Henke
Bu siteyi takip edenler az çok bilirler Celtic sempatimi. Yurtdışından takımlara sempati duymak bu ülkede çok rastlanan bir şey. Kimimiz Barcelona’yı tutar, kimimiz Lazio sempatizanıdır, kimisi sırf renklerinden ötürü Boca Junior’ı takip eder, Juventuslu mu ararsın, Livornolu mu, liste saymakla bitmez.
Ben de uzun yıllardır Glasgow Celtic FC’yi, ya da çok bilinen adıyla Celtic’i seviyorum. Politik arkaplanı, İngiltere’ye olan mesafeleri, İskoçya’da ezilen kesim olan Katoliklerin takımı olmaları falan değil bunun sebebi. İskoçya Ligi’ndeki başarıları da değil, tahmin edersiniz ki yeşil-beyaz renkleri hiç değil.
Tek bir sebebi var Celtic sempatimin. Bir futbolcu…
O futbolcu Henrik Larsson, ya da “Henke”, ya da Celticlilerin deyimiyle “The King of Kings”. Bana Celtic’i sevdiren futbolcu.
FIFA oynadığım zamanlar… Daha PES serisi hayatımıza girmemişken, bilgisayarda futbol oyunu deyince FIFA’dan başka bir oyun bilmediğimiz zamanlar… Fenerbahçe’yle oynamaktan sıkılmışım artık. Ama Juventus, Real Madrid falan gibi dev takımları alıp oynadığımda da aynı zevki vermiyor bir türlü, çünkü henüz gelişememiş futbol oyunlarında “yerden kayma” sayesinde rakipten top hemen alınabiliyor, maç sonunda topa sahip olma oranını genelde bilgisayara karşı %90’a %10’luk ezici oranlarla sonuçlanıyordu. Oyundan zevk almak için, çok da güçlü olmayan takımlarla Avrupa arenasına çıkmak şarttı. Ama tabii, takım da komple vasat futbolculardan oluşmayacak, en azından forvetiniz biraz kalburüstü, mümkünse iyi olacak ki, oyunda bir şeyler yapabilesiniz.
İşte FIFA 2001’de, bu tanıma en iyi uyan takımdı Celtic. Takımın geneli (Chris Sutton ve Neil Lennon’ı saymazsak) bütün hatları vasat olarak değerlendirilebilecekken, forvette dünya çapında yıldız olarak adlandırabileceğimiz Henrik Larsson vardı. Orta sahada mücadele etmekte zorlanırdınız, ama topu forvete aktarabildiğiniz anda gol atmak kaçırmaktan daha kolay olurdu. Takım da, Larsson da yavaş yavaş kanıma girmeye başlamıştı.
Neyse, benim Celtic sempatimi bir kenara bırakıp, bunu sebebi olan futbolcuya dönelim. Henrik “Henke” Larsson…
Celtic’te oynamış en iyi yabancı futbolcu, İsveç futbolunun gelmiş geçmiş en iyisi, Barcelonalıların (yazının ilerleyen kısımlarında değineceğim) tatlı bir hatırayla yâd ettikleri, Helsingborgsluların efsanemiz dedikleri Henrik Larsson…
Henke’nin dikkat çekmeye başladığı takım, doğduğu şehrin takımı Helsingborgs. Dikkat çekmemesine imkan yok, çünkü orada ’92 ve ’93 sezonlarında çıktığı 50 maçta 56 gol atıyor. İnternette bu bilgiyi “1992-1993 Helsingborgs (50) (56)” olarak gördüğümde, lan bu adam bir sezonda 50 maça nasıl çıkmış diye düşünmedim değil ilk başta, ancak İsveç’in nasıl bir memleket olduğuna ve ligleri Allsvenskan (kışın tatile girdiği için) sezonlarının yıl ismiyle adlandırıldığına uyanınca, iki sezonda 50 maç daha mantıklı göründü gözüme. (Yazarın kendisine notu: Kamilliğin lüzumu yok…)
Ardından, 1993’te Hollanda’ya Feyenoord’a transfer oldu Henke. ’93 – ’97 arasını Feyenoord’da geçirdi, kariyerinin en karanlık yılları sanırım, gerçi orada da çok sevilmiş ama istatistiklerine baktığımızda wikipedia’da o yıllar için sadece lig maçları baz alınarak 101 maçta 26 gol diye kaydedilmiş. Çok da kasmadım açıkçası daha detaylarını bulmak için…
1997 yılında Feyenoord’dan Celtic’e transfer oldu Henke. Transferiyle ilgili bir iki söylenti var tabii, Feyenoord’la ekonomik anlaşmazlıklar falan diye, artık her ne sebepten olduysa futbol adına bence çok hayırlı olmuş.
