Skip to content Skip to sidebar Skip to footer

Osmanlı’nın Türkmen’le İmtihanı

Osmanlı’nın emperyal bir devlet ve hatta bir imparatorluk olduğu su götürmez bir gerçek. Ancak bir imparatorluk olarak tarihi incelendiğinde, özellikle kuruluş yılları ve adımları oldukça belirsiz görünmektedir. Bu yüzden nasıl kurulduğu ve geliştiğinin sağlıklı araştırılması ve incelenmesi gerekmektedir.

Malumunuz Osmanlı Devleti’nin kuruluşu ile ilgili çok farklı görüşler öne sürülmekte. Kurucunun Osman Bey mi, Ertuğrul Gazi mi olduğu, Osman Bey’in adının gerçekte Ataman mı Osman mı olduğu, Ertuğurul Gazi’nin Türk soyunun önde gelenlerinden birisi mi, yoksa sıradan bir Türkmen mi olduğu ve hatta son zamanlarda Osmanlı’nın 1299 mu yoksa 1302’de mi kurulduğu gibi birbirinden farklı ancak temelde aynı tartışmalar hep süregelmiştir. Pis Karga olarak bu konuda çokça yazacağımızın sözünü verelim ve Osmanlı’nın kuruluş yıllarına, yani Türkle imtihanı konusuna biraz göz atalım istiyorum.

İster Ertuğrul Gazi, ister Osman Bey; ister 1299, ister 1302 diyelim; bariz olan bir şey vardır. Osmanlı ordusunun temelini atlı Türkmen aşiretleri oluşturmaktadır. Hatta yarım yüzyıl gibi çok kısa bir süre içerisinde Bizans toprakları üzerine yapılan akınların başarıyla neticelenmesi, Beyliğin Rumeli’deki fetihleri ve sonrasında askerlere oldukça verimli bir yağma alanları, dolayısıyla zengin bir ganimet fırsatı yaratması diğer Anadolu Beylikleri’ne tabii olan gazilerin Osmanlı’nın yanında yer almasını sağlamış, beylikten emperyal bir devlete uzanan yolun temelleri bu şekilde atılmıştır.

Örneğin Profesör Stanford Shaw aşağıdaki satırlarda Orhan Bey döneminin hükümet ve ordu yapısının nasıl şekillendiğini çok iyi tasvir etmektedir.

“Ordu ve hükümet, istila edilen topraklarda ün ve ganimet peşinde Osmanlılara hizmet eden Anadolu’nun belli başlı Türkmen ailelerinin üyelerinden oluşmaktaydı.

Osmanlı lideri de henüz bir aşiret reisinden daha fazla bir şey değildir. Kendilerini iyi otlaklara götürdüğü ve bol ganimet sağladığı sürece emrinde olan aile ve aşiretlerin bağlılığına sahiptir.

Osmanlı ordusu, başlarda aşiret reisleri ve dini liderlerin komutasında, aileler, kabileler olarak örgütlenmiş Türkmen atlılarından oluşmaktadır. Hapsi atlıdır ve ok, yay ve mızrakla silahlanmışlardır. Sınır bölgesini korumakla ya da Hıristiyan topraklarını yağma ve fetihle görevlendirilenler ganimetle ödüllendirilmektedir.”

Stanford Shaw

Ancak sınırların gelişmesi, Devlet-i Ali’nin yavaş yavaş şekillenmesi ve ordunun Batı’nın yanı sıra doğuda da fetihlere ihtiyaç duyması ile birlikte daha profesyonel bir ordunun kurulması elzem hale gelmiştir. Bu yöndeki çalışmalar Osman Bey ve Orhan Bey tarafından da yapılmasına rağmen, en ciddi çabayı 1. Murat yani, Murat Hüdâvendigâr göstermiştir.

Ordunun tamamını oluşturan Türkmenlerin saf dışı bırakılarak Pencik ordusu denen Yeniçeri ocağının önem kazanmasının belli başlı nedenleri ve sonuçları olacaktır. Dilerseniz öncelikle bu nedenleri madde madde tahlil etmeye çalışalım.

