Skip to content Skip to sidebar Skip to footer

Fasulyeden Muhabbetler II : Tosun

rehavet

Sizin için tembel hayvanları bile kıskandıracak derecede bir miskindir, kanı akmaz onun, aksa da kokmaz türden bir insan deniyor. Çok ağır ithamlar değil mi bunlar sizce de?

Öncelikle bana bu fırsatı sunduğu için fasulyedenkom ailesine teşekkür ederim. Sorunuza gelecek olursak, tembel kelimesinden ne anladığınıza bağlı olarak değişir bu durum. Tembel kelimesini olumsuz bir sıfat olarak görebilen insanlarla zaten ben bu konuyu tartışmam bile. İnsanlık tarihi boyunca böyle olmuştur bu zaten, insanlar kendilerinden farklı olanı dışlayıp toplumdan uzaklaştırmaya çalışmışlardır. Biz ağırkanlı insanlar, sizlerin deyiminizle tembeller, tembelliğimizden utanmıyoruz. Tembellik bir yaşam biçimidir. Tembel adam yaratıcı olur. Bakın tarihe, mucitlerin çoğunluğu tembellerden çıkmıştır. Zamanında atalarımız, ayağına üşenmeseydi, heryere yürüyerek gitselerdi, buhar gücünden tut, motorlu taşıtlara, oradan devam et toplu taşıma sistemlerine ve hatta akbile kadar bütün bu icatlar silsilesi nasıl gerçekleşeceğidi be adam? Antep’e deplasmana gitmek istediğinde dabanların şişmeyecek miydi? Tembellerin t*şaklarını yiyin lan…


“Aç Tayfa ” diye adlandırılan efsane grubu ilerde yeniden toparlamak üzere herkesin kapısını çalar mısınız? Neydi sizi bu kadar öne çıkaran, popüler yapan özellikler? Dibe vurmuş muydunuz?

Aç tayfa’yı toplamama gerek yok, Aç Tayfa zaten hep birliktedir. Aç Tayfa bir ruhtur, o ruhu içinde hissettiğin sürece, diğer Aç’larla berabersindir. İnsanlar kararabilir, yeri gelir hayata bile yorgan çekebilir. Ama önemli olan otobüs kaldırmamaktır. Sen Aç’larına kafayı uzattığın sürece, aristo olacağım diye bayrak uçurmadığın sürece, Aç’ların seni sıvamaz. Aç Tayfa böyle bir birlikteliktir. Haksız mıyım Ağa?


Kulağınıza dokunulduğunda verdiğiniz vahşi tepkiler dolayısıyla insanlar size yaklaşıp kulak memenizi yalamaktan imtina ediyorlar. Bu huydan kurtulma zamanı geldi de geçmedi mi?

Ben de bunu anlamıyorum arkadaş. Nedir sizdeki bu kulağıma dokunma sevdası? Manyak mısınız lan? Ben gelip sizin kulağınıza dokunuyor muyum? Evinden çık, yolda ilk gördüğün adamın kulağını kavrayıp, kulak memesinden başlayarak yumuşakça ov, bakalım o amca ne tepki verecek?
Ayrıca bu huydan kurtulmak diye bir mevzu yok ki, yarın öbür gün ben size desem ki, arkadaşım şeyime dokunulmasından hoşlanmıyorum, bu da sizde şeyime dokunma dürtüsü yaratacak mı merak içerisindeyim. Dokunmayın lan kulağıma, delirtmeyin beni. Pinçik pinçik ederim kitabıma!

Genelde toplu şenliklerde halk kesiminin size “Domdom Doğa” ve “Doğa Tatlıses” diye haykırması muhakkak ki hoşunuza gidiyordur. Sesinizin kaç oktav olduğunu ölçtürdünüz mü hiç? İnanmıyorum alaylı mısınız yoksa?

