Skip to content Skip to sidebar Skip to footer

İmgeli harikalar kumpanyası

Ziyan oluveriyor en çelimsiz günlerde yalnızlık ve sabaha kadar uyuyan mum ışığı güneşle dans etmeye uğraşıyor. Çünkü en bıkkınsal yanı iklimlerin birbirlerine naz yapması aslında. Olabilir yada olmayabilir; işte Sheakspeare sadece bununla hatırlanıyor artık. Düşün ki; artık alt katın demirlerine tırmanarak pencereden sana duyamayacağın kadar yüksek sesle şarkılar söylemem bile kar etmiyor. “a” bile saygıdan şapkasını çıkarıyor senden bahsederken ve sen hala benden yansıyan ışıkla görüyorsun çiçeklerin rengini. Oldum olası, olabileceğim zamanları yakalamaya çalışmamın nedeni bile unutulmuş seninle yaşadığım sarı sayfaların arasında.

Çünkü ben hala ne zaman baksam gökyüzüne en mutlu çocukların,en güzel günlerini not ediyorum, zamanı geldiğinde pişmanlıklarını hatırlatmak adına. Güneşin görünen kısmıdır aslında pişmanlıkları gevrek insanların mutluluğu. Çünkü ben ne zaman ki hala; seni sevmeye kalksam, tüyü devedikeni ve terlemiş bıyıkları ertesi günlere gark çocuklar Express trenlere haşhaşlı çörek kıvamında yaşam kırıntıları dökerler. Ayranları bıyıklarındaki terle tuzlanarak. Aslında baktığımın deniz oluşu mecazi olan. Gördüğüm kıvam, teninin can yakıcı gevrekliğinin ta kendisi olduğunda, ne gördüğüm deniz nede tuzsuz ayranım heves edipte girmiyor cümlelerimin en anlatımını bozmaya çalıştığım ideolojilerine. Cümlelerimin hiçbirinde görünenin ötesinde değil aslında laf kalabalığı. Ben sadece girebildiğim her kalabalıktan seni seçememeye uğraşıyorum aslında. Gözlerini kaçırmanı her ne kadar anlamaya çalışsam da kalabalığa yansıyor bakışlarının dile kolay gözümsenişi. Bakabilmeyi yaşamak adına verdiğim tüm cevap niteliği gümrükte takılmış sözcükler isyanda. Ve isyan alabildiğine özürlü bu gece, çünkü gece bile unutmuş adını ve her türlü saplantısına iyelik ekleri koyarak kanıksamış yada en azından uğraşmış tüm yeni mutluluklara. Mutlu olmanın nüfus memurlarıyla hiçbir alakası olmadığı gibi sevmenin de ne halt yemenin Arapça yalnızlıkları olduğunu anlamak; ne sana nede bana yükler kutupları buz tutmuş sevda zamanlarını. Önemli olan ne demeye getirdiğimi anlamaktan ziyade, ziyade olsun zamanlarını yakalayabilmek her gün gittiğin esnafsal lokantaların. Çünkü çocuk olabilmek için çocukluğunu çok iyi hatırlamak yetmiyor insana. Nedenini kendi içimde soyutladığım tüm ay tutulmaları aslında sadece senin adına yalnızlıklar yükseltiyor bana, Marmara gibi arabulucu içtenliklerde bile. Ve bir sonraki cümlede, sana kendimden daha yakın olduğumu söylemek ve aslında içimdeki tüm pazarlama stratejilerini kapı dışarı etmek, bundan önceki tüm kopuk cümlelerin bağlacı olabilecek kadar adice aslında. Fakat yine de göz ucuyla da olsa seni doyumsayabilmek ve ruhumu en arkası yarın kuşaklarının içine ve yaşlı teyzelerin ağzındaki “vah yavrum evladım” sakızlarına çevirmek… Çünkü sen nerede karşıma çıksan ben yanımdan geçip ardına bile bakmayan hayali kokun olmak için yaşarım. Ve sadece yastığımda saklıdır sana olan tüm tabiatım. Çünkü en çocuk sezgilerimi yaşarım bana bakışındaki ironide ve en saf sözcüklerimi şehirlerarası yollarda kalan aküsü bitmiş arabalara yollarım. Neyi neden yaptığımdan ziyade, işaret ettiğime bakılmasıdır beni en gerintili sabahlarda gazete okumaktan soğutan. Çünkü gösterilendir yalan ve ben ne ikinci sınıf tanımlara, nede sınıfını geçemediğinden bisiklete hasret teşbihlere hayat eklerim, yanımda olduğunu yazımsadığım her uykusuzlukta. Dilinin ucundadır hayat ve eti senin kemiği ise sokak köpeklerine ziyafet zamanlar yaşatır, dünya sanılan sahtecilikte. Yer’in yüzü olsaydı zaten izin vermezdi beni kesme şeker kılığında kıtlama sevgine. İşte bu yüzden ki sevda ne olduğu belirli ve fazlasıyla yerli malı, yurdun malı, herkes elinden geldiğince kanatmalı bişeydir. Çünkü her neşeli şarkının arasındaki “kanamalı bir hasta”, seni hala umarsız, fütursuz, nedensiz, sensiz, bensiz, sessiz, sedasız, olumsuz ve olumsuzluk ekini bile fazlasıyla sizli-bizli seviyor olmamdır. Çünkü her uzun cümlenin içindeki önemli virgülleri atarak yaşanabilir ancak böylesi günlerde ve uzun olmalarının nedeni hala seni sevmemi anlamamanı ummaktan başka bir şey değildir aslında. Umulmakla yüklü soyutluklarımda, bildiğim tüm değerleri oyuna sokmamın nedeni de budur aslında ve hatta belkide. Çünkü her kanamalı hasta seninle fosillenme sevdalısıdır ve ben olsam olsam gereksizce kurduğum tüm ikilemelerde ar damarı arsızlıkla kavrulmuş bir ölüyüm, kanı kimbilir hangi kutlamalara şampanya kıvamında. Kullandığım tüm imgelerin içinde olmanı sağlamak adına değil Türkçe’yi seçmem, bilakis senin Orta Asya’dan dolayı uzun boylu olmamandan dolaylı seni dudak hareketlerime nedenselleştirmem.

