Similar Posts

18 Comments

  1. İnsanoğlu çiğ süt emmiş mirim, AKP Tübitak’a demokrasi getirmek istiyor, ama kimseye yaranamıyor. Siz solculara kalsa AKP Tübitak’a demokrasi getirmesin, ABD Irak’a demokrasi getirmesin. Ortaçağ karanlığında yaşasın herkes…

  2. Gorevine son verilenlerin neden Sarayburnu’ndan cuvala konarak, denize atilmadiklarini merak ediyorum. Neticede bu da bir gelenek. Surdurulsun.

  3. AKP’nin önde gelenleri çocukken köşe kapmaca oyunlarına dahil edilmediklerinden içlerinde bir yara kalmış ve büyüyüp “devlet adamı” olduklarında “bütün köşeler bizim olmalı, intikamımızı almalıyız” düşüncesiyle hareket etmektedirler kanaatindeyim…

    Kapılacak köşe de kalmadığına göre artık misyonları sona ermiştir; en azından öyle umuyorum:)

  4. kadrolaşma konusunda çok profesyonel çalışıyolar bunda iktidar partinin sağladığı güçte ortada.
    zaten şu veto olayıda çok saçma arkadaş,adam 2.defa veto edemiyor o zaman birinci vetonun ne anlamı var.aynısı bir daha yolla tak geçiversin,mahkemeye itiraz edene kadar yürürlüğe girmiş yasaya göre hareket imkanı tanısınlar.cumhurbaşkanını sallamayacaksan şekilden olsun diye veto kararını da kaldırın bari,ha şimdi veto edecek bi başkan da yok ya.

  5. Pek tabii AKP’nin kadrolasmasi elestirilmelidir, buna sesli muhalefet de edilmelidir, fakat bu sorun AKP ile ortaya cikmis ve AKP ile beraber gidecek bir sorun degil. Sorunun nedenini iyi tahlil etmek gerekiyor yoksa sunulacak receteler memleketi iyilestirmek yerine daha da hasta kilacak. Turkiye’de siyasetin yurume sekli ve siyasetcilerin ve halkin siyaseti algisi kadrolasma sorununu ortaya cikariyor. Kadrolasmanin sebeplerinden birisi de devletci gelenek. Bir siyasi parti iktidara geldigi zaman burokrasinin basina gecmis oluyor ve burokrasinin tamamen kendi siyasi gorusleri ile paralel calismasini umuyor. Olaya boyle bakinca kadrolasan partileri suclayacak bir sey bulamayiz hatta, sonucta Tubitak’in basina da manav getirmiyor. Sorun Tubitak gibi bir kurumun burokrasi semsiyesi altina girmis olmasi. Ayni seyler YOK, TDK gibi baska kurumlar icin de gecerli. Mumkun oldugu kadar ozerk olmasi gereken bilim kurumlari bizde devlet ile o kadar ic iceler ki, iktidara gelen bir partinin kadrolasmaktan baska sansi yok.

    Su yukaridaki tablo icler acisi. Bilim uretmesi gereken insanlar mahkemeden cikmamis, adamlarin kariyeri surekli meclis grup toplantilarinda belirlenmis. Bakiyorum su sansur olayinda ismi gecen baskanin cv’sine, benim 5 sene once doktora almis hocamin 4 kat fazla makalesi var adamdan. Turk bilimadamlarinin su tabloyu gorup yurda donup bilim yapmasini beklemek imkansiz.

  6. Dea ilk defa mı başbakanlık tarafından atama yapılıyor o kuruma? Daha önce de yapılmamış mı? İnönü yapmamış mı misalen zamanında?
    Kadrolaşma işini her siyasi iktidar yapıyor. Cumhurbaşkanı seçilenler de kendi kafasına göre rektör ataması yapmıştır. Ahmet Necdet Sezer de, Abdullah Gül de.
    İlk defa görülen şeyler bunlar çok şaşırdım. 🙂

  7. Dea ilk defa mı başbakanlık tarafından atama yapılıyor o kuruma?

    Atama işini Turgut Özal çıkarmıştır. Onun öncesinde Bilim Kurulu kendisi seçiyordu başkanını. Özal’dan sonra koalisyon iktidarı döneminde İnönü’ye bağlıydı kurum. Ve o iktidar, başbakan atamasını “kurul seçsin, başbakan atasın” yönünde değiştirdi. Bir nevi teamül. En azından Özal’ın sisteminden daha mantıklı. Ha noldu sonra, Refahyol geldi, Özal sistemine geri dönüldü. Ya 28 Şubat dönemi, ya da sonrasındaki DSP-ANAP-MHP koalisyonunda bu durum yine “kurul seçer, başbakan atar”a döndü… Burdaki sorunda kurulun seçmesi, ama başbakanın atamaması. Bir de, yetkisi olmamasına rağmen bunu seçin diye öneride bulunması…

