Ezberler bozulsun… Mustafa!
Benim için çok önemliydi. Bir filmi daha önce hiç bu kadar merakla beklememiştim. Günler, saatler geçmek bilmedi adeta. Her yerde, her haberde, bir satır da olsa bir şeyler aradım Mustafa ile ilgili. Önce Frankfurt’ta gösterildi, sonra Antalya’da ve geçtiğimiz gece İstanbul’da galası yapıldı. Bugün de gösterime girdi. İlk günden gittik. (1907 sağolsun)
Filmle ilgili beklentimi hangi seviyeye indirgeyeceğime bir türlü karar veremedim. O yüzden bu yazının ruhiyatı da aynı şekilde olacaktır. Çünkü kendi bilgi birikimime göre izlersem beklentilerimin çok altında kalacağını zannediyordum. Tabuların yıkılması adına izlersem hangi tabuları yıkacağımızı da açıkçası merak etmekteydim. Hayatının her anı ayrı bir olay olan adamın hayatı iki saatte nasıl verilecekti? Hangi kısımlar eksik kalacak veya üzerine düşülmeyecek, ya da tam tersi üzerinde çok ama çok fazla durulacak ya da her şey sıradanlaştırılıp belli bir sıkışık kompozisyon içinde mi servis edilecekti? Açıkçası kafamda onlarca soru gidip gelmekteydi.
– Fareden ve karanlıktan korktuğu anlatılacak mıydı?
– Cumhuriyeti ilan edeceğini en yakınındakilere ilan ettikten sonra sek sek oynadığı gösterilecek miydi?
– Cumhuriyetin ilanından sonra kendisini görmeye gelen yaşlı anadolu kadınıyla olan diyaloğu getirdiği erzağı beraberce yemeleri ve birbirlerine sarılıp hüngür hüngür ağlamaları?
– Çapkınlıkları?
– İlk aşkı?
– Annesiyle olan ilişkisi? (annesi ikinci evliliğini yapana kadar olan ki) Annesinin ona nasıl düşkün olduğu?
– İnanılmaz entellektüel oluşu?
– Korumaları atlatışı insanların arasına kaçışları?
– Babasız büyümenin onun hayatında yarattığı etkiler?
– vs vs vs… Bu soruları o kadar çok çoğaltabiliriz ki…
Yani bu adamın hayatında dile getirilmeyen o kadar çok insani boyutlar vardı ki hangileri anlatılacaktı, hangileri gün yüzüne çıkarılacaktı. Yani hangileri nesnel bir şekilde dile getirelecekti. Tabii burada sadece insan olan Mustafa Kemal’den bahsediyorum onun düşünce faslına girmiyorum bile. Ona belgeseller yetmez.
Filmi bir kere iki kısıma ayırmak gerekli. Birinci perde ve ikinci perde diye. İlk perdede gerçekten filmden beklediğimi buldum diyebilirim. Aklımda olan bütün anekdotlar fazlasıyla anlatıldı. Abisinin ölümü, mezarının bir gelgit sonucu açılması ve çakallar tarafından parçalanması es geçilmemişti. Böyle bir olayın anne, babada yaşattığı travmayı gelin siz düşünün. Bu belgesel gerçekten çok geniş bir kaynakça ile çekilmiş, bütün detaylar kesinlikle üstüste konulmuş, hiçbirşey atlanılmamaya özen gösterilmiş. Ama aynı şeyi malesef filmin ikinci perdesi için söyleyemeyeceğim. İkinci perde çok yavan kalmış devrimlerin nedenselliği çok net vurgulanamamış. Arada güzel vurgular var ama ilk perdedeki gibi aksiyona devam edilse bu belgesel çok ezber bozardı.
Filmin ilk yarısında anlatılan tarih eminim ki Türk gençliğinin çok büyük kısmı tarafından bilinmemekte. O yüzden film sonrası en çok duyulan “Biz Atatürk’ü böyle bilmiyorduk” söylemi çok normal. İlk-orta-lise eğitimini geçtim, üniversite gençliğinin bile Mustafa Kemal’in bu döneminden bihaber yetiştiğine eminim. Oysaki bugünkü sorunların çözümünün hepsi o zamanlarda yatmakta. Mustafa Kemal’in yaptığı hiçbir devrim tesadüf eseri değil.
