Skip to content Skip to sidebar Skip to footer

Denizleraşırı bir hazine: Surinam

Tek kelimeyle fantastik. Ne diyebilirim ki başka. Siz hiç gece eve dönerken yolda koala gördünüz mü? Ya o daha restorana oturur oturmaz yöresel kıyafet giymiş “Chica”ların size ikram ettiği taze papaya likörüne ne demeli. Chica ne derseniz, Güney Amerika’nın geyşası diyebilirim. İnsana verilen saygı kıskanılıcak düzeyde. Sokakta bir gence yol sormak durumunda kaldım çatpat ispanyolcamla, beni arabasına alıp gideceğim yere bıraktı çatpat türkçesiyle. Çok canayakınlar, hatta bazen o kadar canayakınlar ki ellerini cebinize sokmakta beis görmüyorlar. Evet, kapkaç Surinam’ın da kanayan yarası ne yazık ki. Kişi başına düşen gelir sıralamasında sonuncular ama ironik bir şekilde bundan gurur duyuyorlar. Bunu şehrin ana caddelerinde yarı çıplak “Fisca” satmaya çalışan veletlerin suratındaki gülümsemelerden de anlayabiliyoruz. Çatpat diyorum niye gülmek, çatpat diyor yaradan güleni sevmek. Evet, din onlarda da büyük bir olgu.

Çok tanrılı bir dinleri var, “Surinam merkez kafasına göre herkez” mantalitesindeler. Kimse kimsenin yaşam tarzını sorgulamıyor, çok tanrılı olmalarından mütevellit herkesin tanrısı kendine diyorlar. Bambu ağaçlarının sert dallı yapraklarından yaptıkları hediyelik eşyalar ülkenin en büyük geçim kaynağı. Demin de bahsettiğim Fisca denilen sefer tasları en iyi bu ağaçlardan yapılıyormuş ve çeyizlerin de en değerli eşyasıymış. Eski bir Surinam inanışına göre, çeyizinde bambudan sefer tası bulunmayan gelinin evinden Chupacabra’lar eksilmezmiş. Bir nevi gulyabani. Bir nevi bambu pazarlama stratejisi belki de kim bilir.

Surinam’da geçirdiğim süre zarfında çok tatlı bir ev sahibesi olan Quetala Biena’nun kerpiçten pansiyonunda kaldık. Ahşaptan küvetler, fonda devamlı kendisinin eski 45’likleri -evet kendisi aynı zamanda ülkenin en büyük divası ama geçirdiği kırım kongo yüzünden son günlerini yaşamakta, bu yüzden de kendi sesiyle son nefesini vermek istiyor- , duvarlarda nü resimler, alabildiğine geniş ve hamaklarda dolu bir bahçe ve enfes Cardinero nehri manzarası. Burda olsa askeriye yedirmezdi bu güzel mekanı bu yaşlı ama hayat dolu kadına. Pansiyon tam sezon olması sebebiyle çok kalabalık, dünyanın dört bir yanından gelmiş turistler ve Paramaribo’nun stresli şehir ortamından bir nebze kendisini uzak tutmaya çalışan yerli turistler tarafından işgal edilmiş durumda. Ülkeyi keşfetme tutkusu yüzünden pansiyonda çok zaman geçirmiyoruz, ama seneye tekrar görmek isteriz Bayan Biena’yı allah uzun ömür verirse.

Yüzölçümü olarak çok küçük bir ülke, nerden baksanız bir Bağcılar, bir Gültepe etmez. Nüfus olaraksa nerden bakarsanız bakın tam bir Çemberlitaş. Büyük, geniş bir caddesi var bizim Bahariye gibi, şehrin gençleri burda piyasa yapıyor. Gece nerde takılmak gerekir derseniz, en büyük klüp Bombonero. İçerde, sanki GSMH’si en düşük ülke değilmiş gibi dağıtan gençleri, vücudunu bir “Fisca”ya satan tazeleri ve koko baroneslerini görebilirsiniz. Buralarda eğlenmek hiç tekin değil. Sabahki uçuşumuza yetişmek için erkenden çıkıyoruz mekandan. Biena’ya çatpat hörmet diledikten sonra belki bir daha ne zaman geliriz bu çoktanrılı bambu diyarına diyerek adımımızı atıyoruz Paramaribo Havaalanı’na…

2 Comments

  • dea
    Posted 15/09/2008 at 13:50

    Kaymaklı kiribati yemeden gelmedin di mi?

  • ozan
    Posted 15/09/2008 at 13:50

    Bir gün de doğup büyüdüğün yerleri Kenya taraflarını anlatsan fena olmaz hani. Ne o elin surinamındasın, iltica mı edeceksin?

Leave a Comment