Skip to content Skip to sidebar Skip to footer

Hasan İbn-i Sabbah

Hasan İbn-i Sabbah (ya da Hassan-i Sabbah) ismi ile lisedeyken Bahadır Boysal’ın Leman yada Lemanyak’ta hazırladığı köşe ile haberdar olmuştum. Orada bir işkence uzmanı olduğu, dünya işkence literatüründe (böyle bi literatür mü olur lan?) yer alan çoğu işkence yönteminin mucidi olduğundan bahsediliyordu. “Vay anasını, psikopat bir devlet adamı heralde” deyip geçtim o günlerde, unuttum adını, sanını…

Daha sonra Wladimir Bartol’un Alamut Kalesi isimli tarihi romanını okurken, kitabın baş kahramanı olarak Hasan İbn-i Sabbah bir kez daha karşıma çıkmış oldu. Kitabın ilk sayfalarından itibaren “dur bakalım ne gibi işkenceler yaparmış bu adam” merakına bürünmüş olsam da, kitapta anlatılanlarla Hasan İbn-i Sabbah’ın çok farklı özellikleri bulunduğunu anlamıştım.

Kitabı bir solukta (sanırım sadece bir gecede) bitirdikten sonra hakkında daha fazla bilgi için internet kaynaklarını araştırdım. Şunu söylemek gerekir ki Hasan İbn-i Sabbah’ın dünyanın kaderini değiştiren bir adam olduğu konusunda hemfikir olan kaynaklar, onun hayatı, felsefesi ve amaçları konusunda bir uyum arzetmiyor. Hakkında birçok farklı görüş olduğu için, en çok itibar edilenlerinden bir demet sunayım istiyorum sizin için…

Öncelikle Hasan İbn-i Sabbah bir devlet adamından ziyade, çoğunlukla Haşhaşiler olarak bilinen Esasiyun tarakitanın lideri. Bu tarikatın ismi Türkçe olarak “Hakikat Savaşçıları” şeklinde çevrilebilir. Esasiyunlar, egemenlerin dini bir afyon olarak kullandıklarını ve halkı uyuttuklarını söylemekteydiler. (Ama birazdan okuyacağınız gibi afyon kullanan, uyutan ve bundan fayda sağlayanlar da kendileri olacaklar.) Esasiyunlara tarikat demek de pek doğru değil aslında. Onlar tarihin yazdığı ilk terör örgütü. Hatta en korkunçları olduğunda hemfikir bütün kaynaklar. Ama bir bakıma bu örgüt fedaileri ve müridleri ile komünal bir devlet de sayılabilir. Ve Sabbah da bir şekilde (kitapta bu kısım masalsı bir kelime oyunu şeklinde anlatılıyor) ele geçirdiği Alamut Kalesi’nde örgütü adına savaşacak olan fedailerini hazırlayan devlet adamı sayılabilir. Devlet adamı, tarikat lideri, terörist ne dersek diyelim bu adam tarihin gördüğü en büyük dehalardan birisi…

Öncelikle Hasan İbn-i Sabbah, sonradan dönemin en büyük devlet adamı ve komutanı olan Nizam-ül Mülk ve Ömer Hayyam’ın çocukluk arkadaşıdır. Bu ünlü üçlü aynı hocadan dersler almışlardır. Ömer Hayyam şarap aşkı ile; Nizam-ül Mülk devlet adamlığı ve askerliği ile hayatına şekil vermişken, Hasan İbn-i Sabbah ise çok daha renkli ve çok daha karmaşık bir yol seçecektir kendisine.

Dini geçmişi konusunda çok kesin bilgiler yok. Kimileri pagan inanışı olan bir aileden geldiğini, kimileri bir Şii kolu olan İsmaili tarikatına mensup olduğunu söylüyor. Kuran-ı Kerim’i çok iyi bilen bu adamın atesit olduğunu iddia edenler de var. Hz. Muhammed’in insanlara Cennet’i vaad ederek kendisine çok güçlü bir devlet ve ümmet oluşturduğunu düşünen bu adam kendisinin daha büyük bir devlet ve ümmet kurmak için bir adım ötesini gerçekleştirmesi gerektiğini farkediyor. Bunun için de kendisine dahiyane bir yöntem seçiyor.

