Geliriz yine değil mi baba?
“Hayatım Futbol” adından da anlaşıldığı gibi hayatını futbol üzerine kuranların, hayatını futbol üzerine kuranlar için hazırladığı bir dergi. Nacizane kendilerin, tebrik ederken, uzun soluklu bir yayın diliyor; en kısa zamanda kağıt kokusuna kavuşmasını umut ediyoruz.. Aşağıda da Elif Karadayı’nın küçük bir çocuğun futbol stadına olan özlemini anlattığı yazısı.. Okunası..
Heyecan içinde uyandığında daha güneş doğmamıştı. Duvardaki koca takım posterinin üzerindeki saati belli belirsiz görüyordu.. Sabahın cabuk olmasını diledi sessizce. Tüm gece rüyasında mutlulukla yaşadığı anlara kavuşmak istiyordu artık.
Sıkıntılı sıkıntılı iç geçirdi. Sabah ne kadar gecikmisti…
– Hadi ama oğlum çabuk ol baban vazgeçecek şimdi..
Mutluluk icinde formasını giyiyordu üstüne.. Bir yandan takımının marşını mırıldanıyor, bir yandan da gönül verdiği renklerin içinde dansediyordu..
İlk futbol maçını izlediğinde belki 2 yaşında filandı. Annesi onu kapı eşiğinde abisinin kucağına oturtur işe giderdi. Sokak arasında lastik toplarla oynanan çığlık çığlığa, kavgalı, ağlamalı maçları izlerdi; önceleri anlamadan ama sonraları anlayarak ve bir süre sonra da tutkuyla.. Hayatı futbol olmuştu. Radyo futbol demekti..Televizyon futbol..
Sohbet futboldu.. Hüzün futbol, neşe futbol, sevmek futbol.. Herşeyiydi futbol onun.. Tum yaşamını futbolla özdeşleştirmiş, her işini futbola göre planlamıştı.
Coğrafyayı takım adlarıyla ezberlemiş; tarihi futbolcu adlarına endekslemiş, matematiği gol averaj hesaplarıyla pekiştirmişti. Sevdiği kız bile mahallenin futbolsever ağabeyinin yeğeniydi..
Hayallerinin çoğunda olmaz denen golleri görürdü. Takımın forveti topu ortasahadan alır, önüne geleni çalımlayarak rakip kaleye kadar gelir, karşısındaki duvar gibi defans elamanının üç harekette belini kırarak safdışı eder, en son kalecinin üzerinden nefis bir aşırtmayla golünü atardı..İşte o anda içinde öyle bir “gooooooooollllll” sesi olurdu ki, yureği sıkışıp kalırdı..
Bugün onun için inanılmaz bir gündü işte. Hayatında ilk defa gerçek bir stada gidecek, büyük aşkının maçını izleyecekti. Yol uzundu ama umurunda bile değildi bu onun. Okul tatilinden bu yana tam 2 aydır bugün için para biriktirmiş; sırf bu maça gitmek için her sabah 3’de 4’de uyanıp gazete dağıtmıştı. Gazete dağıtmak zor işti ama taze futbol haberlerini ilk okuyan olmanın zevki de anlatılır gibi değildi hani. Yola cıktıklarında sokaklar daha bomboştu. Otogara gidip büyükşehir otobüsünü beklemeye koyuldular. Garın çaycısı yanlarına geldiğinde göz kırpıyordu..
– Maça ha!??
Gururlu bir sevinçle onayladı onu çayını yudumlarken..
– İyi maç olacak ama kendinize dikkat edin kafayı gözü yardırmayın haa!
“Ne kafası, ne gözü?” diye düşündü. “Maça gidiyoruz, savaşa değil ya! Mahalle maçı sandı bunu.”
5 saat boyunca otobüsün içinde düşüne gitmenin mutluluğu ile tekerin dönüşünü saydı adeta.. Stadın önündeki mahşeri kalabalığın içinde, bıraksa kendini bağıra bağıra ağlayacak kadar coşmuştu duyguları.. O zümrüt yeşili çimlerin kokusunu hissediyordu burnunda, henüz görmemesine rağmen “Gel!” diyordu sanki, “Hadi, gel!”.
Bilet kuyruğu bitecek gibi değildi saatlerce
bir adım bile atmadan dikilip kaldılar öylece. Babası bir de bayrak almıştı satıcıdan. Rüya gibiydi herşey. Sağı-solu, arkası-önü takımının renkleriyle ablukaya alınmıştı sanki. Ah ahh sahayı bir görebilseydi..
– Kim yaptı lan bunu!?- Yakalayın i.neyi kaçmasın!!!
– Ambulans cağırsın biri!.
– Polis yok mu, polis imdaaat!!. Adam bıçakladılar..
Vücudu yaprak gibi titriyordu.. Sağı solu polis dolmuştu. Ne yapacağını bilemez halde babasına tutundu. Polis otosuna bindirildiklerinde, “Ben birşey görmedim” diye çığlık atıyor, kapıyı açmaya çabalıyordu. Genç polis babacan tavrıyla ona, “Olay önünde olmuş nasıl görmezsin?. Görgü tanığısın oğlum. Kimbilir belki görmediklerin de işimize yarar.” derken nasıl anlatabilirdi o sırada kendisinin büyük golcüye 5. golü attırdığını.. Nasıl inandırabilirdi ki, aslında o tam da o sırada o kuyrukta değil, stadın içindeydi. İnanmazdı tabi ki, nasıl inanacaktı ki; nasıl anlayacaktı inansa bile. Deli demez miydi?. Tamam, deli de desindi ama bıraksındı.
Hayali tam kavuştuğunu sandığı anda gidivermişti elinden ve o hic bir şey yapamamıştı. O uğursuz nezaret gecesinin sabahında çakmak çakmak olmuş gözleriyle soruyordu bıkmadan “Geliriz yine değil mi baba?”
Elif Karadayı
elif.karadayi@hayatimfutbol.com