Skip to content Skip to sidebar Skip to footer

İkra B’ismi Rabbike…

Yani “Rabbin(in) adıyla oku!” Böyle başladı son semavi dinin tebliği. Okumanın önemi, inen ilk emir olmasıyla vurgulandı İslam’da.

Sanırım benim yazılara giriş yapamama sorunum hâlâ devam ediyor. Gene çok alakasız bir yerden girdim konuya. Ve evet, Ramazan’da olmamızın da bir miktar etkisi olabilir bu durumda.

Konumuz okumak. Ya da daha özelinde, benim son zamanlardaki sorunum olan “okuyamamak”. Son zamanlarda bu durumdan çok rahatsızım. Kitap okuyamıyorum. Okurken zorlanıyorum. Uzun süre okumak yorucu oluyor. En ilgimi çeken konularda bile, bir kaç sayfanın ötesinde dikkatimi tekrar tekrar toparlamak, bazen aynı cümleyi arka arkaya bir kaç kez okumak zorunda kalıyorum.

Çevremdeki insanlara bakıyorum, hepimiz okuyan insanlarız. Levo’yu saymazsak tabii, adam kendisi diyor Cin Ali’den beri kitap açmadım diye. Övünerek mi söylüyor bilemiyorum, belki de durum tespiti yapıyordur sadece. Aslında ben pek inanmıyorum bu lafına, neticede senelerdir kitap okumayan birisinin hem ağzının hem kaleminin bu kadar laf yapabilmesi imkansız benim gözümde.

Ben de okuyan bir insanım. Ya da okuyan bir insandım demek daha mı doğru olur bilmiyorum. Ama son bir kaç yıldır, bu kabiliyetimde bir miktar azalma olduğu muhakkak. Haydi diyelim ki, üniversite ve askerlik arasındaki 3 senelik çalışma hayatımda, biraz da şartlardan dolayı yeteri kadar kitap okumadığımın ben de farkındaydım. Ama askerlikte geçen son 8 ayda farkettim ki, okumakla ilgili problemlerim düşündüğümden daha ağırmış.

Dayanamadım, bu konuyu geçenlerde başımı omzuna yasladığım kadına açtım. Konuyu açarken de çekiniyordum aslında. Sanki bir zayıflığımı sır olarak paylaşır gibi hissettim. “Ben eşcinselim!” demek daha kolay olacaktı o an, ya da ne bileyim “Kalan hayatımı Madagaskar’da geçirmeye karar verdim. Bir daha görüşemeyeceğiz.” daha rahat söylenebilirdi sanki. Artık kitap okuyamadığımı, ya da daha net olmak gerekirse okurken zorlandığımı itiraf etmek çok gücüme gidiyordu. Ne de olsa, hepimiz “okumuş” çocuklarız neticede. Okumuş çocuk olmanın birinci şartı okumak değil mi?

Farkında mısınız, son yıllarda bir kitap fetişizmi çıktı meydana. Ya da bilmiyorum, belki daha önce de vardı da ben farketmiyordum. Sürekli bir “Okumuyoruz mirim”le başlayan cümleler, arkasından Japonya’da ve Türkiye’de yılda kişi başına düşen okunan kitap sayısıyla ilgili karşılaştırmalar, hemen ardından olmazsa olmazlardan “Abicim Londra metrosunda adamları görmen lazım, 10 dakikalık yolculuklarında bile hemen açıp kitap okumaya başlıyorlar…” cümlesi. Anten, gelsin 146B’de kitap okumaya çalışsın, o zaman delikanlı diyeyim ben ona. ATbS’nin deyimiyle, filmlerdeki Meksika otobüslerinden tek farkı havada uçuşan tavuk olmaması. O ortamda nasıl kitap okuyacaksın? Sen bana muassır medeniyet seviyesinde toplu taşıma olanakları verdin de ben mi içinde kitap okumadım? (Gerçi böyle deyince de başımı omzuna yasladığım kadının lafı geliyor aklıma; “Paris’te asırlık metro sistemi var, ama bizim metro memlekete gelir gelmez iki ayda yerleştirdiğimiz ‘yürüyen merdivende sol cenah acelesi olanlar için boş bırakılır’ sistemini hâlâ oturtamamış öküzler”…)

