Skip to content Skip to sidebar Skip to footer

Author page: cihandro

Engin Olmak

Pazar günlerinin daha güneşli olması tesadüf mü? Az çok tribün kovalamış adam bilir Pazar günlerinin nispeten daha güneşli olduğunu. Psikolojikse psikolojik, ona “Sunday” geyikleriyle gelinmezdi. O günlerde güneş bulutların arasında kalsa bile sokak röportajı kamerasına el sallayan peçeteci çocuk gibi sallar elini arada. Ya da huysuz meraklı amca olur; kırışık kırışık süzer, hare hare. Güneş doğmasa n’olur lan?! Beşiktaş’ın maçı var. Hafif kahvaltı, hızlı sindirilecek besin değeri yüksek gıdalar, biranın midede şişirmeyeceği tercihler. Pazarın kahvaltısı geç, birası erken başlar. Arkadaş da erken arar pazarları. Eğer araba sendeyse, maç da Olimpiyat Stadı’ndaysa anlarsın halden. Aceleye bağımlıdır pazarlar, herhangi bi’ pazartesiden daha pazartesidir aslına bakarsan. Pazar, pazartesinin maç öncesi son taktik antremanıdır. Hangi formayı giyse? İktidar bağlantılı takımla yapılan saha içi maç; klasik çubuklu. Olimpiyat’ın rüzgar panelleriyle dalga geçen Doğa Ana’ya inat bi’ de şişme yelek. Elemanlara da mesaj attı: “Eser orası üstünüze kalın bi’ şeyler alın.” Harun’un çocuksu inadını bildiğinden yedek yeleği almayı da unutmadı; dost canlısı. Köpeği kadar severdi Harun’u ama köpeği onu Harun kadar sevmezdi. Harun’a rol kesebilecek kadar az vakit ayırıyordu çünkü, köpek sürekli ensesinde.

Neşe Doluyormuşcasına…

Gökten üç elma düştü, babası gördü balkondan; çok kızdı. “Her şeyin yeri, zamanı var”. Elmaların birini cebine attı, boş arsaya doğru koşmaya başladı. Hava tam ev ödevlerini ertesi günün ilk teneffüsüne erteleyip boş arsa duvarına kireçle kale çizmelik, Alman kale oynamalık, sonra da en yakın su kaynağına koşu yarışı yapmalıktı. Arsaya koşarken arada gözünü ayırmadan güneşe bakmaya çalışıyor, sonra önüne baktığında geçici körlüğün keyfini çıkarıyordu. Ailenin çekinik genlerinden zorla koparttığı kodlama; küçük şeylerden mutlu olabilme yeteneği. Hatta hiçlikten bile mutlu olabilir, boşluktan falan. Bi’ karadelik onu deli gibi mutlu edebilir mesela. Bisküvinin ortasındaki kremayı ambalajla sıyırıp sadece bisküvileri yese de olur, çubuk krakerin dibindeki tuzlar için sevinçten saçını başını yolabilir. Kimseden bi’ tur bisiklet almasa, kimse ona bisikletini bi’ tur teklif etmese de mutluluğundan eksilmez. Pınar ondan 11 yıl 4 ay büyük diye ağlasın mı yani? Pınar ona bakmıyor diye o Pınar’a gülümsemesin mi? Türkçe hocasının okuttuğu “Tahir ile Zühre”yi ve cebindeki elmayı hatırladı. Elmayı çok seviyordu, elmanın onu sevip sevmemesi hiç umrunda değildi. Elmayı yokladı, yerindeydi.

Hafif Sararmış Beyaz Yaka

“Günaydın” dedi kendi kendine. Yalnızlığıyla şov yapmayı seviyordu. Uykusuzluğun sabahlarında, özellikle 05:00 sularında günün ilk ışıklarını gözünde büyütüyor; belki de milyonların paylaştığı basit bi’ alışkanlığı, uyumamayı melankolik olduğunu düşündüğü ruhuna armağan ediyordu. Ruha da inanmıyordu halbuki ama metafizikle arası pek iyi olmadığından bazen kolaya kaçmak en iyisiydi; tembellik de bi’ ruh hastalığı ve o da ruh hastası olduğunun farkında olan çok sağlıklı bi’ ruh hastasıydı. Ağzındaki at tadını bastırmak için ufak bi’ parça çikolata kemirdi, at tadını özledi; sigarasını yaktı. Camı açtı, dumanı dışarı üfledi, mis gibi rutubetli beton kokusunu içine çekti. Daha iyi hissediyordu. 07:30’da işte olması gerekiyordu, bunun için evden 06:20’de çıkmalı ve buna rağmen poğaçasını metroya yürürken yemeliydi. İşte buna ayar oluyordu. Takım elbisesi kırışmasın diye omzuna asamayıp elinde taşıdığı çanta ve diğer elindeki poğaça iki elini de işgal ettiğinden; öğlene doğru midesini yakacak vişne suyunu yine içemeyecekti. Kimse de çıkıp “Bu mu lan derdin? Gavat!” demiyordu, kimseyle o derece samimi olmamasının avantajıydı bu. Tüm bunları düşünürken on dakika daha kaybetti. Önceki gece üşenip ütülemediği gömleğini ütüledi, yakın renkte kravat seçimini yaptı. Haftayı üçe bölüp giydiği üç takımından birini seçti. Pazar günleri tatil olduğundan her takıma iki mesai günü düşüyordu, bu da tatmin edici bi’ ortalamaydı. Beş saniyeliğine de olsa dişlerini fırçalayıp fırçalamamak arasında gidip geldi, ağzında hala at tadı vardı, fırçaladı. Biraz aynaya baktı. Gerçekten çok çirkindi, kendini kandıramayacak kadar. İnsan çirkin olduğunun farkındaysa ve biraz zekiyse başka yollar arar kendine karşı cinsle ilişkilerinde, hatta tüm sosyal ilişkilerinde. Çirkinliği kabullenip kabuğuna çekilmezse gittikçe çeneye vurur, sosyalleşir, “yakışıklı değil ama sempatik” bile olabilir. Mesela kısa boylular; tabii ki kısa boylular çirkin değil ama uzun boylulara oranla daha sempatik, yatakta daha iyi vs. olmalarıyla prim yapmak yerine uzun boylulardan daha kısa olmalarını dert ettiklerinden çoğu hırs küpüne döndü yıllarca. Neredeyse bütün diktatörler kısa boylu oldu, müdürler kısa boylu oldu, en iyi okulları kısalar kazandı, şovmenler, şarkıcılar... Dünyayı eşit ağırlıkçılar değil, kısa boylular yönetiyor.