1) Türkmen atlılarının ana amacı devlet ya da hakan adına savaşmak değil, ganimet elde etmektir. Bu nedenle Türkmenler disipline edilmemiş, başına buyruk askerler idi. Osmanlı Bey’inin değil, kendi beylerinin, gazilerinin, abdallarının sözlerini dinleyen bu askerler bir devlet ordusu olmanın karşılığını vermekten oldukça uzaktı.

2) Osmanlıların devletleşme sürecinde, fetih ve yağma ekonomisinin yerini tarım ve ticaret almakta idi. Yağma akınları, zaman zaman komşu ülkelerle geliştirilen diplomasiye aykırı olmakta; başına buyruk Türkmenlerin fetih ve yağma talepleri devletin başına dert olmakta idi.

3) Osmanlılar Rumeli’de yaptıkları fetihlere ara vererek, yönünü Anadolu’ya çevirmeyi düşünmekteydiler. Orada kayıtsız, şartsız bir Osmanlı egemenliği kurulmasının tek yolu da Anadolu Beylikleri ile savaşmaktı. Osmanlı’nın çeşitli Anadolu Beylikleri’ne mensup Türkmen askerlerinin, yine Anadolu Beylikleri, yani Türkmenlerle savaşmayacağı çok aşikar idi. Anadolu Beylikleri üzerine yapılacak olan savaşlarda kullanılmak üzere Türk olmayan unsurlardan müteşekkil bir orduya ihtiyaç duyuldu.

4) Türkmenlerin en etkili silahı atlı askerleri idi. Ancak günün şartları gereği savaş terminolojisi yavaş yavaş değişmekte, savaşlar meydan muharebelerinden ziyade genellikle güçlü kalelerin fethi ile kazanılmaktaydı. Önüne geleni kılıçtan geçiren, eğitimsiz ancak savaşı bir hayat biçimi olarak benimsemiş atlı askerlerden ziyade; iyi eğitilmiş, donanımlı piyadelere de ihtiyaç duyulmaktaydı. Ancak Türkmen kültüründe at ve silah oldukça önemli ve kutsal olgulardı. Bu nedenle atsız bir askere değer verilmezdi. Haliyle Türkmen aşiretleri piyade olmaya yanaşmamaktaydı.

5) Hem doğu, hem de batı yönünde hızla gelişen Osmanlılar zaman zaman hem doğuda, hem de batıda aynı anca savaşlar yapmaktaydı. Coğrafya genişledikçe savaşlara göçebe olan aşiretlerinin nakledilmesi zorlaşmaya başlamış, ordunun genişlemesi ve hareket kabiliyetinin yüksek olabilmesi için çeşitli sancaklara askeri birlikler toplanmıştı. Bu asker toplanması ve o bölgede ikame edilmesi Türkmenlerin hayat tarzlarına uygun değildi.

Nedenler daha da arttırılabilir elbette. Ancak bu kadarı bile Osmanlı’nın kuruluşu ve çok kısa bir süre içerisinde çok geniş ve verimli topraklara hükmedişinin ana unsuru olan Türkmen aşiretleri ile devlet haline gelmiş, imparatorluk yolunda hızla yürüyen Osmanlı’nın çıkarlarının bir noktada çatıştığını göstermeye yetmekte.

Yürürlükteki düzen ve ilişkilere göre ordunun Türkmen unsurlardan temizlenmesi çok kolay ve kısa sürede çözülecek bir sorun değildi.

Osman Bey zamanında Türkmenlerden oluşan Tımarlı Sipahiler’in yanı sıra günlük ücret ödenen (ulufe) askerlerden oluşan bir koruma birliği oluşturulmuş, bu birliği nöker ya da azap denilmiştir.

Orhan Bey ise, yukarıda da değindiğimiz ordunun yüksek oranda sipahilerden oluşmasının sakıncalarını görmüş, Çandarlı Kara Halil’i görevlendirerek Yayalar ve Müsellemler denilen, ancak yine tamamı Türk olan yeni birlikler oluşturmuştur.

Osman Bey ve Orhan Bey’in çabaları güçlü ve korkulan bir ordu oluşturmak konusunda oldukça etkili olsa da, ordunun Türkmen unsurlardan arındırılmasını sağlayamamıştır.

