Çakıcı da dağdan iniyor
Mor fesi giymem diyor
Varmayın Çakıcı’nın yanına
Sovan gibi doğruyor
Ona da Çakıcı derler
Yar fidan boylu
Her yanı fişek dolu
“Tarih tepedekilere yeterince hizmet etti, sınırlarını genişletiyor artık. Çoğunluğun, halkın, toplumun, toplumların sesini duyurma yoluna” diyen
Salih Özbaran, dünyada “eski tarih” olarak nitelenen ve ülkemizde hâlâ “egemen” olan siyasi, askeri ve diplomatik tarih anlayışını eleştiriyordu.
Ülkemizde son yıllara gelinceye kadar sultanların, vezirlerin ve elit tabaka gibi küçük bir kesimin bitmek bilmeyen serüvenleri tarih diye sunulurken bu çalışmalarda sessiz milyonların, yani “insan”ın tarihine ilişkin ufak tefek bilgi kırıntılarına dahi rastlanamıyordu.
Türkiye’de, “Annales” ekolüyle ilk olarak ilgilenmeye başlayan bilim adamlarından biri olan Ö.L.Barkan, “devletin tarihini değil, halkın tarihini yazmak” gereklidir derken; daha 1950’lerde “sosyal tarih”in önemini vurguluyordu.
Anadolu coğrafyasında yaşamış insanların tarihine sosyal açıdan bakılırsa; gözümüzün önünde sürekli bir manzara yer alır ki, o da “ayaklanma”, “başkaldırı” ve “direniş”tir. Anadolu tarihinde, 13. yüzyılda Baba İshak’tan başlayıp, 20. yüzyılda Çakırcalı Mehmet Efe, Yörük Ali Efe, Tekelioğlu, Kamalı, Çamlıcalı, İnce Mehmet ve bunların yanında adları bilinen, bilinmeyen bin, on bin hatta yüz binlerce kişi neden “başkaldırır” ve kelleyi koltuğa alarak ölümcül bir mücadeleye girişir ve “baş verir” ?
19. ve 20. Yüzyıl Osmanlı tarihi, bir anlamda sürekli ayaklanmaların da tarihidir. İmparatorluk coğrafyasında, ayaklanmalar hiç tükenmezken, Ege bölgesi “sosyal” içerikli ayaklanmalara zemin olmuştur.
Eşkıyalık, hiç kuşkusuz sakat düzenlerin ve hasta toplumların ortaya çıkardığı evrensel bir olgudur. Merkezi devlet gücünün çeşitli iç ve dış nedenlerle zayıf düşmesiyle ekonomik ve sosyal yasalar geçersiz hale gelir, her çeşit haksızlık alıp yürür.
Sosyal eşkıyalık ise bir tepki ve direnç kurumu olarak, kır/köy insanının, denetleyemediği merkezi otoriteye ve ona bağlı olan ya da ona dayanarak yaşayan yerel otoriteye başkaldırışın simgesi yani sosyal protestonun en ilkel biçimidir.
İngiliz sosyal tarihçisi Hobsbawn, sosyal eşkıya-halk birlikteliğini şu cümle ile belirtiyor: “Sosyal eşkıyalar halkları için Napolyon ve Bismark’tan daha önemliydiler ve onlar için özlem ve gurur dolu türküler yakıldı”.
Pertev Naili Boratav’ın (Cumhuriyet,1977) yazısında dediği gibi “halk gerçekten kahramanlarını seçer, elbette bir tavuk hırsızı, hiçbir zaman Köroğlu, ya da Çakırcalı gibi kahraman ilan edilmemiştir”.
Yaşar Kemal’e göre toplumun eşkıyaya hayranlık duyma nedeni; “kurulu düzenden büyük çoğunluğu zarar görmüş toplumların düzene karşı direniş ihtiyacıdır”. Kemal Tahir’e göre ; “Eşkıyalık çoğu zaman devletin vazifesini göremediği yerlerde görülür”.
Eşkıyalık bir anlamda özgürlük demektir. Ancak, bir köy toplumunda çok az insan özgür olabilir. Köylüleri otorite ve baskının kurbanları yapan ekonomik zayıflıklarından çok, hareketsiz olmalarıdır.
Eşkıya çetelerinin insan kaynağını genellersek: gençlerin, çobanların, topraksız köylülerin, eski ve kaçak askerlerin çeteye girme olasılığı yüksektir. Bir de bireysel isyancılar vardır, onlar köylünün toplumsal rolünü kabul etmeye yanaşmayan kişilerdir.
Yaşar Kemal’e göre; eşkıya da bir insandır ve toplumsal konumları gereği, “korku ve sevgi” yaşatır onları.
Eşkıya’nın imajı çok önemlidir:
– Erdemli eşkıya, yasadışı mesleğine bir suç işleyerek değil, haksızlılığın kurbanı olarak ya da halk geleneğinin değil, otoritelerin suçlu bulduğu bir hareket yüzünden zulüm görerek başlar.
– Erdemli eşkıya haksızlıkları düzeltir.
– Zenginden alıp yoksula verir.
– Kendini savunma ya da haklı bir öç alma dışında hiçbir zaman insan öldürmez.
– Eğer yaşarsa onurlu bir vatandaş ve topluluk üyesi olarak halkına geri döner.
– Halk ona hayranlık besler, yardım eder ve destek verir.
– Çoğunlukla ihanet yüzünden ölür.
– En azından teoride, görünmez ve kurşun işlemez bir kişidir.
– Adaletin kaynağı olan kral ya da padişahın değil, yerel otoritenin, memurların ya da diğer baskı uygulayıcılarının düşmanıdır.
Haksızlıkla ya da zulümle karşılaştığında uysallıkla iktidara ve toplumsal açıdan üstün olana teslim olmayıp, direnen “saygın adamlar”, toplumun sıradan insanından farklı olduğunu göstermek için giysi ve eşyalarında “sembolizme” büyük önem verirler. Türk “zeybeklerin” aşırı şatafatlı giysileri ve silahları, ayrıca Balkan haiduk, Yunan klepht ve İtalyan bandittilerinin altın, gümüş ve çelik süslemeli giysileri, göz alıcı tabanca, tüfek, kılıç ve kamaları bu “sembolizm”in simgeleridir. Eşkıyanın dış görünüşü “bu adam evcil değildir” kavramını pekiştiren bir sembolizm taşır.
“Üzgünüz, doğru, ancak bu her zaman zulme uğramış olmamızdandır. Kibar takımı kalem, biz ise silah kullanırız; onlar toprağın, biz ise dağların beyleriyiz.”*
“Kurt bunalırsa köye iner,
Kul bunalırsa dağa çıkar”**
19. Yüzyıl biterken Osmanlı İmparatorluğu.
Ege’de Eşkıyalar başlıyor!
*Bu sözler Roccamandolfi’den yaşlı bir haydut olan Molise tarafından söylenmiştir.
** Türk atasözü
Cakici Efe(Cakircali Mehmet Efe)'nin hikayesini(efsanesini) Yasar Kemal'den de mutlaka okuyun. "Cakircali Efe" hayatimda okudugum en guzel seylerden biriydi. Biraz daha unutmayi bekliyorum bir daha okumak icin. Hazir bu kitabi almaya gitmisken Yasar Kemal'in diger Anadolu efsanelerini de alin, ne alacaginiza karar veremezseniz "Karacaoglan efsanesini" alin. Sart.