domdom2

Alaylıyım. Ve aynı zamanda alaycıyım da. O mevzu Sarıyer’deki rakı-balık gecelerinin birinde çıkmış bir olay. Alkol şişede durduğu gibi durmuyor, hayatımda sözlerinin tamamını ezberden bildiğim tek şarkı olduğu için söyledim, işte olayın içine biraz da tarz da katınca beğenildi. Sonra UFB’nin teknesinde güzel bir koreografiyle insanlara sununca falan aldı yürüdü mevzu…
Tayfa olarak komple eğlenmeyi sevenler insanlarız neticede. İnsanlar biraz da interaktif olduğu için seviyorlar bunu galiba, misal Kara Üzüm Habbesi o kadar tutmadı. Gerçi, bunda benim Kara Üzüm Habbesi’nin sözlerinin tamamını ezbere bilmememin de biraz etkisi var sanırım 🙂


Uçak maketleri yaptığınızı herkesten sırım sırım saklamanızı neye yormalıyız? İnsan yeri gelir göğsünü gere gere Boeing’ini gösterir. Bu sır perdesi artık aralansın, barış uçakları havalansın. Genç hobiciler rahatsız, lütfen.

Ya şimdi o olay şöyle oluyor. Oldum olası uçaklara, özellikle de 2. Dünya Savaşı uçaklarına meraklıyımdır. Stuka’sından tut, Spitfire’ına; Zero’sundan tut, Mustang’ine kadar sevdiğim bir konudur. Bu açıdan, maket yapmak küçüklükten beri bir hobiydi benim için. Sonra, üniversite bittikten sonra, çalışma hayatına atılana kadarki 3 aylık sürede özellikle, boş vaktim çok olduğundan, eski dürtüler depreşti, tekrar maket yapma işine başladım o ara. Ama biraz farkla tabii, eskiden nasıldı, alırdım maketi, bir saatte yapıştırıp uçağı masanın üstüne koyardım. Boyasız falan, kendime oyuncak yapardım. Ama işte o aralar (boş zamanımın çok olduğunu tekrar edeyim mi?), olayın biraz daha derinine indim. Sabır ve ayrıntı konularında çok eğitici bir süreç oldu bu. Bir maketi bitirmek için günlerce üzerinde çalışmak gerektiğini öğrendim. Gerçekçi olabilmesi için en ufak ayrıntılarına kadar özenle çalışmayı öğrendim. Güzel eserler de ortaya koyduğuma inanıyorum, ama tabii ki gene de işin başlarındaydım hâlâ. Sonra iş hayatı ve malum sebeplerden ötürü bu maket işine gene bir ara vermek zorunda kaldım. Ama, askerden dönünce, bu konuya bir kez daha ve daha derinlerine kadar inerek eğilmek gibi bir planım var. Hatta boya tabancası işine bile girebilirim. O derece… İyice işi öğrenince de, hayalimde bir X-Wing yapmak var, gerekirse memlekette bulamazsam, yurtdışından getirtip gene yapacağım ileride bir X-Wing…

Sizde “Bekir” bende “Ulvi”. Göbek adından dolayı mağdur olanları herhangi bir sivil itaatsizlik kampanyasına önayak olarak kurtarmak ister misiniz? “Göbek dediğin maruldur, en güzel beldemiz Gümüldür.” gibi bir slogan hoş olmaz mı?

O konuda bir sıkıntım yok Ulvi. Hatta lisede ve üniversitedeki arkadaşlarımın yarıya yakını bana Bekir diye hitap ederdi. Ama sana Ulvi dediğimiz gibi değil, bildiğin Bekir derlerdi bana. Sorun yok benim için. Sorun yoksa, sorun da kadük kaldı. Geçiyorum…


Türk Dil Kurumu’nun sizin gibi dil bilgisine duyarlı insanları toplayıp internetteki yanlış kullanımlardan sorumlu eleman olarak tuttuğu ve sınırsız sodexho karşılığında köle gibi çalıştırdığı bazı emekçi forumlarında dile getirildi. Evet Doğa Bey, çok mu önemli sizin için bir noktalı virgül?

