Skip to content Skip to sidebar Skip to footer

Tag: tribün

Alavere Dalavere Şaktar Koydu Werder’e

Yalnız ve güzel şehrimize UEFA finali gelmiş, üstüne de sponsor bileti gelmiş. Daha ne ister bir genç futbolsever? Bira, evet bira. Sözümona, maç biletini gösterene stat etrafındaki Carlsberg standlarında beleş bira veriyorlarmış diye beni kim yediyse yazıklar olsun, ulan gururumla oynadın. Geçen seferki final öncesinde de Liverpoollularla Taksim’de içip sıçıp eğlendiğimizden bu sefer daha tecrübeli ve yılışığız. Bir gece önce Nevizade’de 50 kadar Bremen’liyle takılmıştık ama sönüktü, bunun acısı çıkmalıydı.

Bu Semtin Çocukları

Bu hikâyede geçen kişiler belki gerçektir, belki hayalidir belki de yazarın işine geldiği gibidir. Nasıl isterseniz öyle olsun bizim için fark etmez. Her şey cuma akşamı başladı. Saat sekiz buçuğa doğru Deniz Birahanesi'nde toplanmaya başlayan bu semtin çocukları yarı final maçının heyecanına çoktan girmişlerdi. Çerezin dışarıdan alınıp getirildiği bu küçük ama sıcak mekânda başlama vuruşu beklenilmeye koyuldu. Zaten az sonra başlayacak maçtan çok pazar günü oynanacaj maçı düşünüyorlardı. Nasıl olsa İzmir takımlarına karşı bir sempatisi vardı semtin. Tayyip Baba'nın kesemediği cezayı futbol takımı kesiyordu. O yüzden de Altay’ı geçerek finalde Karşıyaka’nın rakibi olacaklardı. Neyse maç başladı ve beklenen sonla noktalandı. Sonrasında mahalle kahvesinde içilen keyif kahveleri ile beraber pazar gününün planları yapılmaya başlandı. Öncelikle pankart yapılmasına referanduma gidilmeden karar verildi. Pankart yapımı için bezi Mustafa halletti, boyalar için Amigo Emre devreye girdi, ne yazılacağını da okumuş çocuk Eyüp halletti. Tabii ki pankartı da sanatkâr kardeşimiz Faruk yaptı. Ta uzak yollardan geldi, bizleri kırmadı, 10 numara da iş çıkardı. En şaşılacak şeylerden birisi de, Okan (igor) pankart için hiç muhalefet yapmadı, hatta geldi çalışmalara katıldı.

Denizli Kümeye!

Şimdi bu delidolu, muhteşem, çılgın, holigan taraftarı olan horoz tayfasına neden böyle bir başlıkla gider yapıldığını filan sorabilirsiniz. Belki dayanacaklar siteye oluk oluk ama olsun ulan, tehlike bizim göbek adımız... Kısaca o maçın öncesini, sonrasını biraz hatırlayalım.

Sus dedik mi, susulacak!

guiza-2 İnönü'de Sus işareti bir Fenerbahçe klasiğidir. Bir hafta öncesinde "İnleyen Nağmeler..." diye başlayıp, 91. dakika kapalıya karşı "Şampiyonluk yarınlara kaldı..." diye bağırmak tribünlerin amentüsüdür. Beşiktaş kalesine aşırtma gol atmak ise ne kadar kazma olursanız, ne kadar formsuz, ne kadar acıların çocuğu suratlı olursanız olun; ne kadar sezon boyunca taraftarınızı kanser ettiyseniz, ne kadar saç baş yoldurduysanız yoldurun Fenerbahçe'de forvet olmanın yegane şartıdır. İnönü'de beyinlere kazınan kahrın adı Serhat'tır, Tuncay'dır, Anelka'dır, Kezman, Alex ve şimdi de Guiza'dır. Dünyanın en kazma forvetinden gol yemek, üstüne üstlük sus işareti yemekse Beşiktaş taraftarının vazgeçilmez kahrıdır. Semih'inki olsa olsa baldır, kaymaktır. İslam Çupi'nin yıllar önce dediği gibi, Fenerbahçe o kolu lavabonuza sokmasını iyi bilir. Sus dedik mi susulacak ulan! Böyle biline!

Hastasıyım!

Boca Fans

Fenerbahçe'den umduğunu bulamayan bünye, aradığı coşkuyu Güney Amerika sırtlarında, Arjantin dolaylarında arar. Napsın başka? Gerçi Boca da insan üzmesini iyi bilir. Burda insan üzme var. Boca Juniors: 1 River Plate: 1

Kara Sevda

O kadar tribün peşinde koşturuyoruz, bağırıyoruz, çağırıyoruz. Peki bunları kimin için yapıyoruz? Tamam arma, forma, şan, şeref, renkler için tabii ki, ama saha içinde de etki alanımızda bulunan sporcular var. Somut olarak verdiğimiz desteğin hedefi en nihayetinde onlar. Deplasman yasağının olmadığı her maçta sahadaki her adamın destekçisi var tribünde. Ya kimin yok? Gariban hakemlerin. Bu noktadan sonra olay kopucak, ütopik noktalara kayacak hatırlatayım.

Bugün oynanacak derbiye isimler

Şöyle bir taradım geçmişi, 7 Aralık 2004’te yazmışız bu sitedeki ilk derbi yazısını. O günlerde yazılara yorum yapılamıyordu elbette, gerçi siteyi de –parmakla saydım- toplam 5 kişi ziyaret ediyordu. Dolayısıyla kavgası, gürültüsü olmadı. Lakin daha sonra yazdığımız benzer yazılarda gerginlik eksik olmadı ki, gerginlik dediğimiz şey de Fenerbahçe-Galatasaray maçlarının amentüsü. Kavga, gürültü, stres, hüzün, sevinç, çoşku, çığlık, gözyaşı, bik, bik bik... Derbinin tadı, ruhu da bu değil mi zaten? Bunlar olmasa Kayserispor-Ankaragücü’nden ne farkı var?

Güle Güle Kaptanım!

umit-ozatKaç gündür konuyla ilgili iki satır karalayayım diyordum ama akşam eve geldiğimde monitöre ve bir de bu konuyla ilgili haberlere bakmak istemeyişim alıkoyuyordu. Geç te olsa büyük kaptana güle güle demek bugüneymiş. Hepimizin malumu, Fenerbahçe’nin eski, Köln’ün yeni kaptanı Ümit Özat yaşadığı sağlık sorunlarından ötürü futbola veda ettiğini açıkladı. Dediğim gibi konuyla ilgili detaylara bakmak bile istemedim, haber sitelerindeki başlıklar yetti bana. Hatta yetmek ne kelime, fazlasıyla ağır geldi. Haberi duyar duymaz, ilk olarak birçoklarının aklına sol kanattan sağ ayak dışı ile kestiği ortalar gelmiştir heralde. Benimse, Kadıköy’de Maraton Alt tribünü müdavimi “gibi gibi” Fenerbahçelilerin ıslıkladığı maçtan sonraki ilk deplasman olan Sakarya’da tribünün gerçek sahiplerinin “Bu dünyada her şey yalan” daha doğrusu “Yalan dünya her şey bomboş” melodisi ile dakikalarca “Ümit Özaaat, Ümit Özaaattt” tezahüratı yapması geldi. O ne güzel bir kucaklaşmaydı öyle…