Alamut Kalesi’nin muazzam yapısından faydalanarak kaleyi ikiye ayırıyor, dışarıdan erişilmesi mümkün olmayan, sadece gizli bir geçit ile ulaşılabilen arka kısımda dahiyane planını ince ince işlemeye koyulurken kalenin ön kısmında ise normal bir askeri hayat sürülüyor.

Hasan İbn-i Sabbah, fakir ailelerin çocuklarını para ile, kimsesiz çocukları da karnını doyurarak eğitim için kalesine alıyor. Kaleye alacağı çocukların fedailik için fiziki olarak uygun olmasının yanı sıra daha önce hiç bir cinsi münasebetlerinin olmamasına da çok dikkat ediyor. Kaleye alınan bu çocuklar çok ciddi bir şekilde Kuran-ı Kerim ve İslam dersleri ile eğitiliyor, tabi aynı zamanda çok ileri askeri eğitimlerden geçiriliyorlar. Bu sırada da kadın yüzü görmeleri yasaklanıyor. Ta ki Hasan İbn-i Sabbah’ın arzu ettiği fiziki ve dini kıvama gelen kadar.

Kalenin bir dağa yaslanan gizli tarafında ise çok daha farklı bir eğitim süreci yaşanıyor. Hasan İbn-i Sabbah bakire ve dünyalar güzeli kızlardan oluşan bir harem kuruyor. Buraya alınacak olan kızlarda aranılan şart ise huri kadar güzel olmak ve erkeklerle hiçbir cinsi münasebette bulunmamak. Tıpkı fedailer gibi kızlar da çok ciddi bir dini eğitimden geçiriliyorlar. Özellikle Cennet konusu üzerinde ciddiyetlikle duruluyor. Bu güzel bakirelere huri gibi davranma konusunda da eğitim veriliyor.

Ve işte tüm bu uzun zaman alan hazırlıkların sonunda Hasan İbn-i Sabbah Hz. Muhammed’in bir adım önüne geçmek için hamlesini yapıyor. Tarikatı aracılığı ile tüm çevreye “Cennetin Anahtarı”na sahip olduğunu, istediği zaman, istediği kişiyi cennete götürüp, geri getirebileceğini iddia ediyor. Ve bu iddiasını kanıtlamak için çok katı bir eğitimle büyümüş ve bu sırada hiç kadın yüzü görmemiş fedailerinden en başarılı olan 3 tanesini Cennete götürüp, geri getireceğini söylüyor.

Hasan İbn-i Sabbah odasına çağırdığı bu 3 fedaiye özel bir afyon içirip, bayılmalarını sağlıyor. Gençler uyuşturucunun etkisiyle bayılınca, gizli geçitten geçirilerek huri gibi davranma eğitimi almış, huri kadar güzel, bakire kızların bulunduğu, cennetten bir köşe olarak tasarlanmış, süslenmiş arka tarafa götürülüyor. 3 genç sersemleşmiş bir şekilde ayılmaya başlayınca, etraflarında onlarca güzel kızı görüp sahiden cennete geldiklerini düşünüyorlar. Hurileriyle ömürlerinin en güzel birkaç saatini yaşıyor, şarap içip, cinsel açlıklarını gideriyorlar. Sonra da içkilerine katılan bir ilaçla tekrar bayıltılıp, yine aynı geçitten ön tarafa geçiriliyorlar, yani dünyaya.

Fedailer ayılınca da birliklerine dönüp tüm yaşadıklarını anlatıyorlar. Bu hadise o kadar büyük bir tesir yapıyor ki, İbn-i Sabbah gerek tarikat içinde, gerekse çevre yörelerde ününe ün, gücüne güç katıyor. Cennete gidip, hayatlarının en güzel saatlerini yaşayan 3 fedai, dünyaya geri dönünce, cennet arzusu yanıp tutuşuyorlar. O güzel şaraplardan tekrar tatmak, hurilerle yeniden beraber olabilmek için, dünya hayatının Sabbah’a hizmet ederek son bulmasını bekliyorlar. Yani ölme aşkıyla yanıp tutuşuyorlar.

