Skip to content Skip to sidebar Skip to footer

Palavralar – 2

“Kabullenirim – kabulleneceksin – kabullenecekler, kabullenirim – kabullenir – kabullenirler, kabullendim – kabullendi – kabullendiler… Kaçış yok!!” demiştim bir gün.. Tüm bu çekimlere konu olan şey hayattı.. Hayat ve onun sürprizleri kadar “kabullenmek” zorunda olduğumuz başka bir şey yok sanırım..

Öylesine şartsız-şurtsuz kendinizi onun akışına bırakıp, gidiyorsunuz işte.
Ne kadarına müdahale etme şansınız var, ne kadarına yok bilemiyorsunuz. Belki de her şey tesadüfi, belki de müdahale ettiğimizi sandığımız anlar bile bir yanılsama.. Bilemiyoruz…

Kimimiz için vazgeçilmez bir özlem olan, bir diğerimiz için bıkkınlık kaynağına dönüşmüş oluyor çoğunlukla. İnsanın doymayan yapısıyla mı ilgili bu, yoksa sahip olunanın değersizleşmesiyle mi, bunu da çözmek zor. İnsan kendini rutine kaptırıp, monotonluğa hapsolmaktan mı korkuyor; yoksa özlemleri ve istekleriyle mi ayakta duruyor?

Bu soruları artırmak kolay… Ama yanıtlarını sağlıklı bir biçimde verebilmek aynı ölçüde kolay değil. Herkes eminim kendine göre bir tanım, bir tarif, bir cevap üzerinden sürdürmeye çalışıyor yaşamını…
Boşuna kafa patlatmamak lazım aslında herkes gördüğü kadarını, yaşadığı kadarını bilir. Gördüğü de baktığı kadardır zaten. Bakışı ise yaşadığı kadarla sınırlıdır.

O zaman fazla kasmadan “şu” anı yaşamak lazım diyorum ama… “Ama”sı var. Mutlu olmak için ihtiyacımız olan şeylere sahip olsak bile, başka biseyleri ihtiyaç görüp yine, yeni bir mutsuzluk nedeni üretiyoruz kendimize. Anımızı anımıza tutturamıyoruz. Oynak bir zeminde elekten düşmemek için ritme uyuyoruz sadece..

Belki de şanslı- şanssız, mutlu-mutsuz tanımını belirleyen sadece bu ritme uygunluk. Dansöz kıvraklığında mı yaşamalıyız dersiniz? İdeal, karakter dediğimiz sabitlere takılmadan o zemin, o hareket bizi nereye sürüklüyorsa oraya doğru akmak mı gerekiyor acaba? Zemin oynaksa bu kaçınılmaz mı? “Kıvır kıvır dünya, ben de uyacağım sana!” diye bir başkaldırı mı gerekiyor yoksa?

Leave a Comment