    “O yapıyordu, bu da yapıyor” nasıl bir savunmadır allah aşkına? O halde o yaptı, bu yaptı diye Türkiye Cumhuriyeti’nde kadrolaşmak meşrudur diyebilir miyiz? Bundan sonraki her hükümet, ee ama onlar yaptı, biz de yapacağız savunmasıyla gelebilir o halde?

    Misal DTP iktidar olsa, bun kadrolaşmadan rahatsız olamayacağız aynı şekilde? Malum biz Türkler yaptık, şimdi de Kürtler yapsın 🙂

  8. TÜBİTAK’ta gerçek

    Şeriat-bilim karşıtlığına çekilen TÜBİTAK kavgası, bürokratik kafaların bilimi dışlamasının bir sonucu

    26/10/2003

    Bugün TÜBİTAK Başkanı’nın Başbakan tarafından atanmasını bilime ve laik rejime müdahale gören YÖK Başkanı Profesör Kemal Gürüz, bakın Kasım 92’de TÜBİTAK Başkanlığı’ndan istifası öncesi neyi savunuyordu: “Başkan ve yönetim kurulu seçimle değil atamayla gelmeli. Bilim Kurulu’nun seçimiyle gelen TÜBİTAK yönetimi bilim üretemez. Bilim adamının böyle bir TÜBİTAK’ta yeri yok.”
    Gürüz, ‘Bilim, bilim için değil, sanayi için yapılır’ sloganıyla TÜBİTAK’ı ‘kârlı bir kuruluşa çevirmek için 1987’de yasasını değiştiren ANAP’lı Başbakan Turgut Özal tarafından doğrudan atanmış TÜBİTAK Başkanı’ydı. Yıl 1992’ye geldiğinde iktidarda DYP-SHP koalisyonu vardı. Başbakan Süleyman Demirel’di. TÜBİTAK, kendisi de ODTÜ kökenli bir fizik profesörü olan Erdal İnönü’ye bağlıydı. Üniversiteye kulak veren İnönü, TÜBİTAK yönetimine Bilim Kurulu tarafından seçilen ismin Başbakan tarafından atanmasından yanaydı. Daha önce Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde sağcı-ülkücü kadrolaşma nedeniyle suçlamalara maruz
    kalan Gürüz’ün TÜBİTAK yönetiminden uzaklaştırılmak istendiği de konuşuluyordu. Gürüz, bu durumu kendisine yönelik bir komplo olarak değerlendirerek istifa etti.
    1993 Eylül’ünde yapılan yasa değişikliği ve Bilim Kurulu’nun seçimiyle vekil olarak görev yapan, yine ODTÜ kökenli, uluslararası isme sahip matematik profesörü Tosun Terzioğlu başkan oldu. Terzioğlu, İnönü gibi sosyal demokrattı. Bu durum da uzun sürmedi. 1995 seçimlerinin ardından kurulan Refahyol hükümetinde TÜBİTAK, Refah Partili Devlet Bakanı Sabri Tekir’e bağlandı. Erbakan’ın ‘Adil Düzen’ görüşünün müelliflerinden olan Tekir, hemen Özal’ın ’87 yasasına dönüşü öngören, ‘atama’ usulü doğrultusunda bir yasa değişikliğine girişti.
    Ancak TÜBİTAK’ın görev süresi beş ay önce bitip hükümetçe yeniden atanmayan Başkanı Namık Kemal Pak’ın deyişiyle, ‘Koalisyon hükümeti olmasının ve o dönemin imkânları kullanılarak’, Kasım 96’daki bu girişim ‘püskürtüldü’. Terzioğlu istifa etti. Tartışmaların ardından, Eylül 97’de Profesör Dinçer Ülkü’nün ataması onaylandı. Ancak 28 Şubat süreci başlamıştı. Refahyol’un yıkılması ve 1999 Nisan seçimleriyle gelen DSP-MHP-ANAP koalisyonunda TÜBİTAK, MHP lideri Başbakan Yardımcısı Devlet Bahçeli’ye bağlandı. Bahçeli’nin, Ecevit ve Yılmaz’ la mutabık kalarak Bilim Kurulu içinden Haziran 99’da atadığı isim profesör Pak’tı. O da ODTÜ’den, uluslararası isme sahip bir fizikçiydi.