Bir gün Alamut Kalesi’ne komşu ülkelerden birisinin diplomatik heyeti geliyor. Hasan İbn-i Sabbah’la görüşürken bu cennete gitme mevzusu konuşuluyor ve kendisinden bunu kanıtlamasını istiyorlar. Sabbah meydanda toplanan yüzlerce kişinin önünde cennete giren 3 fedaiden birisini çağırıyor ve kendisinin cennetin anahtarına sahip olduğuna, istediği an istediği kişiyi cennete gönderebileceğine tanık olup olmadığını soruyor. Fedai, Sabbah’ın izniyle cennete girdiğini, orada hurilerle beraber olduğunu, sonra da geri döndüğünü, şimdi de Sabbah’a itaat ederek öleceği günü beklediğini anlatıyor. Sabbah da “o halde sana emrediyorum, surlardan aşağıya atla ve kendini öldür, cennete gireceksin” buyuruyor. Fedai bir saniye bile tereddüt etmeden, kalabalığın ve misafir heyetin gözleri önünde kendisini ölüme bırakıyor. Sabbah heyete dönüp, “Bu genç ne için ölmüş olabilir sizce” diye soruyor. Heyet şaşkınlıktan küçük dilini yutarken, bu hadise ile Sabbah’ın ne denli ölümcül bir fedai ordusuna sahip olduğunu anlıyorlar.

Neyse, kitaptan anahatları ile Hasan İbn-i Sabbah’ın dehasından aktarımlar yaptıktan sonra belgesel tadında devam edelim. Efendim Hasan İbn-i Sabbah bu ölümcül fedaileri ile binlerce suikast gerçekleştiriyor. Esasiyunlar örgütü daha önce de söylediğim gibi tarihin ilk terör örgütü sayılıyor. Örgüt suikastleri ile o kadar çok asını duyuruyor ki, bugün İngilizcede suikastçi anlamına genel “assassin” kelimesine de babalık ediyorlar.

Hasan İbn-i Sabbah, eski okul arkadaşı, devrin en kudretli devlet adamlarından birisi olan Nizam-ül Mülk’ü öldürtüyor. Bazı kaynaklar Selçuklu İmparator’u Alparslan’ı da onun öldürttüğünü söylüyorlar. Alparslan konusu muamma olsa da Esasiyunlar Selçuklu İmparatorluğu’nun yıkımına sebeb oluyor.

Ayrıca bazı kaynaklar Haçlı Seferleri sırasında Kudüs’te bir araya gelen dünyaca ünlü Tapınak Şovalyelerinin de Hasan İbn-i Sabbah ile işbirliği yaptığını, Tapınakçıların Sabbah’tan birçok yönüyle etkilendiklerini yazıyorlar. Sabbah tapınakçılarla Kudüs’ü onların, Bağdat’ı ise kendisinin alması yönünde bir anlaşma yapıyor.

Bugün gizli istihbarat servislerinin kullandığı karşıt örgüte adam sızdırma eylemini de ilk kez Sabbah’ın uyguladığı söylenmekte. Suikastçileri, öldürmek istediği hedefin yanında kalıp, onların güvenini sağladıktan sonra, gerekli istihbarat çalışmaları ve hemen ardından da zehirli bir hançer ile görevlerini tamamlıyorlar. Bu suikast eyleminden sonra yakalanmak, öldürülmek gibi kaygıları olmuyor elbette. Çünkü onlar Sabbah’a hizmet etmelerinin ödülünü cennete gitmek olarak alacalarından son derece eminler.

Sabbah’ın en çok etkilediği kesimse bugünkü radikal İslamcı teröristler olsa gerek. Canlı bombalarını cennet vaadiyle kandıranlar da sanırım Hasan İbn-i Sabbah’tan fazlasıyla ilham almış olmalılar.

Hasan İbn-i Sabbah, kendisi hakkında araştırma yaptıkça şaşkınlıkla ve biraz da hayranlıkla takip ettiğim bir isim. Onun hakkında buraya bir kopi-pest yapmaktansa kendi cümlelerimle onu anlatmayı tercih ettim. Ama somut bilgilere dayalı cümlelerle bir yazı yazmak sandığımdan daha da zormuş. Akıcı olmadı belki, fazlasıyla sıkıcı ya da. Ancak bu adam kendi varlığı, dehası ve kudreti ile yazının sıradanlığının önüne geçecektir diye düşünüyorum. Ve son olarak “Alamut Kalesi” kitabını herkese tavsiye ediyorum.

