Hafif Sararmış Beyaz Yaka
“Günaydın” dedi kendi kendine. Yalnızlığıyla şov yapmayı seviyordu. Uykusuzluğun sabahlarında, özellikle 05:00 sularında günün ilk ışıklarını gözünde büyütüyor; belki de milyonların paylaştığı basit bi’ alışkanlığı, uyumamayı melankolik olduğunu düşündüğü ruhuna armağan ediyordu. Ruha da inanmıyordu halbuki ama metafizikle arası pek iyi olmadığından bazen kolaya kaçmak en iyisiydi; tembellik de bi’ ruh hastalığı ve o da ruh hastası olduğunun farkında olan çok sağlıklı bi’ ruh hastasıydı.
Ağzındaki at tadını bastırmak için ufak bi’ parça çikolata kemirdi, at tadını özledi; sigarasını yaktı. Camı açtı, dumanı dışarı üfledi, mis gibi rutubetli beton kokusunu içine çekti. Daha iyi hissediyordu. 07:30’da işte olması gerekiyordu, bunun için evden 06:20’de çıkmalı ve buna rağmen poğaçasını metroya yürürken yemeliydi. İşte buna ayar oluyordu. Takım elbisesi kırışmasın diye omzuna asamayıp elinde taşıdığı çanta ve diğer elindeki poğaça iki elini de işgal ettiğinden; öğlene doğru midesini yakacak vişne suyunu yine içemeyecekti. Kimse de çıkıp “Bu mu lan derdin? Gavat!” demiyordu, kimseyle o derece samimi olmamasının avantajıydı bu. Tüm bunları düşünürken on dakika daha kaybetti. Önceki gece üşenip ütülemediği gömleğini ütüledi, yakın renkte kravat seçimini yaptı. Haftayı üçe bölüp giydiği üç takımından birini seçti. Pazar günleri tatil olduğundan her takıma iki mesai günü düşüyordu, bu da tatmin edici bi’ ortalamaydı. Beş saniyeliğine de olsa dişlerini fırçalayıp fırçalamamak arasında gidip geldi, ağzında hala at tadı vardı, fırçaladı. Biraz aynaya baktı. Gerçekten çok çirkindi, kendini kandıramayacak kadar. İnsan çirkin olduğunun farkındaysa ve biraz zekiyse başka yollar arar kendine karşı cinsle ilişkilerinde, hatta tüm sosyal ilişkilerinde. Çirkinliği kabullenip kabuğuna çekilmezse gittikçe çeneye vurur, sosyalleşir, “yakışıklı değil ama sempatik” bile olabilir. Mesela kısa boylular; tabii ki kısa boylular çirkin değil ama uzun boylulara oranla daha sempatik, yatakta daha iyi vs. olmalarıyla prim yapmak yerine uzun boylulardan daha kısa olmalarını dert ettiklerinden çoğu hırs küpüne döndü yıllarca. Neredeyse bütün diktatörler kısa boylu oldu, müdürler kısa boylu oldu, en iyi okulları kısalar kazandı, şovmenler, şarkıcılar… Dünyayı eşit ağırlıkçılar değil, kısa boylular yönetiyor.
Ama o kısa boylu bile değildi. Hem çirkin hem de uzundu. Ayrıca çirkinliğini bastıracak bi’ girişimi de yoktu. Bu yüzden şirketteki stajyer kız bile onun için büyük hedefti. Aynada stajyer kızın gözlerini görür gibi oldu, gözlerini kaçırdı, saate baktı, çıplak ayakları parkelere yapışa yapışa odasına gitti. Yine önce pantolonu giydi yanlışlıkla, gömleği içine sokmak yine zordu. Çok fazla “yine” vardı hayatında, hep aynı hatalar.
Evden nihayet çıkabildi, yol üstünde poğaçasını aldı ve metroya yöneldi. İnsan kalabalığının metro durağı istikametine olan hareketi ona güven veriyordu, peşlerine takılmayı da çok seviyordu. Bu onda hem yalnızlık hissini azaltıyor, hem de rutinini farklı hayatlarla paylaşma fırsatı yaratıyordu. Kendisi gibi koşuşturan “casual” giyimli simitli-poğaçalı plaza sakinleriyle rutubet kokulu metro seanslarına bayılıyordu. İnsanları gözlemlemeye de. Mesela neredeyse her gün aynı metroya bindiği komşusuyla özellikle aynı vagona biniyor, aynı kravatı iki gün üst üste takıp takmadığını kontrol ediyordu, hastasıydı bunun.