    Pak, görev süresi bittikten sonra Bilim Kurulu tarafından yeniden seçildi. Ama 2002 Kasımı’ndaki seçimlerde AKP hükümeti işbaşına gelmiş, Başbakan Tayyip Erdoğan TÜBİTAK’ın (yasasının 1’inci maddesinde yazıldığı gibi) kendisine bağlı olmasını istemişti. Haziranda görev süresi dolan ve yeniden atanan Pak’ın 2. dönem başkanlığını onaylamadı.
    ‘Kriz’ de buradan patladı.
    Erdoğan, 12 kişilik Bilim Kurulu’nda altı üyenin görev süresinin dolduğuna, dolayısıyla yedi üyelik oy çoğunluğu olmaksızın seçim yapıldığına dayanarak atamayı yapmadığını söylüyor.
    Bu sorunu aşmak için ‘bir defalığına’ 87’de Özal’ın uyguladığı gibi
    ‘Başbakan ataması’ yoluyla TÜBİTAK Başkanı atanması için yasa tasarısı hazırladı. Tasarı geçen hafta TBMM Milli Eğitim Komisyonu’nda çoğunluk sağlanamadığı için görüşülmedi. Bu hafta da muhtemelen Cumhuriyet Bayramı nedeniyle görüşülemeyecek ve sonraki haftaya kalacak. Ama yasanın Erdoğan’ın istediği şekilde çıkacağı anlaşılıyor.
    Pak’ın başarılı bir enerji fizikçisi olduğunu yıllar sonra bu vesileyle hatırlayan (bu kavramın ne olduğunu sorsanız söyleyemeyecek) bazıları, bu tartışmayı da hemen laik-şeriatçı tartışmasına dönüştürmek istedi. Başbakan’ın atamak istediği Prof. Nüket Yetiş, adeta TÜBİTAK’ta şeriatçı örgütlenmeyi gerçekleştirecek ajan olarak gösterilmek isteniyor.
    Oysa (Pak’ın da ‘Arkadaşımızdır, göreve biz getirdik’ dediği) Yetiş, halen TÜBİTAK’a bağlı, Gebze’deki Türkiye Sanayi Sevk ve İdare Enstitüsü (TÜSSİDE) Müdürü. Amerikan Kız Koleji, Boğaziçi Endüstrisi Mühendisliği mezunu, Marmara Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Dekanlığı yapmış, liberal bir aydın. Önemli Silahlı Kuvvetler projelerinde görev almış. Eşi Prof. Önder Yetiş ise neredeyse tamamen TSK ile çalışıyor. O da TÜBİTAK’a bağlı Ulusal Kriptoloji Enstitüsü Müdürü. Yani Genelkurmay’dan Dışişleri ve MiT’e dek devletin gizli haberleşmesinde kullanılan, Amerikalıların bile kıramadığı şifreleri kuranlardan biri. Yani Nüket Yetiş’ in şeriatçı komploya alet olmasını beklemek sürpriz olur.
    Diğer yandan husumetlerle dolu akademik dünyada Pak’a düşman olanlar bu fırsatı ganimet bilerek TÜBİTAK’ı hedef almaya başladı. Son yıllarda TÜBİTAK’ın, özellikle popüler bilim, bilimi halka sevdirme alanında yaptıkları, uzay çalışmaları, sanayi ile işbirliği küçümsenmeye, yok sayılmaya başlandı. TÜBİTAK’ın giderlerinden asıl görevi olan araştırma-geliştirme projelerine yeterince pay ayrılmıyor olması gibi haklı eleştiriler bu arada kaynadı gitti.
    TÜBİTAK krizinin adını doğru koymak lazım. Burada bir inatlaşma olduğu doğru. Ama bu inatlaşma daha çok Erdoğan’ın “Hükümet benim. Yetkisi düşmüş bir kurulun seçimini onaylamak zorunda mıyım?” bakışından kaynaklanıyor. Yoksa TÜBİTAK Yasası’nın 1’inci maddesi ‘idari ve mali özerkliğe sahip ve Başbakan’a bağlı’ olduğunu belirliyor zaten. TÜBİTAK kavgası ilk kez olmuyor. Bilim insanlarımız daha çok araştırma yerine daha çok makam peşinde oldukça, bu son kavga olmayacak gibi. Nasıl 1992’de Gürüz’ün dediği gibi “Artık TÜBİTAK bitmiştir” sözü doğru çıkmamışsa, Yetiş’in gelişiyle de TÜBİTAK çökecek değil. Ama Türkiye’nin artık bürokratik kavgayı bırakıp gerçek araştırmaya eğilmesi gerekiyor. Bilim ve teknolojide
    gerçekten hak etmediğimiz kadar gerideyiz. Yazık oluyor.