Hayatın orta yerinde, olabilecek en dibi belirli ve hatta fazlasıyla umutla dolu kuyularda aramak ne kadar hata sayılabilir ki, seni yazımsayabilmek adına. Yaşım vurup yüzüm sürerek beslediğim sevdalarımı paket yaptırıp, bana sadece ederini sunduğun zamanların, gözlerinin görmemezliğe müstesna durumsallaşmasıyla kavrulması, seni anlatamamaya uğraştığım ve sırf bunun adına devireyazdığım cümlelerimin bitmek bilmemesi ile ilintili oluşundan mıdır? Yoksa senden önceler gibi asla bulunamayacak çözümler yaratmaya mı çalışıyorum?

Aslında önemi olmamalı olan önceler değil düşlemelerim fakat günü gelipte düşelediğim her gedikten sana muktedir sevdalar toplarsam, işte o gündür ki inatla uyumadığım tüm gecelerimden soyutlarım adına biriktirdiğim tüm kavramları. Zaten retorik adına biriktiririm karma liselerde büyüttüğüm kavramlarımı. Hayatın en gerçek kısmı içinde senin barındığın cümlelerse eğer, bileyazdığım tüm sözcükleri anlamsız sakıncalara gark etmem, yaşımın yarısı kadar normal sayılabilir aslında.

İmgeli harikalar kumpanyasından bugüne geçiştirilmiş tüm sevdaları seninle yüklesem en olası meçhul faillerime, yine de arası açılmış, arkası kimbilir ne zamanlarıma jön türk kıvamında sancısal boşluklarıma ilaç olamam. Zor olan seni sen diye imgelemek aslında en başı bozuk sensizliklerde. Nasıl bir harika yerine yenisini koymadan klasikleşir ki? Zamanın buhransal donukluğunda, sokak lambası sönüklüğünde şiirler besliyorum sana inat ve ne zaman ki yüreğimle tanıştırsam seni gözle görülmeyene ulaşıyor güneş. Hangi coğrafi terim imgelenmedi acaba bugüne kadar? Belki debisi yüksek nehirler bile çaresizdir lirizm sevdalısı çıt kırıldımlara. Zor olanın ne olduğunu bilme saplantısıdır belkide zorlaştıran hayatı. Hangi bakışın açısı aynıdır ki sabahları susmak bilmeden cıvıldayan kuşlara özenirken. Kavunun yanına peynir koymadan yemezdi büyük babam. Peynire dokunduğunu bilmem üstelik bir kez olsun. İnsanların saplantılarını saplantıya dönüştürmek obsesizmin yepyeni bir boyutu olsa gerek. En gereklisi hayatın engerek zehiriyse eğer bir o kadarda kanamalı olmalıdır retorik. Çünkü hangi duyargalarımın nelere benzeştiğini bilmemektir en acı tarafı bu aşkın. Belkide ilk kez cümlelerimi devirenin sen oluşu aslında görünen rahatlık. Ekspresyonist sevdalar yaşamak istemem seninle, senin devrimci ruhundan ziyade benim devrik gönüllülüğümden aslında.

Ne zaman sonu belirsiz sevdalara girişsem yeni paragraflar açmak istiyorum hayatımda ve en klişe imgeyi kullanmak hayat adına tutarsızlık kokuyor her satırımda. Cinaslı sevdalar besliyorum sana her yeni paragrafta ve her cinas yeni sayfalar attırıyor çöpe. Çünkü aksine her yazamayanın ben sadece seni yazabilme ihtimalimi buruşturup atıyorum çöpe. İşte bu yüzden fazlasıyla metan yüklü yüreğim seninle. Çünkü yeni oluşturduğum her kasnak ilmek ilmek sevda okutuyor seni gösterebildiğim herkese ve seni gören herkes aşık oluyor seni sevişime. Çünkü ilk kez görebiliyor herkes var olmanın ne demek olduğunu..

Leave a Comment