14 Comments

  • werdure
    Posted 09/08/2008 at 15:09

    Kurtlar Vadisinin filmin de ismi geçmişti. Hakikaten ilginç bir kişilik kendileri. Yalnız kandırılan insanlar için de çok zor bir durum.

  • dellez
    Posted 09/08/2008 at 15:09

    Tarihte en sevdiğim konulardan birisidir. Ortaokulda ilk kez focus dergisinde gördükten sonra merak edip bir şeyler öğrenmeye çalışmıştım.
    Bir kaç bilgi eklemek istiyorum yazarın izniyle,
    1) Hasan ibni Sabbah, Nizam-ül Mülk ve Ömer Hayyam hakkında okul arkadaşı ve yakın dost olduklarına dair söylentiler var. Ancak sanırım bu bilgi popüler kültür efsanelerinden birisi, çünkü bu konuya itiraz eden tarihçilerin sayısı da azımsanmayacak kadar var.
    2) Hasan ibni Sabbah’ın Alamut kalesini ele geçirmesi de ilginç bir olaydır. Hikayeye göre (bu konuda kesin bir bilgim yok, ancak genel kanı bu yönde), ibni Sabbah ilk önce fethedilmesi çok zor olan bu kaleye uzunca bir süre müritlerini yerleştiriyor. Daha sonra, Kale komutanına gidiyor ve “3000 dinar karşılığında senden bir öküz postu kadar yer istiyorum” diyor. Komutan kabul ediyor, ancak ibni Sabbah öküz postunu keserek upuzun bir şerit haline getiriyor ve kalenin surlarının etrafına koyuyor. Haliyle öküz postunun kapsadığı alan tüm kaleye denk geliyor. Komutan itiraz edecek gibi olsa da, içerideki Haşhaşi yoğunluğu bir iç isyana dönüşebilecek kadar çok olduğu için kaleyi ibn Sabbah’a bırakmak zorunda kalıyor. =)
    3) Son olarak da, bildiğim kadarıyla Tapınak Şövalyeleri, bizzat ibni Sabbah’la değil, ondan sonra devam eden Haşhaşi tarikatıyla muhattap oluyorlar. Yani ibni Sabbah zamanında böyle bir ilişki yok.
    Ek olarak, Avrupa dillerindeki suikastçı kelimesi (İng: Assassin, İsp: Asesino vs.) bu arkadaşlardan, yani Haşhaşi’lerden gelmektedir.

  • dante
    Posted 09/08/2008 at 15:09

    alamut`u okuyali bir bes yil oluyor sanirim..hala aklima geldiginde birgun bu kitabin ve bu adamin filmini cekecekler ve o film muthis olacak diyorum..

  • dea
    Posted 09/08/2008 at 15:10

    bir an korktum “kim lan bu” diyeceksiniz diye 🙂

    bence hakettiği kadar çok tanınmıyor bu herif… bildiğin deha yahu…

  • comencini
    Posted 09/08/2008 at 15:10

    Sahiden de filmi çekilecek birisine benziyor… gaddar bir ismi, şaşılacak bir dehası varmış…

  • werdure
    Posted 09/08/2008 at 15:10

    Çocuk Hasan Sabbah, kumları bir araya getirerek, kumdan yeni bir kale yaptı ve eliyle, bir sanatçı zara-feti ile kaleye şekil verdi. Daha birkaç saniye geçme-den, kıyıya vuran küçük su dalgaları, kumdan kaleyi yıkıp atmıştı bile.
    Olan bitene dayanamamıştı Hasan’ın babası. Hasan’ın yanına gitti ve omzuna dokundu. Hasan, kafasını kal-dırıp baktı. Baba; “Oğlum kaleni niye suyun içinde yapıyorsun? Suyun dışına yap ki, su gelip kaleni yık-masın.”dedi.
    Hasan, “Ben kalemi buraya yapacağım. Tanrı Deni-zini Geri Çeksin.”dedi.
    Adı Hasan İbni Sabbah; tarihin yazdığı en kanlı müca-dele adamı. Terör, korku ve dehşetin babası. Şiddetin ve siyasî suikastları kurumsallaştırmış; her dönemde deha bir örgütçü, düşmanları için tehlikeli bir adam…

