Skip to content Skip to sidebar Skip to footer

Madde madde değil, dümdüz karamsarlık

Her zamanın ve her insanın hayata savaş açan kahramanları vardır elbette. Ya da insanı buna inandıran bir anarşist yatıyordur gönlünde. Kimbilir, biz aslında kapital dünyanın kapital rezilliklerini kapital bir fahişe faziletinde yaşar, yaşatır, yaşamlandırırken, içimizdeki o anarşistle savaşıyoruzdur da, yüzümüzde bir sivilce olarak tezahür ediyordur savaş sonrası talan haleti.

Ya da, işte dedim ya, buna inanmak istiyor insan. Neden? Neden kendi içinde, kendi yarattığı bir yalana inanır ki insan? Ne çıkarı vardır kendini kandırmaktan? Yüzü sivilce tarlasına, yüreği fazilet talanına uğramışken daha mı güçlü olur içindeki anarşiste karşı? Yoksa kapital fahişemiz daha mı kolay satar kendini kapital düzene, ya da kelimenin diğer anlamı ile düzene, düzenlere?

Ağır aksak ilerliyoruz da hayatta, kimbilir hangi sonbahara saklıyoruz isyanımızı. Kimbilir hangimiz, hangileri sakladığından utanıyor? İnsan kendi orospu yalanına inanır belki de, yalanından utanır mı? Bu nasıl bir ikiyuzluluk? Bilinçli rezillik bunun adı, bilinçli bir yüz kızarma sendromu. Tedavisi de 50 mg ilaçlar almak, laboratuvar farelerinin kimyasallarına güvenmek değil. Değildir ve inanın hiç olmamıştır. Saniye bile.

Geceyi öldüren şey güneş belki ama, sabahı doğuran şey kesinlikle insanın gecesinden utanması, pişman olması belki, belki de “keşke…”leri. Kesinlikle güneş değil, o sadece bir piyon. Güneş’e bu ağır sorumluluğu ve misyonu biz yükledik. Sen, ben değil bahsettiğim; tüm insanlık, tüm ruhsuzlar ve tüm fahişeler.

Belki hiç bu kadar uzak olmadık güneşe. Anla işte, sen, ben değil bahsettiğim; tüm insanlık, tüm ruhu kararmışlar, yüzü sararmışlar ve tüm korkmuşlar… Güneş’e uzak olmak demek doğruya uzak olmaktır. Ve işte güzel kardeşim, güneşin hayattaki yegane rolü, pozu da budur. Yoksa fotosentez dediğin nedir? Laboratuvar yalanıdır, ot, bok, püsurun ekmeğidir, aşıdır. İnsan dediğinin otla da bokla da işi olmaz. İnsan dediğin gerçeğe hasret, insan dediğin bir garip ruhsuzluğa esaret, insana lazım olan fotosentez değil, 50 mg ilaç değil, hepi topu 3 gramlık cesaret!

* * * * * * * * * * * * * *

Bir Pazartesi sabahının (Ne sabahı lan, sabah dediğin 10’dur, 11’dir. Saat 6 olsa olsa gece yarısı olur) hissettirdikleri aşağı yukarı bunlar. Sabah kalk, ben gece traş olmuş muydum diye 3 dakika kadar düşün, sonra traş olduğuna kanaat getir, yataktan ayır, kopar bedenini… Giyinmek için 3 dakikan var, fazla değil. Servise koş, kendine boş bir koltuk bul ve uyumaya başla yeniden, hiç bitmeyecekmiş gibi gelen ömrünün en değersiz 60 dakikasını hiç tamamlanmamış gibi görünen uykuna yatır. Büyüt uykusuzluğunu, huzursuzluğunu…

Sonra işyerine gel, afyonu patlatmak için parça tesirli bombaya ihtiyacın var. Kurul bilgisayar başına, “Allah belanı versin Yapı Kredi, bedelli sermaye arttırımının tam sırasıydı” diye okkalı bir küfür salla. Sonra telefonuna bir mesaj gelsin, sen de aşağıdaki satırları ekle yazına:

* * * * * * * * * * * * * *

Ve tüm korkular, tüm yalanlar, tüm gerçekler bir yana, insan dediğin ruhuna çaldığı bir güzel aşkla yaşar. Aşkla yaşayanlar sevgilinin sesiyle kalkar, Sevgilinin sesiyle kalkanlar onun hasreti ile yatar. Hayat dediğin boktan ama, sevgili dediğin nimettir tanrıdan. İnsan dediğin korkak ama sevgili dediğin haykırır: “Ya sev beni ölürcesine, ya da tüm insanlığı yak!”

Leave a Comment