Sus konuşma, savaş hiç olmadı!
Ece Temelkuran’dan vizyona yeni giren Yazı-Tura filmi ve bir savaşın yarasını taşıyanların hayatları hakkında bir yazı.. Okunası..
Güneydoğu’da savaşan iki gencin öyküsünü anlatıyor Yazı – Tura filmi… Erkeklik mitinin karnını deşiyor, acıyı efendi gibi anlatıyor..
Her evden en az bir oğlan çocuğu gitti; ama, öyle bir savaş hiç olmadı. Her evden bir oğlan çocuğu bacaksız, elsiz, kalpsiz, içsiz, gözsüz döndü; ama ne çok korktukları anlatacak dilleri yoktu. Erkeklerin bu ülkede, son 25 yıldır en çok dilleri koptu. Erkek, “Türk askeri” ve kahramandılar; ihtimal nasıl küçülüp yataklarda ağladıklarını bir tek anneleri gördü. Sevdiklerini öldüren erkekler niye çoğaldı bu memlekette, artık niye? Üçüncü sayfa haberleri üçüncü sayfaya sığamazken bile, kimse savaşın bir neden olabileceğinden bahsetmedi. Bir memleketin tüm erkekleri vahşetin en beterinden yirmili yaşlarında geçti ve “Olur böyle şeyler” dendi. Ama her evden bir çocuk giderken, her evden bir çocuğun “kurası” ölüme çıkmasın diye dualar edilirken bile “Savaş” demek suçtu; savaşta binlerce çocuk ölmüşken bile kimse o sözcüğü ağzına alamadı. Bu ülkenin en büyük yalanı, en büyük sessizliği binlerce erkek çocuk üzerine örtüldü.
Hâlâ düzenleniyor o coşkulu “gönderme” ayinleri otobüs firmalarının önünde. Ne kadar gürültü çıkarsa o kadar iyi. O zaman hiç duyulmayacak ne ölmek ne öldürmek isteyen, korkan genç erkeklerin iç sesleri. Selleri. Dönenlerin intiharî sessizliği…
İnsanı alnının ortasından mıhlayan bir senaryo, diyeceğini kenarından diyen ama sözünü insanın yüzünün ortasına yapıştıran bir film: Yazı – Tura! Yönetmen ve senarist Uğur Yücel’in ellerine hürmetle: Acıyı efendi gibi anlatmış.
Her iyi iş gibi dediğinden fazlasını söyleyen, insanın içine yerleşen, birkaç gün beraberinde sokak sokak sürüklemek zorunda kaldığın bir film. İzlensin. Güneydoğu’da savaşan 2 genç erkeğin öyküsünü anlatıyor Yazı – Tura. Türkiye’deki erkeklik mitinin karnını deşiyor. Türkiye’deki, i… olmamak için daha fazla, giderek daha da vahşi “erkek” olmak zavallılığını, bu hastalıklı erkeklik saplantısının militer aksesuarlarla ayakta tutma çabasını (ya da militer aksesuarların erkeklik saplantısıyla ayakta tutulma çabasını); taşranın mide bulandırıcı ikiyüzlülüğünü ve taşrada ayakta kalabilmek için gereken duygusuzluğu, en çok da taşradaki konuşamayan erkeğin hazin öyküsünü anlatmış. Savaş ve erkeklik…
Bu ülkenin en berbat, en bedbaht yazı – turası. Bir ölüm tarlasını sürdürmek için birbirini yücelterek, birbirini gazlayarak ayakta duran bir yalan döngüsü. Memleketin bütün erkeklerini hasta insanlara dönüştüren…
Kapı çarpınca koltuğun arkasına atlayıp saklanan; karısını ve çocuklarını “cinnet geçirip” katleden; olmayan bacağının ağrıdığını söyleyen; rüyalarında görmüş oldukları ölülere ağlayan adamlar…
Daha önce de söyledimdi bunu. “Sosyal projeler” yapılıyor Türkiye’de. Kızlar okusun, kızlar toplumsal hayata dahil olsun, kızlar “haydi okula!” gitsin vesaire… Oysa bu ülkenin kadınlar için olduğu kadar erkekler için sosyal projelere ihtiyacı var. Çünkü son 25 yıldır her evden… Sonra şimdi her evde korkmuş, anlatamamış, yaptıklarının, gördüklerinin altında ezilmiş adamlar var. Maruz kaldığı, maruz bıraktığı şiddet yüzünden kendinin eksik olduğuna inanmış erkekler… Sokaktalar. Dolaşıyorlar. Bacaklarını, gözlerini, içlerini kurban ettikleri meselenin kutsal olduğuna, doğru olduğuna inanmak zorundalar. Yoksa “boşluğa” gidecek kaybettikleri. Kimse dayanamaz “olmamış” bir savaş için her şeyini kaybettiğine… Şimdi doluşuyorlar üçüncü sayfa haberlerine. Bir ülkenin oğullarına söylediği en büyük yalan ile…
Ece Temelkuran