Skip to content Skip to sidebar Skip to footer

Sadece onu görmeye gidecektim

Sadece O’nu görmeye gidecektim… Neden böyle oldu, bilemiyorum… Sabah evden çıkarken dolabımın arkasına sakladığım ben’lerden birini tercih etmek için araladım ki, bu onların hepsinin birden ortaya çıkmasına sebep oldu. O an afalladım ve bir süre sonra “Ortak Bölenlerin En Büyüğü”nü almaya karar verdim. Hak verirsiniz ki O’nu görmeye gidiyordum. Ama diğer bütün “ben”ler kendilerinin tercih edilmesi gerektiğini düşünerek isyan ettiler. Benim bu “ben”leri durdurabilmem mümkün mü? Kavga gittikçe büyüyordu ve ben bunu sadece -insan olduğum için- seyretmeye karar verdim. Zaten insanoğlu yaratıcılıktan uzak kalıp her şeyi uzaktan seyretmeye bayılır..

Artık bana bir karar kalmamış, ve hatta bütün karar mekanizmamı bloke eden ben’lere saygı duyarak, “Ortak Kalanların En Küçüğü”nü zorunlu tercih ettim. Bu “Zorunlu Seçmeli” gibi bir şey olsa gerek… Hoş oldum olası buna aklım ermez ya… Bize sanki:

-Tercih sizin ama siz salak olduğunuz için biz sizin yerinize seçtik ve hiç utanmadan, kronik (ya da akademik) arsızlığımızla bunu size açıkça söyledik…

Der gibiler…

Neyse… Ben “zorunlu ben”i aldım. Ya da o beni aldı. Yahu o da benlerden biri değil mi zaten?

Yola koyuldum. Bir vesait kullanmak yerine yürüyerek gitmeyi tercih ettim. Bu bende az çakal değilmiş hani! Biraz yürüdükten sonra yağmur başladı. Hava bana muhalefet olmak için elinden geleni yapıyordu. Ben solcu oldukça o sağcı, ben “siyah” dedikçe o “beyaz” diyordu. Amacı düşündüğü bir şey savunmaktan ziyade bana “muhalefet” olmaktı.

-İnadım inat kardeşim! Ne yaparsan yap ben bu yoldan O’na gideceğim!

Ben yürüdükçe yağmur yağıyor, yağmur yağdıkça ben yürüyor, ben yağdıkça yağmur yürüyor… Ben saçmaladıkça hava doğru oluyor, ben doğru oldukça hava saçmalıyordu.

Biraz daha yürüdükten sonra bir çocuk bana arkama bakmamı söyledi. Bir de baktım ki ne göreyim? Diğer ben’ler de beni takip ediyor. Buna bir çözüm bulmak için önerimi sundum:

-Halısaha maçı yapalım. Kazanan onu görmeye gider.

Kabul ettiler ve en yakın sahaya gittik. Kadroları kurma gibi ulvi bir görevi üstlendim.

-Ben tek siz hepiniz.

Demez olaydım! Meğerse herkes “ben”miş ve herkes tek oldu! Bütün “ben”ler kendilerine özgü, tek başına! Böyle maç mı olur kardeşim?… Bunu düzeltmek için kadroları değiştirdim:

-Bizim takım: ben, ben, ben, ben, ben ve ben. Karşı takım: ben, ben, ben, ben, ben ve ben…

Aman Allah’ım! Bu da bir çözüm olmadı ve üstüne üstlük daha kötü bir karışıklık doğurdu. Hepsi birden şaşırdı… Aslında bu da benim işime gelmedi değil. Karışıklıktan istifade edip hemen oradan kaçtım.

Yağmur yağmaya devam ediyor, ben yürümeye… Ben yağmaya devam ediyor, yağmur yürümeye…

Gidebileceğim bütün yerlere gittim ama maalesef O’nu göremedim. Sadece O’nu görmek istiyordum. Neden böyle oldu, bilemiyorum…

Sinirli bir şekilde evin yolunu tuttum. Yağmur artık yağmıyor buna rağmen ben yürüyordum. Çünkü havanın artık bana muhalefet olmasına gerek kalmamıştı. Eve ulaştığımda içeri sinirle girdim:

-Siz ne yaptığınızı zannediyorsunuz?

Hepsi birden kaçıştı. Teker teker onları toplayıp dolabımın arkasına sakladım. Bu ben’leri benden başka kimse görmemeli…

Uzandım… Artık pek fazla yapabileceğim bir şey kalmadığından sadece uyumak istiyordum. Bugün iki bilinmeyenli denklemin bir bilinmeyeni bendim, diğeri ise O…

Bir süre sonra bu dinginlik sonra erdi, ben’lerden biri saklanmış, bana bir şeyler fısıldıyordu:

-Merhaba!
-Merha… Sen de kimsin ya?!
-Ben benim. Yani ben senim. Ya da sen bensin, ya da sen sensin, ya da boş ver… Zamanla anlarsın…
– Anlamak istediğimi kim söyledi?
– Ben. Yani sen!
– Gene anlamadım…
– Boş ver anlamasan da olur. Şimdi söyle bakalım “endoplazmik retikulum” nedir?
– Ne bileyim ben ya?! İşin gücün yok mu senin beni rahatsız ediyorsun?
– Sence?
– Sanırım yok… İyi de beni rahat bıraksana…
– Pekala buna cevap verme… O zaman bana ölüm hakkında ne biliyorsun onu söyle bari…
– Ne bileyim kardeşim hasta mısın nesin… Sanki daha önce öldüm…
– Cevap bu değil.
– Peki nedir cevap?
– Şimdilik cevabı bir kenara koyalım. Ben daha önce birkaç defa öldüm. Dolayısıyla ben öldüğüme göre sen de ölmüş oluyorsun.
– Bir dakika! Böyle karışık konuşma çünkü bir şey anlamıyorum.
– Sen de (ben de) amma salakmışsın ha! Sana şöyle açıklayayım: Daha önce bir şey savunduğunu zannederken onun tersini kabul ettin ve daha önceki savunduğun şeyi yok etmen gerekti. Bu durum daha önceki seni öldürmek oldu. Dolayısıyla bir çok kere ben, yani sen, ölmüş oldun. Bu sadece bir tanesi…
– Anlıyorum…
-Hayır anlamıyorsun…
-Haydaaa bu nereden çıktı şimdi?
– Eğer anlasaydın ya karşı çıkar, ya da savunurdun. En azından bir fikir söylerdin.
– Peki bay çokbilmiş! Ben salağım tekiyim… Oldu mu? Şimdi mutlu musun?
– Sen mutlu musun?
– Ne alaka?
– Unutma ben senim ya da sen bensin.
– Of! Gene karmaşık konuşmaya başlama! Cevap neydi en azından onu söyle bari.
– Hayat hakkında bu kadar az bilgiye sahipken, ölüm hakkında ne bilebiliriz ki?
– Doğru ya!
– Hayır salak!
– Çok oluyorsun ama!
– Ben ne kadarsam, sen de o kadarsın!
– Pekala, şimdi git ve beni rahat bırak!

Bir tebessümle odadan uzaklaştı. Benim, yani kendisinin, aman ne bileyim işte salak olduğumu düşünüyordu herhalde…

Peki ya bu ben? Merak etmeyin efendim… Bu ben sadece diğer ben’lerin anlatıcısı… Yani diğerlerinin sadece yansıması…

O’nu görmeye gidecektim ya neden böyle oldu sadece ben biliyorum…

Leave a Comment