Beklentilerimin içinde “annesi ile olan ilişkisine” çok güzel bir şekilde değinildi. Aşırıya kaçılmadan güzel vurgular vardı. Ama bu ilişkinin nereden doğduğu kısmı biraz askıda kaldı. Bilmeyen insanların o konuşmalardan aynı hazzı aldıklarını düşünmüyorum. Çok feci dayak yediği medrese hocası vardı ve ilerleyen sahnelerde bu hocasına güzel bir gönderme geldi. Kaynakçanın çok geniş olmasından söz etmiştik. Ali Fuat Cebesoy’un anıları Afet İnan’ın derlediği “Karlsbad hatıraları” ve Şevket Süreyya Aydemir’in “Tek Adam”ından oldukça fazla sahne bulduk diyebiliriz. Ve tabiki de Genelkurmay arşivleri. Psikolojik saptamalar için “Ölümsüz Atatürk” adlı kitaptan oldukça fazla yararlanılmış. İlk bölüm için, biraz da olumsuz anlamda eleştiri diyebileceğim iki konu var. Birincisi Mustafa Kemal’in 31 Mart ayaklanması bastırmak için Selanik’ten İstanbul’a Hareket Ordusuyla gelişine hiç yer verilmemiş. Oysa ki burada çok güzel hatıratlar vardır, bunlar işlenebilirdi. İkincisi Mustafa Kemal’in Çanakkale kahramanı olmasına fazla vurgu yoktu. Fakat gerçek olan şu ki Mustafa Kemal Anadolu’da Çanakkale kahramanı olarak karşılanıyordu. Öyle biliniyordu halk nezdinde. Ve askerlikten istifa ettiğinde bunun en büyük göstergesi Sivas Kongresi olacaktı. Birinci konu için çok fazla üzerinde durulmasa da olur diyebiliriz ama ikinci konunun atlanması büyük bir talihsizlik. Ayrıca Çanakkale Savaşı’nın içindeki sahnede Mustafa Kemal canlandırmasında onu canlandıran kişi mektubu yazarken soldan sağa yazıyordu. Oysaki o dönemde yazı sağdan sola idi. Bunun gözden nasıl kaçtığını anlayabilmiş değilim. Ben mi yanlış biliyorum onu bir daha izlediğimde daha net ortaya çıkaracağım. Bunun dışında ilk bölümden çok mutlu oldum. Artık tarih öğretmenlerinin işi daha da zor. Bu filmi izleyenler ÖSS tarihi sormayacaklar ona eminim. Ve bunun için binlerce kez teşekkürler Can Dündar’a. Gerçekten ezber bozmak böyle olsa gerek.
Bir İzmir’e giriş sahnesi vardı ki “Yaşa Mustafa Kemal Paşa Yaşa” eşliğinde… Boğazım düğüm düğüm oldu, tüm sözler boğazıma dizildi. Kesseler acımaz dedikleri an o an olsa gerek.
Filmin ikinci perdesi için çok fazla yorum yapmak istemiyorum. Burada Atatürk’ün yalnızlığına çok fazla vurgu vardı. Asıl anlatılmak istenen buydu. Ama çok başarılı yapıldığı kanaatinde değilim. Fazlaca zorlama olmuş halbuki daha net ve somut olaylarla anlatılabilinirdi. Devrimlerin anafikrinden eser yoktu bu çok ciddi bir noksanlıktı. Bolşevizme ve kürt sorununa göndermeler vardı. Bence bu da çok havada kaldı. Sadece zamanında söylenmiş bir sözü oraya koymak için koymuş. Bu özellikle bolşevizm sözü için geçerli. Çok sallapati durdu. İkinci bölümün en çok konuşulacak sözü Mustafa Kemal’in “Ordular yönettim ama bir kadını yönetemedim.” sözü olacaktır. Artık sık sık konuşmalarda bu sözler kullanılmaya başlanır Ata’nın kulaklar bol bol çınlatılır. Tabi bir de Meclisteki son konuşması üzerinde fazlaca durulması gereken bir bölüm olacaktır. İkinci bölümle ilgili eleştirilerimi daha sonra yazma gereği duruyorum. Uzun detaylar gerekiyor yazmak için. Bu yüzden bir daha seyredecem belgeseli.
Sonuç olarak, kim ne derse desin, yapılmayanı yapan Can Dündar’a hakkını teslim etmek gerek. Tarih kitaplarına sıkışıp kalan Atatürk’ü yeniden halkının arasına karıştırdı. Ezberci düzenin yeniden sorgulanmasının önünü açtı. Bazılarının bu belgeselin Mustafa Kemal’i sıradanlaştırdığı iddaasına gülüp geçmek istiyorum. Çünkü ne yaparsanız yapın onun ne kişiliği, ne de hayatı sıradan olabilir. Bunu kimse başaramaz. Bu belgesel kesinlikle bir başlangıçtır. “Şu Çılgın Türkler”le kendini sorgulamaya başlayan toplum bu belgeselle üzerindeki ataleti atacaktır. Beton Mustafa’ların yerini insani olanın alması zamanı gelmiştir. Artık geçmişini ezberlemeyen, onu sorgulayan ve de dersler çıkaran genç nesiller yetiştirmenin zamanı gelmiştir. Diyeceksiniz ki bunun için geç kalmadık mı, şu var ki zararın neresinden dönülürse kardır.