Neyse, konu dağılmasın, önceki paragraftan devam edeyim. Neticede, birikimin şartı okumak. Cahil olmamak, öküz olmamak, ya da adını ne koyarsanız koyun, “Beyaz Türk”lük yapmak istemiyorum ama herhangi birisi olmamanın şartı (çoğumuzun dünyasında) okumak. Ve ben de, okuyamadığımı itiraf edecektim. Derin nefes aldım, sonra da döktüm içimi. Aldığım tepki, düşündüğümden daha rahatlatıcıydı. “Bunu bu aralar çok kişiden duyuyorum.” Gerçekten rahatlamıştım. Sorun bende değildi. İnsanlıkta bir okuyamama problemi ortaya çıkmaya başlamıştı.

Üşenmemiş, oturmuş nette bakınmış biraz. İnsan akademisyen olunca sorulara cevap bulması daha mı kolay oluyor nedir, bu sorunun aslında sadece bende olmadığını ve aslında insanlıkta genel anlamda bu yönde bir sorun olduğunu keşfetmiş. Tersine evrim diye düşündüm içimden gülümseyerek. Tersine evrim tabii işin şakası da, bilgisayar dünyasının insanlığın okuma alışkanlıklarını sarstığı konusu gerçekmiş. Hatta bu konuda İngilizce bir makaleye buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz. Çok uzundu, dikkatimi toplayıp okuyamadım, sevabına bana da bir özetini yollarsanız sevaba girersiniz. Hahaha, şaka lan şaka. Okudum tabii… Hatta kastım altındaki yorumlara da göz gezdirdim biraz.

Evet, bilgisayarlarla çok fazla haşır neşir olmak okuma sistemimizi biraz sarsıyor. Bilimsel bir veri değil bu, ama bu yukarıdaki yazı benim kafamdaki sorulara yer yer cevap olmadı değil. Konu hakkında bir başka İngilizce yazıya da buradan ulaşabilirsiniz. Ben bu konuyu biraz daha düşünüp, parlak zekamın imbiğinden geçirdikten sonra size daha net verilerle bir yazı daha sunacağım.

Neyse, her şeye rağmen okuyorum hâlâ. Ama hâlâ kafamda başka soru işaretleri de var. Okumak nedir ki? Ya da bize ne kazandırır? Bunu geçen akşam yolda uzun uzun düşündüm. Sümerler hakkında bir kitap okuyorum şu sıralar. Tarih başlığı altındaki en büyük ilgi alanlarımdan birisidir, ki bir ara ciddi ciddi Sümeroloji hakkında bir yüksek lisans programına (sadece kendimi tatmin amaçlı olarak) kaydolmayı bile düşünmüşlüğüm vardır. Yani kitabı da beğenerek, ilgiyle okuyorum. Bir yerde, dikkatim dağıldı. Ve düşünmeye başladım, “Ben bu kitabı neden okuyorum?” Gerçekten neden okuyorum ben bu kitabı? Hani içindeki bilgiler, “gerçek hayatta bu bilgiler ne işimize yarayacak hocam yea” cinsinden bilgiler. Vay efendim “Kiş kralı Mesannepadda Nippur’u ele geçirmiş”, vay efendim “Sümerler tapınaklarını düzenli aralıklarla yapılan girinti ve çıkıntılarla süslerlermiş”, “Gılgamış (kelimenin iki anlamıyla da) kral adammış” falan filan… Hani oturup kız arkadaşınla hakkında iki çift laf edebileceğin mevzular değil. Kız arkadaşı geçtim, Tünel’de duvarda otururken igor’a yukarıdaki cümlelerden birini kursam, birasını alıp kalkar gider. O zaman ben bunları neden okuyorum?

Bak mesela, kitabı yazan adamı anlıyorum. İnsanlık tarihinde Sümer Medeniyeti’nin yeri büyük. Adam da, bu medeniyet hakkındaki dağınık bilgileri bir yerde toplamış. Belki bu kitaptaki yazılarını kısım kısım makaleler olarak yayınlayıp akademik puanlar kazandı. Hepsi bir yana, adam gidip Mezopotamya’yı falan geziyor, o heykelleri, tabletleri, zigguratları falan hep yerinde görüp inceliyor. Ben mesela, Sümer Medeniyeti’ne ne kadar ilgi duyarsam duyayım, hele de Irak’ta hüküm süren kaos ve terör ortamını göz önünde bulundurursak, büyük ihtimalle gidip asla eski bir Sümer şehrinin kalıntılarını gezmeyeceğim. Sümerlerle ilgili her şeye kitaplardan, ve büyük ihtimalle bilgisayar ekranı arkasından bakmakla yetineceğim. E o zaman ben bu kitabı niye okuyorum?