Dahi anlamındaki de ayrı yazılır. Çok da zor bir şey değil aslında. Mesela, siz bir kitap okurken ya da ne bileyim gazete falan okurken, gördüğünüz dizgi hataları, imla hataları, yazım hataları, noktalama hataları ve sair hata gözünüze batmıyor mu? Batıyor. Benim de gördüğüm yazım hataları gözüme batıyor. Ama ben gördüğüm hataları dile getiriyorum, tek fark bu. Ha, siz söylediğimden kendinize bir pay çıkarırsınız, bir şey öğrenirsiniz, o size kalmış.
Şimdi böyle deyince çok götü kalkık bir laf gibi durdu da, muhtemelen benim de bu yazıda bir sürü yazım hatam vardır. Hızlı yazarken gözümden kaçmış olabilir, ya da belki ben yazılışını yanlış biliyorumdur, olabilir tabii. Keşke benim de hatalarımı görüp düzelten birisi olsa…
Bu konuda özellikle ATbS kişisinin çok dertli olduğunu biliyoruz, neticede ortaokulda biz kendisiyle mektuplaşırken, o zamanlar bile bana gönderdiği mektuplardaki yazım hatalarını bulup söylerdim ona bir sonraki mektubumda. Kötü niyet yok ortada tabii. Ama anladığımız üzere, çok küçükten bile yaparmışım. Alışkanlık olmuş bende…
Bir de dile karşı bir ilgi var bende. Filoloi, etimoloji falan bunlar ilgiyle takip ettiğim konular. Misal, fikirlerini hiç sevmedem de, Taraf’taki Sevan Nişanyan’ın yazılarını her gün düzenli olarak okurum. Bir ara da, güzel bir program bulursam, bu konularda bir yüksek lisans programı yapmak gibi bir planım var, hobi olarak tabii..

“Damadının dişine vurmayan, sonra başına vurur.” Sivas’ın Ulaş yöresinde söylenegelen bir atasözümüz, bunu geçen hafta kitap fuarından aldığım “Bölge Ağızlarında Atasözleri” isimli kitaptan öğrendim. Burda kızının dizini damadının dişiyle yer değiştiren bilge bir teyze mevcut. Tanıyor musunuz kendisini? Başka evirip çevirip yonttuğu atasözleri var mıdır?

Biz Ulaşlı değiliz be iki gözüm. Aslen Şarkkışlalıyız. Şarkkışla’nın da Deliilyas köyünden, ki Deliilyas’a oralarda Dellez derler kısaca. Bak bak, çaktırmadan bilgiyi verip kaçan adam oldum iki dakikada.
Bak gene bilmişlik gibi olacak da, kızının dizi değildir lafın aslında bahsedilen. Kızın kendisidir komple bir bütün olarak. Kızının bölünmez bütünlüğüne kastetmeye gerek yok. Kızını dövmeyen dizini döver, damadının dişine vurmayan sonra başına vurur gibi sözler aslında üç aşağı beş yukarı aynı kapıya çıkıyor hep. Evirip çevirip yontma olayı değil arkadaşım, Sivas ilinin insanlarına sen arakçı diyemezsin. Zamanında kızını dövmeyen dizini döver daha çok hit almış, daha fazla +replenmiş, daha popüler olmuş o kadar. Bilmiyorum ilk nereden çıkıp memlekete yayılmış. Ama zihniyet her yerde aynı olduğundan, her yerde benzer sözler vardır. Bizim damadı dövme lafı, kızı dövmek kadar tutmamış sanırsam, neticede kızı dövmek daha kolay, damat karşılık veriyordur falan. Ama bak Sivaslılar delikanlı en azından, kızına değil damadına diş geçiriyor. Kızı herkes döver, yiyorsa damada diklen. Genç yiğit adam, yeri gelir osurtabilir de…


Askerlikten kaçmak için türlü şişkoluklara, türlü master faaliyetlerine başvurduğunuz çük gibi ortada. Çok sevdiğiniz TSK sizi şınava, mekiğe çağırıyor. Peki bu isteklere daha ne kadar red cevabı vericeksiniz?