Sinema şekline neden kasmış hala anlamadım gayet televizyondan izlenecek bir belgeseldi bence. Tv den yayınlanacak bir 10 bölümlük belgesel olsaymış, sanırım Ozan ın değindiği eksiklikler çoğunlukla giderilirdi .
Film bir çok tabuya inat yapılmış gibiydi. O da insandı duyguları, düşünceleri, hataları vardı demek istenmiş filmde. Bunu da üslubuyla yapmış. Tebrik ve teşekkürler diyelim Can Dündar’a.
bu film hakkaten de devrim niteliğindedir. Atatürk de bir insanmış dedim filmden çıkarken. yıllardır bize öğretilenden daha farklı ama bunu derken olumsuz bir yorum yapmıyorum. yanlış anlaşılmasın. filmdeki Atatürk daha samimi (tarih kitaplarında bize öğretilenden ziyade), daha insancıl.. Atatürk’e olan sevgim, ona olan inancım bin kat daha arttı. ben bu konuda deniz baykal gibi düşünmüyorum. misal aranlıktan korkmak bir kusur değildir, yahut yalnız olmak.. Atatürk peygamber değildi, bu filmde bunu göstermiştir..filmi yorumlarken, “eyvah şimdi Atatürk de eleştirilecek” vb. gözüyle bakmamak lazım. mevzu yediden yetmişe herkese Atatürk’ün insancıl yönlendirini gösterip, onu daha bir sevdirmektir..ben bu hissiyatla ayrıldım salondan..yoksa aldandım mı?
Mustafa’ya gittim…
Sarhoş.
Kafayı bulunca ağlayan…
Hoyrat.
Soğuk.
Kalpsiz.
Çevresine eziyet eden…
İtiraz edeni asan…
Arkadaşlarını satan…
Goygoycuların dolduruşuna gelen…
Milletten bihaber.
Hatta milleti küçümseyen…
Alay eden.
Hesabını kitabını bilmeyen…
Batı hayranı.
Sefa düşkünü.
O balo senin…
Bu balo benim, gezen.
Zampara.
Cephede bile karı-kız düşünen…
Savaşmadığı için sıkılan…
Ordu varken, çete kurmaya kalkan…
Devrimleri intikam için yapan…
Dinsiz.
Kendi heykellerini diktiren…
Megaloman.
Bencil.
Günde 3 paket sigara içen.
Usul usul intihar eden…
Psikolojik bunalımda…
Yalnız.
Çaresiz.
Basiretsiz.
Zavallı bir adam.
*
Mustafa’daki Mustafa bu.
*
Anafartalar 1 saniye.
İşgal 2 saniye.
Tası tarağı toplayıp kaçmak için, sığır sürüsünün çıkardığı toz bulutundan bile tırsan… Sığır sürüsüyle düşman ordusunu ayırt etmekten aciz biri… Başkomutanlık meydan muharebesi desen… Taktiğini falan başkasından araklamış zaten.
*
Hak edilmiş bence Oscar…
En azından Nobel.
Yılmaz ÖZDİL
Bir ara butun yazilarindan demet yapip topluca dalga gecerim, ayri ayri dalga gecmeye gerek yok.
İlginçtir; bana sabah akşam Can Yücel imzalı yazıları forward mail olarak gönderen kişiler, son birkaç gündür ne hikmetse Can Yücel’e bel atından vuran giydirmelerin bolca olduğu tepki maillerini yine “forward mail” olarak gönderiyorlar. Dünya ne kadar garip insanlarla dolu değil mi?
Gelen elektronik postların “title”ı da oldukça vurucu hakkaten: “Mustafa değil, Mustafa Kemal Atatürk”.
Pardon ya..Can yücel yazmışız gece gece yanlışlıkla.. Kafaya bak.. Can Dündar olacaktı pek tabii ki..
Hıncal filme bile gitmeyeceğini beyan etmiş. Yılmaz Özdil ise abartmış. Bu trip ne anlamadım hala? Ben tam izleyemedim mi acaba filmi?