3. Osmanlı padişahı olan 1. Murat’ın Anadolu hakimiyeti adına girişeceği savaşlar öncesinde Çandarlı Kara Halil ve Kara Rüstem Paşa’ya yeni bir ordu kurulması talimatını verir. Bu kurulacak ordu Pencik usulü ile toplanacak askerlerden oluşturulacaktır.

Ufak bir parantez açalım ve pencik’in ne demek olduğundan bahsedelim. Pencik Farsça penç-ü yek, yani beşte bir kelimesinden türemiştir. İslam savaş geleneğine göre yapılan savaşlar neticesinde elde edilen tutsakların, tutsak pazarlarında yapılan satışlarından elde edilecek gelirin beşte biri devlete vergi olarak verilmekteydi.

Çandarlı Kara Halil ve Kara Rüstem Paşa 1.Murat’a pencik yöntemini önermiş, ancak verginin akçe olarak değil tutsak olarak alınmasını önermiştir. 1. Murat tarafından kabul gören bu öneri hemen yasalaştırılır ve bundan sonra Osmanlı ile birlikte akınlara katılan Türkmen aşiretleri elde ettikleri her 5 tutsaktan 1’ini devlete bırakacaktır.

Hemen Pencikci Başı makamı oluşturulur ve her savaş sonrası elde edilen tutsaklar pencik defterine kaydedilir. Pencikci Başı tutsaklar arasındaki 10-17 yaş arasında, orta ya da uzun boylu, iri, güçlü, kuvvetli ve sağlıklı gördüğü çocukları seçer, Hıristiyan adlarını pencik defteri’ne kaydeder ve Acemi Ocağı’na gönderir. Acemi Ocağı’nda yetişen askerler Yeniçeri Ocağı’na alınırlar.

Böylece Osmanlı Devleti’nin hızla bir imparatorluk haline gelmesini sağlayan ve devleti yüzyıllar boyunca ayakta tutan Yeniçeri Ocağı’nın temelleri böyle atılır.

İmparatorluk yükselme devrini tamamlayıp, fetih savaşlarının ve akınların ardı arkası kesilince pencik sistemi de kendiliğinden ortadan kalkmıştır. Bu aşamadan sonra Yeniçeri Ocağı’na asker yetiştirmek için devlet tebaası içinde bulunan Hıristiyan ailelerin erkek çocuklarını zorla alıkoymuştur. Böylece pencik devri kapanmış, devşirme devri başlamıştır.

Konumuza dönelim. 1. Murat döneminde bir yandan tamamı eğitilip Müslümanlaştırılmış Hıristiyan çocuklarından oluşacak yeni ordunun kurulması çalışmaları hızla devam ederken, diğer yandan Türklerin ordu içerisindeki etkinliklerinin azalması amacıyla sınır boylarında görev yapan Türkmen askerlerinden boşalan yerlere fethedilen ülkelerle yapılan anlaşmalar neticesinde alınan askerler yerleştirilmiştir.

Öyle ki, Balkanlarda kazanılan her savaştan sonra Bizanslı, Sırp, Rumen, Bulgar vb. Hıristiyan krallar, çarlar, prensler yapılan anlaşmalarla Osmanlı buyruğuna verilmek üzere tam donanımlı asker vermeye zorlanmışlardır.

Malum üzere Murat Hüdavendigar 1361 yılında tahta çıkmasına ve o yıllarda doğu sınırlarının Anadolu Beyliklerinin tacizlerine maruz kalmasına rağmen, ilk Anadolu seferini 25 yıl kadar sonra 1386 yılında yapmıştır. Elbette bu kadar süre sabredilmesinin altındaki nedenlerden birisi Balkanlara yapılan akınlar ve o coğrafyadaki büyümenin sağlanması, ardından Anadolu’ya yönelmek stratejisi olabilir. Ancak ordunun Türkmen unsurlarından temizlenmesinin beklenmesi de oldukça önemli bir neden olmalıdır.

Osmanlı’nın kuruluş yılları, Anadolu Beylikleri ile ilişkileri, Türkmenlere yaklaşımı konusunda daha çok anlatacağımız şey var. Zamanla, yavaş yavaş…

Saygılar.

Bu yazi 25 Ekim 2009 tarihinde PisKarga blogunda yayinlanmisti. Blog kayboldu, yazi kaybolsun istemedim.

Leave a Comment