Bebişim, bir ay sonra teslim oluyorum birliğime. Kaç kaç nereye kadar, 3 senedir öyle böyle gitmedim, nereden baksan 3 sene falan daha kaçabilirdim de, madem 4S kuralına binaen önünde sonunda gideceksem, zevk almaya bakayım dedim.
Yalnız o değil de kankitsu, bu hafta iki günümü askerlik şubesinde geçirdim. Ismail Coşkun’u nasıl hayırla yâd ettim o iki gün bilemezsin. Nerede o gelen insanların işlerini bir an önce yapabilmek için oradan oraya koşturan İso, nerede bu gittiğim askerlik şubesindeki çavuşlar, sivil memurlar… Lan hani halkı askerlikten soğutmak suçtu? Madem suç, askerlik şubesindeki çalışanlar halkı askerlikten soğutmaktan müebbet yesinler bence, öyle böyle tiksinmedim yani. Hatta bir ara, “lan başlarım askerlik işlemlerine” diyerek dışarı koşmak istedim. Aslında plan gayet basitti, ben uğraşacağıma, 30 kasım’da arardım askerlik şubelerinden birini, adresimi söyleyip gelip teslim almalarını beklerdim evimde paşa paşa. Alınca da mecbur yapacaklar işlerimi, haksız mıyım?…
Neyse, dur bakalım, artıkın gidiyoruz askere. Şırnak’tan bir isteği olan var mı?


Koç Üniversitesi yurtlarında canoğlan’la 3 metrekarelik alanda kurduğunuz dostluk bugün hala Rahmi için bir gurur vesilesi. Peki sizin için ne ifade ediyor o günler?

Ya sorma, nasıl oldu hâlâ çözebilmiş değilim de, öyle bir hatamız oldu zamanında. Bir gün baktım ki, Ulvi denen zibidiyle tek kişilik yurt odasında iki kişi kalıyormuşuz aslında. Kaygısızlar’ın gerçek hayattaki mikro bir versiyonu diyebiliriz bu durum için.
Neyse, güzel günlerdi. Yani senin gelip bende kalmadığın günler, yanlış anlama. Sırf sen değildin zaten, haftanın 6 günü (en az) bir misafirim olurdu odada, o yüzden alışıyor bünye bir yerden sonra. Ama senin gibi, gece ben uyurken odaya çaktırmadan girip, sonra beni uyandırmadan yerdeki halının üzerinde Buda heykeli vaziyetinde uyuyan başka bir model yoktu tabii. Gece uyanıp da halının üstünde bir karaltı görünce az daha aklım çıkıyordu lan ipne…


Yurtdışına giden herkesin yakasına yapışıp o ülkenin golfe kadar her türlü spor kulübüne ait flama, atkı, kaşkol ve bere getirmesini istiyorsunuz. Ben bugüne kadar bir yuvarlak dilim Sivas Kangal sucuğu yediğimi hatırlamıyorum. Gelin bu tezatı bugün burda nihayete erdirelim, ne dersiniz?

tromso

Şimdi birincisi, Sivas Kangal konseptini sen yanlış anlamışsın. Oranın kangal sucuğu meşhur değil, Kangal köpeği meşhur. Takdir edersin ki, her memlekete gittiğimde de insanlara birer kangal köpeği getiremem.
Ek olarak, evet zamanında bu atkı koleksiyonu işine bir bulaştık. 150 atkılık bir koleksiyonumuz var elimizde. Evde kuzu kuzu yatıyorlar. Ha, bunların içinde senin verdiğin 1 (yazıyla “bir”, roma rakamıyla “I”) adet atkı var mı? Yok tabii. O zaman sen niye derdine düşüyorsun ki, bırak atkı getirenler istesin sucuk, pastırma, kavurma… Değil mi dostlar?
Askerden dönünce o atkı koleksiyonunu da küçültmeyi planlıyorum. Sadece sarı-lacivert ve tek kat atkıları bırakıp, geri kalanı takasa vereceğim. Aklınızda olsun ahali, ben dönene kadar sarı lacivert atkı, tek kat atkı, ya da taraftar grubu atkısı biriktirin. Ben geri gelince, bire iki, bire üç, yeri gelir bire beş takas ederiz.


Monica Bellucci atla dese atlar mısınız? Kendisiyle göbeğinizin bir kesildiği dedikodusu internete bomba gibi düştü. ”Dönüş Yok” filminden sonra sizin de altgeçitlerden geçerken paranoyak hareketler sergilediğinizi mobese kameralarından saniye saniye görüntüledik. Bu sevdadan ne zaman vazgeçeceksiniz?