Metro durdu ve inenlerin önceliği vardı, binenlerin de inenlere öncelik tanımama alışkanlığı. Bu topraklarda oturulacak koltuklar her zaman cezbedici olmuştur inilecek durak bilinse de. Yürüyen merdivenlere ilerledi, solda duranları uyardı, hızlıca devam etti. Metronun bile bi’ raconu, bi’ rutini var bu şehirde. Şehir rutindi, her rutini ayrı farklılık. Bu kadar farklı renk sürrealist tablo da süslerdi, reklam filmi de. Kalabalık her zaman reklam filmini seçti. Bu da aç sanatçıların ağız kokusuyla, reklamcıların bok kokusunun ahenksiz bir toz bulutu oluşturmasına sebepti.
Ofise girdiğinde günün mahmurluğunu daha fazla hissetti, stajyer kızın kahvesinde şeker olup erimek istese de “Günaydın…” deyip geçti. Her cümlesi üç noktayla bitecek kadar şiirsel adam olmanın gururuyla masasına oturdu. Önceki günden mantar panosuna astığı notlara göz gezdirdi ve iş disipliniyle tekrar gurur duydu. “şunok elrüdüm” yazısını görene kadar da keyfi yerindeydi. Yazıyı ters asmıştı panoya. Önceki gün öğle arasında kahvesine viski koydurmuş, tek kahveyle de yetinmeyip dönünce bunu yazmıştı. Şirketteki konumundan memnun değildi, müdürü ise varlığından haberdar değildi. Yokluğu her zaman daha cazipti. Kravatını düzeltti, pantolonunun fermuarının açık olup olmadığını kontrol etti(geçen sene açık fermuarla sunum yapmıştı), boğazındaki balgamı temizledi; temizlik yutmaksa eğer. Kalktı ve müdürün odasına yöneldi, kapıyı çaldı.
“Gir”, dedi oda içi ses; “tabi gireceğim” dedi içinden. “Günaydın Cemil Bey müsait misiniz?” derken iç sesi daha da yükseliyordu. Tabi müsaitti, ondan gelen Candy Crush oyun isteklerinin anlamı ne olabilirdi ki? Müdürü hatrı sayılır bi’ üniversiteyi bitirmiş, üniversite giriş sınavındaki performansı sebebiyle nispeten daha düşük performanslıların iş dünyasındaki performanslarını değerlendirme şansı kazanmıştı ve yavşağın tekiydi. Hatta yavşak onun için bi’ iltifattı, “yavşak” dese müdürünün gülümseme ihtimali vardı; şaka şaka.
“Hoşgeldin.” dedi müdür, “ben de seninle konuşacaktım”. Masanın arkasından iki yanak ve yorgun yalnız göbek hep bi’ ağızdan konuşuyorlardı. Cümlelerin arasından “bazı departmanlar, küçülme, kriz, teşekkürler” gibi anahtar kelimeleri seçti. Bu kendi jargonlarıydı. Üst düzey yönetici “Ya kovarız 1-2 tanesini olur biter, nedir yani?” demez, onun yerine “Kriz sürecindeki şirketimizde örgütsel küçülme yollarına gitmeliyiz”i kullanır.
Odadan çıktı. Amerikan filmlerindeki gibi masasından koliyle toplayacağı eşyalar yoktu. Ceketini aldı kapıya yöneldi. Devreleri yanmıştı, çok özgür hissediyordu. Stajyer kızla göz göze geldi. Yaklaştı. “Müdüre hasta olduğunu söyleyip izin istesene, bi’ şeyler içelim. Sonra bana gider film falan izleriz.” dedi. Söylediğine kendisi kızdan daha fazla şaşırmıştı. Kızın kafeinli dudaklarında birazdan apartman zillerine basıp kaçacak çocuk gülümsemesi belirdi. “Keşke cesur adımlar atmak için yere düşüp dizlerimizin parçalanmasını beklemesek, zamandan tasarruf için yani”. Müdürün odasına uğramadan çıktılar.
Arkadaşım merhaba. Anladığım kadarıyla hikayenin sonu bafiyle bitiyor?
@cihandro, hoşgeldin. nefis olmuş yazı. ekmeksiz gitti…
@chuck KözVar.avi @dea hoşbulduk abi, sağolasın.
Şukuladım. NAYSSMIŞŞŞ!!1!