Fasulyeden
Çocukken herkes gibi bazı şeyleri anlayamıyordum. Ne kadar olduğunu bilmiyorum ama bir şekilde büyüdüğümü hissediyorum. Ancak bu her şeyi anlamamı sağlayamadı. Belki çocukken anlayamadığım bazı şeyleri büyüyünce anlıyordum fakat anlayamadığım başka şeyler ortaya çıkıyordu. Oyun sandığım her şey gerçekleşiyordu. Ya da vardı, biz onları oyun sanıyorduk.
***
90’ların başıydı. Bir yaz akşamında evde uyukladığımı hatırlıyorum. Bir sarsıntı hissettim. Annem beni kucakladığı gibi dışarı çıkarmıştı. Ne olduğunu anlayamıyordum. Merakla, dışarıya çıkmış herkese, ne olduğunu soruyordum. “Zelzele” diyorlardı bana ama ben bunun anlamını bilmiyordum. Sonra deprem olduğunu öğrendim. Muhtemelen korkmamam için bildiğim bir kelime yerine bilmediğim bir kelimeyi tercih ettiler. Ancak başta anlamını bilmediğim bir şey beni daha çok korkutmuştu. Anlamını öğrendikten sonra olanlar ilk baştaki kadar ürkütücü gelmemişti. Evet, anlamını biliyordum ama bu bir sözlük açıklamasından öteye gidemiyordu. Her şey daha sonra o gece oyuna dönüştü. Dışarıda insanlar korkudan evlerine giremiyordu. Ben ise, arkadaşlarımla birlikte gündüz oynadığımız oyunların hazzını daha farklı alarak etrafta koşuşturuyordum.
Televizyonlarda savaş gösteriliyordu o zamanlar. Çeşitli renklerdeki borulardan yaptığımız silahlarla, kuşe kâğıdı dergilerden kesip belimize mermilik olarak koyduğumuz kâğıtlarla; biz de sokakta savaşıyorduk. Bazen evde oturup savaşı bütün hayranlıkla izliyorduk. Daha sonra dışarı çıkıp tekrar savaşıyorduk. Bazılarımız Kuveyt oluyordu, bazılarımız ise Irak. Biraz daha büyük olanlar ABD oluyordu. Çünkü onlar her zaman galip gelirdi. İstedikleri anda savaşı başlatırdı, istedikleri anda bitirirlerdi. Savaşın da çok fazla anlamını bilmiyorduk ama kazanmak bize haz veriyordu.
Aradan birkaç ay geçti. Seçim adını verdikleri bir şey başlamıştı. Birileri, bir şeyler için seçiliyordu. Biz anlamasak da izliyorduk. Her birimiz bir partiyi tutuyorduk. Aramızda böyle bir yarış vardı. Kazanan parti kadar, bizden de kim kazandıysa, seviniyordu. Ama bu elbette, bir çıkar gözetmeden, daha çocukça bir sevinçti. Seçimler sonlanıyordu. Hem bizden, hem onlardan birileri kazanıyordu. Bizim için bu oyun bitmişti, artık farklı oyunlar oynamak için dışarıya çıkıyorduk, onlar içinse oyun daha yeni başlıyordu.
Her erkek çocuğu gibi futbolu çok seviyorduk. Maç yapacak kadar çocuk olmadığı zamanlar Alman kale, Japon kale oynuyorduk. İkinci Dünya Savaşı’nda Miğfer Devletleri’ni öğrendiğim zaman aklıma geldi. Neden İtalyan kalenin olmadığını merak etmiştim.
Televizyon gene savaş haberleri vermeye devam ediyordu. Büyüklerimiz, bu sefer daha çok taraflıydı. Kim haklı, kim haksız bilmiyordum; duyduğum da zaten bu değildi. “Onlar da Müslüman.” diyordu herkes ve ben kimin haklı olduğunu öğrenemiyordum. Mahalle kavgası gibiydi her şey. Farklı mahalleler kavga ederken, kimse kimin haklı olduğunu bilmiyordu. Herkes kendi mahallesini savunmaya devam ediyordu.