Hastasıyım kendisinin. Muhabbeti çok çirkin boyutlara vardırabilirim de, şimdi bayan okuyucularımız rahatsız olmasın diye detaylara inmiyorum, ama vur desin vurayım, öl desin öleyim. O derece. Vurmak kelimesini de yanlış boyutlara çekmezsek sevinirim.
Altgeçitlerdeki tuhaf hareketlerim tamamen “acep Monica’m buralarda bir yerde olabilir mi, denk getirip ben de irréversible hadiselere yelken açabilir miyim kendisiylen” şeklinde bilinçaltı dürtülerinin sonuçları.
Lan o değil de, Irréversible ilk çıktığında, bizim Yaşar bir dvd kapmış gelmiş, sana Irréversible filmini getirdim diye. Lan film başladı, tamam konsept olarak çok benziyor falan ama, ortada Monica Bellucci yok. Paso tecavüzler, uyuşturucu sahneleri, pompalar, lezbiyen sahneler falan derken, bir baktım film bitti. Lan bütün film boyunca Monica görünmedi ortalarda, n’oluyor falan derken, meğersem bizim salak Yaşar’a Irréversible diye Baise-Moi filmini kakalamışlar. Böyle de bir anım var…

Hayatta gelmek istediğiniz nokta nedir?

Hayattan çok büyük beklentileri olan bir insan olmadım hiç. Yani nasıl anlatayım, boğazda yalım önünde jipim olsun diye hayallerim olmadı şimdiye kadar. Ha olursa hayır demem tabii, ama bunun için çabalayacak bir insan değilim. Gerçi, günümüz gençliğinin ortak fantezisi olan emekli olunca Ege’de bir sahil kasabasına yerleşmek gibi planlarım var ama, henüz bunları düşünmek için çok erken.
Atalarımız ne demiş? Dünyada mekan, ahirette iman. Bu söze çok hak veriyorum. Bir evim olsun, dertsiz tasasız bir hayatım olsun yeter bana. Sağlık da önemli tabii. Şimdi bunları böyle sıralayınca çok geyik duruyorlar, ama hakketten öyle birader. Müdürlük, CEO’luk falan boş işler. Sevdiklerinle birlikte ve mutlu olacaksın, en önemlisi o. Evcimen bir insanım ben neticede yapı olarak, dört duvar arasında sevdiklerimle mutlu olabilirim.
Bir de, özel jetim olursa tam süper olur tabii. O da önemli. Canı istediğinde Paris’te kahvaltı edip, öğle yemeğine Milano’ya geçebilmeli insan…

Dünya turunda öncelikli olarak nereleri gezmek istiyorsunuz ve bunları gerçekleştirebileceğinize inanıyor musunuz?

Türkiye…
Gerçekten bak, önce bu ülkeyi gezmek istiyorum. Bu ülkeyi bir ömür gezsen bitiremezsin gibi geliyor bana. Görülecek çok yer, yenilecek çok yemek var bu topraklarda. Çok Nihat Genç tadında olacak ama, Mardin evleri, Sümela Manastırı, Efes, Nemrut, Akdamar adası… Daha İstanbul’da bile neleri görmedik kim bilir…
Ama illa ki yurtdışı dersen, Avrupa’yı gezeyim, Amerika’nın piçi olayım gibi hayallerim de yok ne yalan söyleyeyim. Orta Doğu’yu görmeli insan önce. Lübnan’ı, Filistin’i, Suriye’yi, İran’ı görmeli hiç değilse. Mısır’ı biraz tanımalı. Belki Kuzey Afrika falan, bambaşka diyarlar bunlar. Oryantalizm bizim memleketin insanında çok sakil durur, o yüzden mistik diyarları gezer gibi değil de, komşunun evine misafirliğe gider gibi gezmeli oraları insan.
Bir de Balkanlar işte, Hrvatska, Bosna, Urum diyarı falan, ya da herkesin ortak hayali Prag’a gitmek de fena fikir değil…
Avrupa’dan İtalya’ya ya da Fransa’ya bir kültür turizmi fena olmazdı. İtalya’da Rönesans’ı görmek, Fransa’da kültüre bulanmak da güzel fikir. Lisedeyken hayalim Norveç’te yaşamaktı, ama gidilip görülecek ne var İskandinavya’da, ya da Kuzey Avrupa’da bilemiyorum, o yüzden pek çekmiyor beni. Bir de İskoçya – İrlanda fena fikir değil. En azından bir Celtic – Rangers maçını canlı izlemek güzel fikir.
Say say bitiremiyorum lan, aslında maddi bir sorun olmasa, bütün dünyayı gezip görmek ister insan tabii. Sırf ülke mutfaklarını tatmak için bile bunu yapabilirim. Neyse, son olarak da Küba, Japonya ve Avustralya da plase diyorum.
Gerçekleştirme meselesi, dediğim gibi tamamen parasal bir mevzu. Ama yukarıda yazdığım sıralamayla deneyeceğim Türkiye’den başlayarak…