    Murat Yetkin (Radikal)

  9. @werdure

    Ben gerçekten senin neyi ne amaçla savunduğunu anlamakta güçlük çekiyorum:)
    -Öncelikle buradaki konu “kadrolaşmadan” ziyade Harun Yahya’cı bir zihniyetin ülkenin en önemli düşünce ve bilim üreten kurumunu ele geçirme sorunu.
    -Kadrolaşma ise başka bir başlık altında tartışacağımız bir sorun. Şu var ki 2002 yılında RTE ilk iktidara geldiğinde ilk savaşacakları kavramın “bürokratik oligarşi” olduğunu beyan etmişti. Ve ben de “ulan şu politikacıların içinde ilk defa tutarlı bir şey söyleyen,sorunu gerçekten çözebilecek doğru bir yaklaşım sergileyen” bir kişi olduğuna inanmıştım. He yapar mıydı ona zaten inanmamıştım da en azından sorunun nerede olduğunu çok somut bir biçimde dile getirmişti. Aradan geçen 7 senede gördüğümüz gibi RTE’nin böyle bir hedefi olmadığı aksine bürokratik oligarşiyi kendi ideolojisi doğrultusunda sağlamlaştırdığını çok rahat söyleyebiliriz. O yüzden o yaptı ben de yaparım diye “kayıkçı kavgasına” girmeye gerek yok. Sorunun çözümü gayet net. Ve bunu da buradaki herkes biliyor. Yani sadece senin düşünce eksenindeki insanlar “demokrasi sevdalısı” değiller. RTE bu kadrolaşmayı kaldırdı da biz mi onu eleştirdik. Hayır aksine eleştirdiği bir süreci kendi başa geldiğinde kendisi kurdu.
    -Burada yazı yazan fikrini özgürce ifade eden herkes zaten bürokrasi’nin hantallığından müzdarip. Aynı şekilde buradaki herkes askeri darbelere karşı. Ama darbe sadece “askeri” olmaz. “Sivil Darbe” kavramını da es geçmemeliyiz. Buradaki tepkiler yaşanan hukuksuzluğa karşı başkaldırışlardır.(Çoğunluğun azınlığa tahakkümü) Yoksa kimsenin darbeci generalleri veyahut kadrolaşmayı savunmak gibi bir derdi yok. Aksine bunun tam tersi bir düşünce eksenine sahipler. Fakat şundan da eminim ki bu gün hem bürokrasiden hem de derin devletten şikayetçi olan odaklar,
    1)Kendi kadrolaşmalarının
    2)Kendi derin devletlerinin oluşturma derdindeler. yani demokrasi onlar için AMAÇ değil ARAÇ.

  10. Bana ne Kemal Gürüz’den nasıl oraya geldiğinden… Ben “laik birisi katakulli ile gelsin, aman gerici birisi gelmesin” derdinde değilim ki. Her zaman yaptığını yapıyorsun, bana bir yafta yapıştırıp, kendi koyduğun yaftaya muhalefet yapıyorsun. Derdim gayet açık değil mi benim? Bu adamlar Tübitak’ı almak için özel gayret gösterdiler, sebebleri de o kadar belli ki… Şimdi çıkıp hayır yapmıyorlar, öyle bir niyetleri yok, sıradan bir atama diyemiyorsun da, yok gürüzmüş, yok bilmemneymiş, topu kanatlara yayıyorsun. Gel şu ortasahaya, kıran kırana mücadele edelim?

  11. Kemal Guruz bu ulkede vatanseverim diyen insanin “siyasi anlamda” savunacagi son insandir, bilemedin sondan ikincidir…

  12. Söylediklerim açık. Kendimi ifade edemiyorum sanırım.

    Her iktidar kendi kadrolarını yaratır. İktidar değiştiği zamanda bu kadrolar değiştirilir. Örneklemelerini yukarıda verdim zaten. Savunduğum bir şeyden ziyade tespitimi söylüyorum diyelim.