Haber bültenlerinde her gün ölüm haberleri verilirken, bir gazetecinin öldürüldüğünü duydum. Arabasına bomba koyulmuştu. Tahribi bilmiyordum, bu yüzden tuğlanın içine koyduğumuz torpilin patlamasını düşünebildim. Tanımıyordum elbette gazeteciyi. Daha sonra adının Uğur olduğunu öğrendim. Her yerde saatlerce haberi veriliyordu. Gene de merak ediyordum. Her gün onlarca insan ölüyordu. Neden onlarda da bu kadar ses çıkmamıştı? Anlayamıyordum. O gün tanışmıştım onunla ve büyüdükçe anlamaya başlamıştım. Adına türkü yazılmıştı, bu benim hoşuma gitmişti. Ben de büyüyünce bana türkü yazılmasını istemiştim o an.
On birinci yaşdönümümü kutlamak için annemle birlikte bir gün önceden alışverişe çıkmıştık. Özel bir gün olacaktı. Bütün arkadaşlarımla kutlayacaktık. Dolaşırken bir haber yayılmaya başladı: Cumhurbaşkanı öldü! Herkes bir telaş içindeydi. O gün olacak futbol maçları bile ertelenmişti. Ben ise hala çocuktum. Anneme dönüp “Biz yarın doğum günümü kutlamayacak mıyız?” diye sordum. Benim de o gün derdim oydu. Sonra evimize döndük. Herkes cumhurbaşkanı hakkında konuşuyordu. O ara bir şeyler duydum. Serbest pazardan bahsediyorlardı. Cumhurbaşkanı sayesinde serbest pazar yayılmıştı. Bunu kötü bir şey olarak anlatıyorlardı. Bana kötü gelmiyordu. Çünkü benim için herkes istediğini, istediği kadar alabilecekti. Annem de beni serbest bıraksa, pazardan istediğimi alacaktım. Benim için anlamı buydu.
Daha önce hiç gitmediğim bir şehirde, bir olayın haberini veriyordu televizyon. Binlerce insan bir otelin önünde toplanmış, sloganlar atıp oteli ateşe vermişlerdi. Annem ağlıyordu. Neden ağladığı çok fazla bilmiyordum ama ben de ağlamaya başladım. Öyle ya, oradaki insanlar ölecekti. O otelin neden yakıldığını, oradaki insanların ne istediğini, amaçlarının ne olduğunu bilmiyordum ama birileri ölecekti; ona ağlıyordum. Ama bu sokağa çıktığım zaman bitecekti. Ben gene oyunlarıma geri dönecektim. Gene sokağa çıkacaktık, gene yola tebeşirle bir yılan çizecektik ve gene gazoz kapaklarımızla yılanın sonundaki yuvarlağa kapağı dışarı çıkarmadan ulaştırmaya çalışacaktık.
Biraz daha büyüyordum. Ve bir gazeteci daha ölüyordu. Bu sefer gözaltında dövülerek öldürüldüğünden bahsediliyordu. “Vay be!” demiştim ilk duyduğumda “Ne güçlü adamlarmış.” Ama daha sonra üzülmeye başladım. İnsanları koruması için görevlendirilenler, insanları döverek öldürüyorlardı. Biz kavga ettiğimizde kan gördüğümüz zaman durduğumuzu düşünmüştüm. Sanırım o günden sonra hiçbir zaman sevemedim onları.
Bir mahallenin adını sıkça duymaya başlamıştım. Gazi Olayları diye geçiyordu her yerde. Verilen haberlerde insanların birbirlerine bir şeyler attığını görüyordum. Yakantop gibiydi. Ancak üzerine geleni tuttuğun zaman can kazanmıyordun, ölüyordun.
Susurluk’u öğrendik sonra. Her gün olduğu gibi gene bir kaza olmuştu. Ancak bu daha farklıydı. Bir sürü sırrın ortaya çıktığından bahsediyordu babam. Çok büyük bir olaymış. Aradaki ilişkiler çözülemiyormuş. Hep başka kişiler sorguya çekiliyormuş. Yakalanamayanlar ise başkalarını kurtarıyormuş. Saklambaç gibi. Bulunamayanlar için “kurtsun” diyorlardı ve o çıkıp yakalananlardan birini kurtarıyordu. Ve gene birileri yummaya devam ediyordu. Birkaç ay sonra her akşam bir dakikalığına ışıkları söndürmeye başladık. Ardından da “çanak çömlek patlamaya” başladı. Herkes eline aldığı kap kaçakları birbirine vurarak gürültü yapıyordu. Benim katıldığım ilk eylemdi. Sonra bitti. Gene birileri yumdu ve gene birileri saklandı.
