raporlama

Kara Cuma

Kara Cuma

Cuma günleri ne tatlı, ne şeker, ne sevimli günlerdir değil mi?  Öğrenciysen haftayı ödev, proje, bir ton ıvır vızır şeyle geçirmişsindir; çalışıyorsan sinir, stres, uykusuz sabahlar, müdürden azar işitmeler daha bir gerçek, daha bir can sıkıcı bir ton sıkıntıyla. Ama Cuma geliverince o an için upuzun olacakmış gibi gelen yerine ve kişisine göre bol uyku, belki bol eğlence, tembellik, miskinlik, adeta cennetten bir köşe tadında…

Buram buram Dolmabahçe Sarayı

Daha önce yazdığım şu yazıda Topkapı Sarayı izlenimlerini paylaşmış, yazının sonunda Dolmabahçe izlenimleri ile devam edeceğim demiştim. Kültür ve tarih yazı dizisi gibi oldu, değişik oldu, güzel oldu bence. Ahan da Dolmabahçe yazısı ile devam ediyorum. Öncelikle Dolmabahçe Sarayı’nın önünden trilyon kere geçmiş, hatta Dolmabahçe tarafındaki kale arkasından Beşiktaş Kapalısı’nın sesini bastırmaya çalışmış birisi olarak birgün olsun “lan girsek mi içeri” tarzı bir yaklaşımda bulunmamış…

Buram buram Topkapı Sarayı

Buram buram Topkapı Sarayı

İstanbullu olmayan ama senelerdir İstanbul’da ikamet eden birisi olarak, çokca da boş vaktimin olmasına rağmen, çokca da tabiri caizse orada, burada fink atmama rağmen yıllardır Dolmabahçe Sarayı’nı, Topkapı Sarayı’nı görmemiş olmanın yüzüme vurulmasının ardından şimdi bugün her iki sarayı gezmiş, hatta cüzdanına bir de Müze Kart sıkıştırmış birisi olarak karşınızda bulunuyorum. Tarihi yedim, yuttum diyebilirim. Aslına bakarsanız bir 10 sene daha gezeceğim yoktu. Gizem İstanbul’a…

Madde madde değil, dümdüz karamsarlık

Her zamanın ve her insanın hayata savaş açan kahramanları vardır elbette. Ya da insanı buna inandıran bir anarşist yatıyordur gönlünde. Kimbilir, biz aslında kapital dünyanın kapital rezilliklerini kapital bir fahişe faziletinde yaşar, yaşatır, yaşamlandırırken, içimizdeki o anarşistle savaşıyoruzdur da, yüzümüzde bir sivilce olarak tezahür ediyordur savaş sonrası talan haleti. Ya da, işte dedim ya, buna inanmak istiyor insan. Neden? Neden kendi içinde, kendi yarattığı bir…

Denizleraşırı bir hazine: Surinam

Denizleraşırı bir hazine: Surinam

Tek kelimeyle fantastik. Ne diyebilirim ki başka. Siz hiç gece eve dönerken yolda koala gördünüz mü? Ya o daha restorana oturur oturmaz yöresel kıyafet giymiş “Chica”ların size ikram ettiği taze papaya likörüne ne demeli. Chica ne derseniz, Güney Amerika’nın geyşası diyebilirim. İnsana verilen saygı kıskanılıcak düzeyde. Sokakta bir gence yol sormak durumunda kaldım çatpat ispanyolcamla, beni arabasına alıp gideceğim yere bıraktı çatpat türkçesiyle. Çok canayakınlar,…

Raporluyorum fütursuzca…

+ Hasan Doğan’ın vefat haberini aldık dük akşam. Bizzat Tayyipgiller kadrosundan atanmış olması ve medyada AKP’nin sesi olmak kaygısı taşımasından dolayı çok hazzetmezdim kendisinden. Ama pek şaşalı geçen Euro 2008 sıralarında kendisini bol bol ve açıkcası gayet samimi, gayet çocuksu görmemizden kaynaklanan bir sempatisi de vardı. Almanya maçında golden sonra Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e sırtını dönüp, eşine sarılması ve Gül’ün eblek eblek kalması ile karnıma ağrılar…

Kapıları açmak

Kapıları açmak diye bir dizi vardı bir aralar. Hani, bomba prodüksiyon diye sunulup mantarlayanlardan. Aklımda çok şey kalmamış, Osman Sınav dizisiydi, şarkıcı bir kız vardı, Olgun Şimşek, Erkan Can oynuyordu. Zafer Algöz her zamanki tipi donuk takım elbiseli adam rolündeydi. Dizi iyi miydi, kötü mü onu hatırlamıyorum. Ama Türkiye yemek sonrası dizi sekansında yer bulamamış olması “kötü dizidir” diye kestirip atmamıza engel oluyor, iyi de…

Dede tavlası

Efendim, önce süratli bir girizgah yapayım. Sabah kalktım, işedim, parmak arası terliğimi ve şortumu kuşandım, hop huzurevindeyim. Öğle yemeği sularında gidiyorum ki hem de karnımı doyurayım. Neyse, yenildi içildi falan sonra üst kata çıktık kafe tarafına her zamanki gibi. Dedem ve arkadaşları paso okey ya da briç oynarlar yemekten sonraları. Çoğunu tanıyorum artık gide gele tabi de bazen tanımadıklar çıkıyor, gene öyle biri çıktı işte…