğunu hatırlama becerisine sahip olursan o çocuktaki hevesin nedenini anlarsın.

    Onun için sokaklarda yapılan gösterilere tepki göstermişsin. Keşke sen de en azından o kişilerden biri tarafınfan bu kadar çok sevilebilme şansına sahip olabilseydin… Herhalde bunun eksikliğinden dolayı ona olan sevgiyi görmek istemedin ve de tepki gösterdin. Yazık sana…

    Peki bu insanın ne büyük bir çevreci, hümanist olduğunu, doğayı ve muhtaç insanları koruma altına almak için ne büyük çabalar harcadığını, çocuklarla bir arada olmasının en büyük nedenlerinden birinin ölümcül hastalığa yakalanmış çocuklara büyük bir eğlence parkı olan evinin kapılarını açarak onlara son bir kez hayatın tadını çıkarmaları için fırsat vermek istemesi olduğunu, bu evde acil bir durum olursa bu çocuklar için düzenlenmiş tam techizatlı bir hastane odasında olabilecek her şeyin olduğu odalar hazırlattığını, yıllardır yeni şarkılar çıkarmamıştı dediğin adamın her albüm için en az 100-200 şarkı hazırladığını, 2001 yılında muhteşem bir albüm çıkardığını ancak bu albümün bazı zavallılar yüzünden ABD’de sattırılmadığını ama yine de dünyanın pek çok yerinde büyük ilgi gördüğünü, ancak tüm bu yıldırma politikası yüzünden ortamdan uzaklaştığını, ama aynı zamanda çocuklarına vakit ayırmak, onları layığıyla büyütmek için de uzaklaşmak istediğini, çocuğunu balkondan sarkıttıktan sonra kötü bir niyeti olmadığını söylediğini ama büyük bir hata, salaklık yaptığını kabul ettiğini, bu adamın sadece dansçı ve şarkıcı olmadığını, aynı zamanda besteci, söz yazarı, koreograf, aranjör olduğunu biliyor muydun? (Yani senin beynini seninkinin bi kaç misli daha çok kullanıyormuş.)

    Ama şaşırdım! Vitiligoyu öğrenebilmişsin hayret!

    Neye kızıyorum biliyor musun? Bu ülkede onunla ilgili sadece uydurulmuş magazin haberleri yayınlandı. Ve bizim düşünme ve fikir yürütme özürlü insanlarımız da koyun gibi bunların peşinden gitti.

    Doğru düzgün bi halt bilmeden böyle ahkam kesmek ne kolay değil mi?

    Sen üzülme tabi canım. Sana ne sevmediğin adamdan. Çok mu gerekliydi bu içi boş yazıyı yazman? O kadar da anlamsız ve donuk olmuş ki…

    Kafan alamamış ama bu adam efsane yahu! Şarkılarının modası hiçbir zaman geçmedi ki. Sen ve senin gibi yüzeysel gündemin peşinden koşanlara öyle gelmiştir ancak. Derine inme kapasitesi yok artık çoğu insanın.

    Sana tavsiye. Onun insanlık ve dünya için sarfettiği çabayı ve gerçekten ancak bir düşünürün ağızından çıkabilecek sözlerini biraz araştır bakalım. Azıcık anlayabilirsen ufkunun nasıl genişleyebildiğini göreceksin.

  • dea
    Posted 16/03/2010 at 11:54

    Obarey… Yazıyı okumadım ama, kesin kanaat getirdim, sen haklısın, dellez haksız…

  • enivocivoke
    Posted 16/03/2010 at 15:38

    valerie de okumamış yazıyı. ya da anlamamış okuduğunu. bi daha okusun, olmazsa bi daha. ama okurken aklında mj süperstar, süperinsan, süperkahraman diye tekrarlamadan okusun. ki okuduğunu anlasın. valerie sen yazıyı yazandan daha zavallısın. o yazıyor, ama okuduğunu anlamıyosun.

  • Altar
    Posted 17/03/2010 at 00:25

    Önüne gelen bu gün bi yazıya girip patlamış. Okuyup sallasalar daha bi güzel olacakmış sanki. Ya toplum bizi istemiyor ya da dea siteye kan pompalansın diye internet cafelerde veletleri kandırıp böyle yazdırtıyor. Gladiocu Dea beklerim ondan her türlü melaneti.

  • Post Author
    dellez
    Posted 17/03/2010 at 09:44

    Valerie, eleştirilerin için teşekkür ederim. Senden ricam, bir kez de yazıyı okuyup yorum yapar mısın?

Leave a Comment