Çok sevdiğim bir dostum yakarıyordu; "Başsız kaldık ağabey..." derken gözünde alevlenen o hüzünle harmanlanmış isyan, bir yüce dağı delik deşik edebilecek kudrete haizdi. Fakat çaresizliği vücut diline yansıyor, elleri başının üzerinden yüz hatlarından bir çarşaf gibi kayarak parmak uçları çenesinin altında birleşiyordu. Üşüyordu. Soğuktan değil, yalnızlıktan üşüyordu.
Fenerbahçe Futbol Okulu öğrencilerinden Ali Duran Örnek antreman sırasında göğsüyle kontrol ettiği bir topun ardından yere yığıldı. Hastaneye yetiştirilmeye çalışılan minik kardeşimiz ne yazık ki kurtarılamadı ve bu küçük yaşında Fenerbahçe formasını kendisine kefen yaptı. Minik kardeşimize Allah’tan rahmet, kederli ailesine de –her ne kadar yetersiz de olsa- başsağlığı dileriz. Bu büyük acının yanında lafı edilir mi bilmiyorum, ancak kulüp yönetiminin yaptığı açıklama da başka bir üzüntü nedeni olarak fenerbahce.org sayfasının tarihe düştüğü notlardan birisi olarak yerini aldı.
Kafasına göre iş yapan adama “Tabi oğlum yaparsın babanın çiftliği zaten” denir ya bu cümle Türkiye Süper Ligi’ne cuk diye oturuyor son yıllarda. Muhteşem Haluk Ulusoy (!) yönetiminden bu yana Federasyonda bir çiftlik durumu hâkim. Kimin eli kimin cebinde, kim kime ne yapıyor belli değil. Tabi biz o kadar Fenerbahçe, Galatasaray derdine düşmüşüz ki asıl önümüzde yaşanan rezillikleri görmüyoruz. Yıllardır “Burası Patagonya değil” söylemleri ile kulaklarını çınlattığımız sevimli ülke bile herhalde bize götüyle gülüyordur.
Eyvallah.
Olayın gerçekliği, doğruları, yanlışlığı mevzusuna girmeyeceğim. Konudan sapmak istemiyorum. İskelet olarak bu sloganın doğruluğuna hiçbir şekilde katılmadığımı bu cümle içinde geçirerek; hadiseyi, Fenerbahçe ve Ordu, Fenerbahçe ve Devlet, Fenerbahçe ve Silah, Fenerbahçe ve Savaş, Fenerbahçe ve Siyasi Slogan, Fenerbahçe ve Ferda Anıl Yarkın gibi alt başlıklar halinde irdelemek istiyorum.
Malumunuzdur, artık lig maçları özel radyolardan değil, sadece Lig Radyo üzerinden yayınlanıyor. Televizyon yayınlarından sonra, ligin radyo yayınları da aynı grubun eline geçti. Neden oldu, nasıl oldu çok fazla bir fikrim yok. Ama yayınların nasıl olduğu konusunda söyleyeceklerimi nasıl dizginleyebileceğimi bilmiyorum.
Yaygın bir spor dalı, aidiyet tatmini, eğlence, otorite ihtiyacı, oyun, kısmi toplum afyonu, rekabet arayışı, megalomanlık, din… Bana göre biraz önce saydığım terimlerden rastgele paylar alarak hoş bir karışıma dönüşen ve bütün bu mefhumlardan daha geçerli olanı; duygusal egzersiz.
Futboldan bahsediyorum.
Demirören, Yıldırım’ın üç sene üst üste şampiyon olacağız sözünü “Bu çok tehlikeli bir açıklama. Fenerbahçe’nin henüz hocası ve transferleri belli değilken böyle bir açıklama yapılması düşündürücüdür. Ben de bu nedenle…
İlker Yasin: Peki Rıdvan, Messi mi, Ronaldo mu?
Rıdvan Dilmen: Bu maç için söylemiyorum. Ben futbolculara Messi ve diğerleri diye bakıyorum. Maradona'dan sonra gördüğüm en yetenekli futbolcu. Tamam, Ronaldo da yetenekli…
Yalnız ve güzel şehrimize UEFA finali gelmiş, üstüne de sponsor bileti gelmiş. Daha ne ister bir genç futbolsever? Bira, evet bira. Sözümona, maç biletini gösterene stat etrafındaki Carlsberg standlarında beleş bira veriyorlarmış diye beni kim yediyse yazıklar olsun, ulan gururumla oynadın. Geçen seferki final öncesinde de Liverpoollularla Taksim’de içip sıçıp eğlendiğimizden bu sefer daha tecrübeli ve yılışığız. Bir gece önce Nevizade’de 50 kadar Bremen’liyle takılmıştık ama sönüktü, bunun acısı çıkmalıydı.