  • rabia
    Posted 09/08/2008 at 15:11

    Sonrası bilinmeyen, belki de tek gerçek olan ölüm ve sonrası…İnsan beynini daha fazla kurcuklayabilecek başka bi’şey olamaz sanırım.Yanlış ya da doğru diye umursamadan, sorgulamadan önümüze getirilecek her cevaba biz bu kadar açken kullanılanlar değil kullanılamayanlar ve kimsenin bilemeyeceği gerçekliğe şekil verebilenler takdir edilmeyi hakedenlerdir.Hasan İbn-i Sabbah’ ı ve kendi gerçekliğine şekil verebilecek kadar cesareti olan herkesi takdir ediyorum açıkçası.

  • ölü köepk
    Posted 09/08/2008 at 15:11

    türk mü bu lavuk?

  • goner
    Posted 09/08/2008 at 15:12

    Bu “lavuk” Türk değil.
    1056 yılında Qom şehrinde doğmuş (Persia). Gavur kendisini daha çok “Old Man of The Mountain” diye hatırlar. Daha detaylı bilgiye sahip olduğumuzda, birkaç şey karalarız biz de nasipse…

  • amin maalouf
    Posted 09/08/2008 at 15:12

    semerkant da bunlardan bahsettim. okumadınız mı ?

  • willennium
    Posted 09/08/2008 at 15:13

    1453-son büyük kuşatma okuyun ve tarihin en büyük dehasıyla tanışın…ilk okuldaki gibi değil..farklı…

  • ozanforever
    Posted 09/08/2008 at 15:13

    2) Hasan ibni Sabbah’ın Alamut kalesini ele geçirmesi de ilginç bir olaydır. Hikayeye göre (bu konuda kesin bir bilgim yok, ancak genel kanı bu yönde), ibni Sabbah ilk önce fethedilmesi çok zor olan bu kaleye uzunca bir süre müritlerini yerleştiriyor. Daha sonra, Kale komutanına gidiyor ve “3000 dinar karşılığında senden bir öküz postu kadar yer istiyorum” diyor. Komutan kabul ediyor, ancak ibni Sabbah öküz postunu keserek upuzun bir şerit haline getiriyor ve kalenin surlarının etrafına koyuyor. Haliyle öküz postunun kapsadığı alan tüm kaleye denk geliyor. Komutan itiraz edecek gibi olsa da, içerideki Haşhaşi yoğunluğu bir iç isyana dönüşebilecek kadar çok olduğu için kaleyi ibn Sabbah’a bırakmak zorunda kalıyor. =

    tosun bu anlattığın olayı Fatih sultan mehmet rumelihisarinı imparator konstantinden alırken de kullanmış söliim:)Şehir efsaneleri hangisi doğru bakalım?
    -Nevizadenin sonunda Mest ten aşağıya inince karşıda bir sokak göreceksiniz.O sokağa girin 20 – 30 metre sonra solda Alamut kalesi orayla da tanışın:)Harbi kale gibi çık çık bitmiyor a.k.
    -1453 – Son büyük kuşatma hayatımda okuduğum en boktan kitap bitiremedim bile. Bir yazdığını diğerini tutmuyor.

    a.k askerdeyken baya güzel yazılar kaçırmışız.

  • dea
    Posted 09/08/2008 at 15:14

    Bu öküz postu hikayelerinin hepsi kolpa bana kalırsa. Böyle bir saçmalık olabilir mi allasen 🙂

  • Ali
    Posted 23/11/2010 at 09:11

    Arkadaşlar Hasan Sabbah ile Nizam-ül Mülk arasında 40 yaş var imiş. Bahsedildiği gibi okul arkadaşı olmaları mümkün değil 🙂 Ayrıca bu hikayenin abartıldığını düşünüyorum 🙂 Sonunda kale itinali bir şekilde Moğollar tarafında yerle bir edilmiştir…

Leave a Comment