raporlama

Dea at work: Halk Bankası noldu?

“Bahar da geliyor inceden” diye gevezelik etmeye fırsat bile bulamadan bugün “Yaz gelmiş ulan” derken buluverdim kendimi. Akşam 6 sularında işten çıkıp pert vaziyette kapkaranlık, buz gibi havada servise doğru yürüyordum birkaç gün önce. Bugün çıktım binadan, sanki saat 13:00’de yemeğe çıkmışım gibi. Hava aydınlık, güneş sırtıma sıırtıma vuruyor, aynı pert vaziyet hakim bünyeye ama mevsim başka. Servise biner binmez terlemeye başladı bizim hantal vücut….

Ya işte yazılar, yorumlar filan…

Bu siteyi ve burada ne yapmaya çalıştığımızı neredeyse etrafımdaki herkes biliyor. Zaten bir kısmı yazıyor, bir kısmı okuyor, kimisi de sıkıcı ve anlamsız buluyor. Ama normal şartlarda tanımadığım, herhangi bir sebepten dolayı bir anlığına da olsa yan yana gelmek durumunda olduğum, fasulyeden.com adresinde ikamet eden bir siteye girdiğimi gören herkes aynı soruyla başlıyor muhabbete: “Bu site ne?” Önce sen kimsin, sonra sana ne? Zaman zaman…

Şehirlerarası cinnet yolculuğu

Oldum olası nefret ettim otobüs firmalarından, şöförlerinden, hostlarından, servis elemanlarından, bilet satanından, çağrı merkezinden, kekinden, havasından, suyundan… Anlatmakla bitmez bir şehirlerarası yolculuk mazim olduğundan dolayı, anlatmakla bitmez bir şehirler arası otobüs macerası antolojisi oluşturdum kendime. Ama dün, bugün ve yarın, mevcut tüm nefretimi üzerinde toplayabilecek bir firma adı isterseniz, tek saniye düşünmem Metro derim.

Ruh yok, ruh!

Amacımızın hayattan detaylar, kareler aksettirmek olduğu gibi salak bir düşünceye kapılıyorum ara ara. Ama çoğunlukla da “bir amacımız yok” başıboşluğunda huzur buluyorum. Birşeyler çiziyoruz elbette ama bilmiyorum ki buraya nakşedilmeyen detaylar kızıyor mudur bize. İçtiğim bira, yediğim tuzlu fıstık “Lan bu kadar mı değersizim ben gözünde” diye arkamdan küfrediyorsa?

Hayat çok anlamsız

Hava buz gibi, öyle ki kemiklere değin işliyor. Ellerin kızarmış soğuktan, yüzün bakılmayacak kadar çirkin. Elin sigara arıyor ceplerinde… Çakmak, anahtar, biraz bozuk para… Hayır, sigaran kalmamış. Son dalı da içmedin mi titreyerek? Şimdi ne bok yiyeceksin? Market çok uzak, para çok az, beden çok yorgun, gönül çok yalnız, yürek çok yılgın, hayat çok anlamsız!

Dünden aklımda kalanlar

Milletin eğlenmeye gittiği bir yerde kendini kahretmek. Ne eğlenebilmek, ne ağlayabilmek. Yüzünde ısrarla o salak maskeyle dolaşmak. Herkese mutlu olduğunu göstermeye çalışmak. Aslında mutlu olamamak. Zaten hiç mutlu olamamak. Hep kendini mutlu sanmak. Kendini mutluyum diyerek kandırmak. Ama kendini kandıramamak. Belki diğer insanları da kandıramamak. Bunun da farkında olamamak

Kuru kuru gitmez o tostlar

Perşembe sabahı, gene geç kalıp servisi kaçırdığım için, işe giderken Eminönü’nden motora atladım. Kalkalı bir saati geçtiğinden de, acıkmış bir vaziyette, motorun üst kısmında, günün üçüncü sigarasını içerek, çay servisini bekliyordum. Yaşlı amca geldi, çay isteyen olup olmadığını sordu. “Amca, bir çayla iki tost ver buraya.” dedim. Çayı bıraktı, tostları da getirmek üzere aşağıya indi. Getirdi tostları, o gelene kadar çayı sigaraya katık ettiğimden, boş…

Devinim teyze

Her sabah aynı otobüse binip iş hayatının monotonluğuna yelken açanlar bir el kaldırsın bakalım? Evet, muhtemelen bu yazımda bahsedilenleri sizler daha iyi anlayacaksınız. Aslında şimdi ben bu konuyu daha geniş tutup, etraflıca bir toplu taşıma faciası yazısı yazmak istiyordum, kim bilir o da belki bir dahaki yazımıza artık.