Okuduklarım tamamen bende kalacak. Kimsenin benden gidip de üniversitelerinde Sümerler hakkında konferans vermemi isteyeceğini sanmıyorum. E zaten dost meclislerinde de muhabbetinin geçmeyeceğini yukarıda da belirtmiştim. Eğer okuduklarımı tamamen kendime saklayacaksam ben bu kitabı neden okuyorum? Bunca senedir okuduklarım, elbette beni entellektüel anlamda geliştirdi, bunu kabul ediyorum da, bu gelişimin insanlığa ne katkısı oldu peki? Evet, çok iddialı bir cümle, ama gerçekten merak ediyorum, bunca sene okuyup da insanlığa ne katkıda bulundum şimdiye kadar. Hani belki bir kaç deniz yıldızını kurtarmış olabilirim bilerek ya da bilmeyerek, ki bundan da şüpheliyim ya, benim hayalimde hep deniz yıldızlarını denize sürükleyecek bir makina yapmak var. Bunca senedir sadece (entellektüel anlamda) tüketip de, şimdiye kadar henüz üretim safhasına geç(e)memiş olmak da son zamanlarda kafamı kurcalayan bir başka soru…

Neyse, içimi döktüm rahatladım. Kafamdaki sorulara cevap bulamadıkça gelip gelip buraya kusuyorum. Rahatlatıyor mu? Kısmen… İleride bir gün sorularla değil de cevaplarla dolu yazılarla karşınıza çıkmak dileklerimle…

3 Comments

  • md
    Posted 02/09/2010 at 22:10

    Birak kitabi internette bi yazi okurken bile acaba videosu var mi diye arama safhasina geldik. Tv, internet, bilgisayar ve hayatin akisindan kitaplara dusen pay baya azaldi. Toparlanmamiz lazim.
    Kurtlar Vadisi’ni takip etmem ama denk geldikce arada bakardim eskiden. Baron vardi bu Polat’in gercek babasi miydi neydi. Evinde televizyon yoktu. Hatta kizi soruyordu bi sahnede evde tv bile yok cok bunaliyorum diye. Adam haberleri gazeteden okuyordu felan. Cumle de bi yere gelmedi ama o sahne dikkatimi cekmisti. Ozu okumak lazim 🙂

  • Aga
    Posted 03/09/2010 at 08:40

    Okuduklarin sayesinde yazida 5 kere falan referans verdigin http://www.fasulyeden.com/3352/kendimle-konusurken yazisini yazabiliyorsun aval kardesim. Evrim teorisini bilmenin de kimseye bir faydasi yok eger biyolog degilse ama evrim teorisini bildigim icin bambaska bir insanim. Sarah Palin’in hayat hikayesini okumak gercekten gerzekce bir eylem olabilir ama herhangi bir tarih, sosyoloji, bilim kitabi, bir roman, bir matematik kitabi analiz yetenegini, dusunme kapasiteni, olaylara bakis acini degistirir, kognetif altyapini olusturur, at gozluguyle gezmezsin.

    Cok basit ornek veriyorum: Okumayan adam “abi baskan buyuk isler yapti, maddi buyume lazim, bilet 80 lira olsun hatta” derken, sen “halkin maddi durumu, takimini izleme hakki” dersin. Futbol muhabbetinde bile fark yaratir. Dogustan yuklenmiyor bu sana.

  • Post Author
    dellez
    Posted 03/09/2010 at 09:10

    Bilemiyorum aga, sanirim eger 40li yaslarimda felsefe ya da tarih kitaplari yazmaya baslamazsam okuduklarim bosa gidecekmis gibi bir umutsuzluga kapildim. Bir de o kitaplarin okunuyor olmasi lazim tabii…

    Ayrica topu topu iki referans var ve cCc Sarah Palin cCc! Sarah reise yanlis yapan karsisinda bizi bulur. Sarah hakli beyler…

Leave a Comment