  13. Bana karşı tez yazıp yazıp, bunlar savunma değil tespit dersen yemiyoruz be canım cicim o pozları…

    Şimdi çıkıp Akp’nin Tübitak saldırısından dem vurmadıktan ve hatta buna savunmalar geliştirdikten sonra hangi toplumsal ya da kamusal duyarlılığına saygı bekliyorsun?

    Her g*tün bir s*kicisi vardır verdur, unutma… Yarın sıra sana da gelirse hani adalet, hani etik, hani ahlak diye diye, gözün yaşlı kalakalırsın..

  14. Allah tan yazdığım yazılar yukarıda ve edit şansım yok. 🙂
    Zamanı gelince herkes yaptı, yapıyor ve yapacaktır. Şu yapmaz de bana onda birleşelim. Yersen.

  15. Olm bu yazdığın yorumlarla anca Altar’ı çekersin yanına… Az biraz sonra arar beni nasıl koymuş verdur lafı der… Anca o yani 🙂

  16. Konya Selçuk Üniversitesi rektör seçiminde Ahmet Necdet Sezer 70 oy olan aday yerine 20 oy alanı atamıştı, tek nedeni de adamın Atatürkçü Düşünce Derneği başkanı olmasıydı.

  17. Peki oturalım, etik nedir onu tartışalım.

    Şimdi sen AKP’sin, tüm siyasi söylemlerini bize haksızlık yapılıyor, eziliyoruz, tanınmıyoruz, ikinci sınıf vatandaş muamelesi görüyoruz üzerine yapıyorsun.

    Elindeki malzeme de, misa, “bak en çok oy alan adayı eşi türbanlı diye rektör atamadılar, biz müslümanlara zülm ediliyor” şeklinde…

    Gayet haklı, gayet makul, gayet yerinde…

    Şimdi müktedir olan sensin, atama yetkisi sende… Çıkıp şikayetçi olduğun herşeyi düzeltme hakkın var. Dokunulmazlık, oligarşik bürokrası, insan hakları, demokrasi, düşünce özgürlüğü vs. vs. vs.

    Ama ne yapıyorsun, selefinin yaptığı ve senin şikayetçi olduğun, tüm mücadeleni üzerine yaptığın konuda selefinin yaptığını yapıyorsun. İşte rektör atamaları, işte bürokrat atamaları, işte tübitak atamaları. Bir zamanlar nasıl türbanlı bir eşe sahip olmak atanmama sebebi ise; bugün türbanlı eşe sahip olmamak atanmama sebebi.

    Burası da anlaşılır, burası da makul görülebilir, burası da yerinde sayılabilir.

    Dün senin yaptığın gibi, ama tersinden, bu oligarşi ile mücadele edenlere de utanmadan, sıkılmadan, arlanmadan, yüzün kızarmadan “Ahmet Necdet de yaptı ki… Onlar kadrolaşmadı mı? Şimdi sıra biz de…” diyorsun. Ben bunu da anlayabiliyorum, yanlış anlaşılmasın…

    Ama anlamadığım, AKP dışındaki kitleler, Ahmet Necdet Sezer, ya da adı herneyse o günkü müktedirlerin atamalarına ölümüne karşı çıkanlar, bugün aynı stratejik ama tersten atamaları savunurken, yine Ahmet Necdet Sezer’e giydiriyor… “O yaptıydı…” Hadi ya…

    Yahu kardeşim, Ahmet Necdet Sezer de yaptıydı ki diye meşruiyet kazandırmaya çalışacağına, Ahmet Necdet Sezer yaptığında nasıl muhalefet yapıyorsan, o şekilde muhalefet olsana?

    Bak bunu AKPlilere söylemiyorum, onların ki müthiş bir açgözlülük ve eziklik ile kaleleri zaptetme, fethetme içgüdüsü… Anlaşılır buluyorum. Benim sözüm muhalefet etmesi gerekenlere… Sözde aydınlara, sözde entellektüellere, sözde septiklere, sözde solculara, sözde akıllı, sözde mantıklılara…

    Birisi de çıksın, “ama Ahmet Necdet Sezer de yaptı”dan daha öte bir cümle kursun. En azından Ahmet Necdet Sezer’e karşı nasıl cümle kuruyorsa aynısını kursun…

    Yoksa benim midem bulanıyor. Yapmayın! Sabah yumurta yedim, ayıptır söylemesi, kendi felahınız için yapmayın!

Comments are closed.