Son olarak söylemek istediklerini de alıp bir şeyler atıştırmaya gidelim isterseniz.

Askere gidiyorum lan işte, bir süre tükkan kapalı olacak. Atıştırmaya değil de, ayarla da haftaya tiyatroya gidelim. Kültür aksın damarlarımızda…

9 Comments

  • dea
    Posted 13/11/2009 at 15:17

    hahaha pek leziz olmuş bu ya 🙂 kıskandım, benle bir röportaj daha yapın lan 🙂

    Tosun askere gidince süper rahatlayacağız olm. Dilediğimiz gibi dahi anlamındaki de’leri bitişik yazacağız, noktalamadan sonra boşluk bırakmayacağız, “yada, birşey, herkez, yalnış” filan diye imla hataları yapacağız… kudursun kışlada hahhaha

  • canoğlan
    Posted 13/11/2009 at 18:56

    hahaha olum tdk siteyi takibe alıcak, adımıza andaçlar yapıcaklar. o derece bozucaz dili. evimizin kapısına almanya’daki gibi x’ler çizicekler. dört dönüceksin koğuşunda döört : ))

  • Aga
    Posted 13/11/2009 at 23:10

    Tosun o isi bana devredecek. Kabus gibi cokecegim uzerinize. O degil de ne zamandir film onerisi yapmadi tosun, bir iki film onerisi gondersin bana. Ayrica gercek bir ac hicbir zaman aristo olmaz, olmaya calismaz. aristolarin bu feyizli toplulukta ancak ulvi olmaya haklari vardir.

  • Ortega
    Posted 14/11/2009 at 02:07

    He ya. Bana da Fenerbasket forumunda gazı verdi, yaz dedi filmlerle, sinemayla alakalı. Ben de yazdım ucundan azıcık. Dedim herhalde o da boş durmaz, karalar bir şeyler, ama yazmadı nedense. Ünifeb forumlarında ne film muhabbetleri dönerdi bir zamanlar tey tey tey..

  • mcD
    Posted 14/11/2009 at 22:02

    Pazartesi kol gibi sınavım var ben en fazla sima’dan tanıdığım insanların röportajlarını(doğru yazdım inşallah:)) okuyorum 🙂 nolur weberle, taylorla röportaj yapın abiler 🙂

  • Altar
    Posted 15/11/2009 at 22:33

    Bu Ortadoğu olayı beni de fena halde “kalk gidek bi kahve içek” durumuna sokuyor. Bi git-gel bakalım da, olur neden olmasın ki?

  • alfredo
    Posted 18/11/2009 at 10:16

    Tosun seni kamuflajlarla düşünemiyorum be 🙂

  • dea
    Posted 18/11/2009 at 10:57

    röportaj ilgi çekmedi, ses getirmedi diye bunalıma mı girdi lan yoksa bu adam? sesi soluğu çıkmıyor hiç 🙂
    Tamam bir Helin Avşar – Rasim Kütahyalı röportajı havası oluşmadı ama sen de bağrını açıp kıllarını göstermedin ki anacığım 🙂

  • Canarino
    Posted 19/11/2009 at 11:18

    TSK, erbaş görsün.

Leave a Comment