Ardından bir de 28 Şubat dedikleri bir şey yaşadık. Sessiz darbe dediler buna. Ben hiç darbe yaşamamıştım ki sessizini bileyim. Asker devlete birkaç şey söylemiş. Eğer dikkat etmezlerse indireceklerinden bahsediyordu herkes.
Ben de artık büyüyordum. Ve aklımda fikirler oluşuyordu. Özgürlüğü öğrendiğimde savunduğum zaman bana sosyalist ya da komünist dediler. Birçok insanı öldürttüğü için yakalanan bir örgütün lideri için “ülkeyi bölmeye kalkıştığı” söylendi. Buna karşı çıktığımda ise milliyetçi dediler. Neden devlet olduğunu sorguladığımda anarşist oldum. Herkes bir tarafa doğru beni ya çekiyordu ya da itiyordu. Ama ben hiç sevmedim bunları. Belki fikirlerim bir tarafa doğru daha çok yöneliyordu ama hiçbirine kendimi koymadım. Köşe kapmaca gibiydi. Herkes bir köşeyi kapıyordu.
Ve sonra… Bir deprem oldu. Ama bu seferki çok daha büyüktü. Artık büyüdüğümü hissetmeye başlamıştım.
***
Böylece oyunlar bitiyordu benim için. Her şeyi, bu sefer daha farklı olarak, oyuna yoruyordum. Bir şeyler vardı ve bunlar oyunlaştırıldı. Hayat da artık tetris gibi geliyordu bana. Bir köşeyi boş bırakıyordum, çubuk gelene kadar diğer tarafları düzgün dizmeye çalışıyordum. Çubuk geldiği sürece mutlu oluyordum. Sonra gelmemeye başladı. Diğer tarafları yükseldi. Ve yandım.
Savaşlar olmaya, gazeteciler düşündükleri için öldürülmeye, bazıları yummaya ve bazıları da saklanmaya devam ediyordu. Değişen sadece benim ne kadar anladığımla ilgiliydi. Gördüklerim, yaşadıklarım, okuduklarım, dinlediklerim, tanıştıklarım benim fikirlerimi oluşturdu. Ama hala insanlar etiketlendirmeye devam ediyordu. Hiçbir yere bağlı kalmak istemiyordum.
Belki de haymatlos olurum. Fasulyeden…
(Bittiği yerde Yaşar Kurt – Bilgenin Şarkısı başladı)
Eyvallah.
Vizyona ne zaman giriyor ?
çoğu şey beleşe gelirse, para olursa ya da burjuva olursak.
Karpuz kabuğundan oluyorda fasulyeden neden olmasın mirim? Pes etmemek lazım.
Sonunda da “Fasulyeden Tayfa’ya teşekkürler” akmazsa perdede eğer, gözüm açık gider…
“Karpuz kabuğundan oluyorda fasulyeden neden olmasın mirim?” derken da ayrı olacak…
Yazı güzel.Filmini bekliyoruz.
Tosun o -de -da ekinin ayrımını yapamayanlardan biri ben oluyorum. Bu yüzden dışlamamak lazım benim gibileri.
Dea senin spam kodları kopyala yapıştır yapılıyor. Millet jpeg falan öttürüyor. Hack arkadaşlar açığı buldum saldırın.
Çekersek zaten, utanmazımdır, “yardım lazım” diye gelirim. Gelmesek de yazılmalı zaten. Bir kere isim telif hakkı var.
Yazılmazsa bana “Ulan göt!” gibi kelimelerle başlayan cümle kurmanın her türlü telif hakkı bende saklı değildir. Dileyen kullanabilir.
Zaten o -de -da ek olmadigi icin ayri yaziliyor werdurem reisim…
Tosun top olasın.Zıp zıp zıplayasın. Ağları yırtasın.
Forum falan deniyordu? Nedir son durum, bi de onu sorsak dedim.