Celtic’te Henke’nin altın yılları başladı. İlk sezonunda Celtic’le şampiyonluk yaşatan Henke, o sezon 16 golle bu başarıda takımın en önemli silahlarından biri oluyordu. Her ne kadar 32 gol atan Marco Negri’ye (tahmin edebileceğiniz gibi Glasgow Rangers takımından) gol krallığını kaptırsa da, ertesi sezon yeni adıyla Scottish Premier League olan İskoçya Birinci Ligi’nde 29 golle gol kralı olacaktı. 1998 – 1999 sezonunda Scottish Premier League’de şampiyon Rangers’tı belki ama, Henke ise Jozef Vengloš (evet, Fenerbahçeliler’in yüzünde bir tebessüm oluştu, doğru bildiniz, eski Fenerbahçe teknik direktörü Vengloş) yönetiminde ikinci olan takımına 29 golle gol krallığı tesellesini getirmekle kalmıyor, aynı zamanda o sezon İskoçya’da hem futbolcular tarafından hem de yazarlar tarafından yılın futbolcusu seçiliyordu.
Şimdi böyle yazınca tabii futbolcular kendi aralarındaki konuşmalarda “Abi, Larsson da ne top oynadı bu sene ya” geyiğini döndürmüş ya da İskoç futbol yazarları “Bu sene şampiyon Rangers belki ama, attığı gollerle Larsson futbolseverleri mest etti” diye sezon kritiği yapmışlar gibi geliyor insanın kulağına farkındayım. Burada hemen bir ara verip, bu iki ödülü hemen açalım da, aklımızda bilgi kırıntısı olarak kalsın. Birincisi, İskoçya’daki futbolcular sendikası (SPFA – Scottish Professional Footballers’ Association) üyeleri tarafından, ikincisi ise futbol yazarları sendikası (SPWA – Scottish Football Writers’ Association) üyeleri tarafından her yıl verilen iki ödül. Ve bildiğim kadarıyla, ilkini birden fazla kez kazanan tek futbolcu (iki kereyle) Henke. İkincisini ise 5 farklı futbolcu ikişer kez kazanmış.
Yazının en kötü kısmına geleceğim için konuyu biraz dağıtayım istedim. Geldik 99 – 00 sezonuna, videosuyla sanırım hepimizin aklına kazınmış olan meşhur ayak kırılmanın yaşandığı sezon yani. Peri masalı gibi giden hikayede bir kırılma noktası, belki de Henke’nin futbol hayatını bitirecek o uğursuz olay, UEFA Kupası’nda O. Lyon deplasmanında Blanc’la yaşadığı bir mücadelede bacağı kırıldı. Futbol tarihinin en kötü bacak kırılması görüntülerinden birisi olarak çoğu insanın aklına 28 yaşındaki Henke’nin futbol hayatını bitecek mi sorusunu getirdi. Ama Henke için biten sadece o sezondu. 5 aylık bir süreden sonra Henke sahalara dönecekti.
Çoğunu sakat geçirdiği 99 – 00 sezonunda gol krallığını 25 gol atan Mark Viduka’ya kaptıran Henke, futboluna 00 – 01 sezonunda kaldığı yerden devam etti. Kaybedilen bir sezonun ardından, Celtic’ten ayrılacağı 2004’e kadar 4 yıl üstüste gol kralı olan Henke, bu 4 sezonda alınan 3 şampiyonlukta da en büyük pay sahiplerinden birisi (ve bence birincisi) oluyordu. O dört sezonda ligde attığı gol sayıları en az 28, en çoksa 35 idi. Bir futbolcu için çok başarılı istatistikler…
Elbette sırf istatistikleriyle değil, futboluyla da hemen her teknik direktörün takımında görmek isteyeceği bir futbolcuydu Larsson. Bu da 2004 yılında, 33 yaşında Barcelona’ya transferinin temeli oldu. Celtic’teki 7 sezonunda 4 İskoç Ligi şampiyonluğu, 2 İskoçya Kupası, 2 İskoçya Lig Kupası, UEFA Kupası Gol Krallığı, 5 İskoç Ligi Gol Krallığı ve Mourinho’nun Porto’suna 3-2 kaybedilen UEFA Kupası Finali’nde atılan 2 gol gibi başarıların ardından belki de Celtic’te misyonunu tamamladığını düşündüğünden, ve daha büyük ihtimalle de talip olan takımın Barcelona olması sebebiyle, 2 senelik Barcelona macerası başladı Henke’nin.
Bu kısmı pek de analizlerle anlatacak değilim. Çünkü o zamanlar Ronaldinho’suyla, Eto’o’suyla, Deco’suyla fırtına gibi esen Rijkaard’ın Barcelona’sında elbette ilk 11 futbolcusu olmaktan ziyade deneyimli yedek forvet olacaktı. Bu yüzden Henke’nin Barcelona yılları, sezonluk istatistiklerden ziyade belli maçlarla akıllarda kaldı. Bunlardan birincisi, Şampiyonlar Ligi grup maçlarında, Celtic Park’ta Barcelona’nın 3-1 kazandığı maçta, takımın son golünü atan Larsson’un Celticli taraftarların önünde sevinmemesiydi. Kaderin cilvesi diyebileceğimiz olay ise, golden sonra en ufak bir sevinç hareketi yapmayıp kendi sahasına doğru koşan Larsson’un staddaki yaklaşık 58000 Celtic taraftarı tarafından ıslıklanmasıydı.
Henke ve Barcelona deyince akla gelen ikinci maç ise, 2006’da Arsenal ile oynanan Şampiyonlar Ligi Final maçı. İlk yarıyı önde kapatan Arsenal karşısında, Frank Rijkaard’ın ikinci yarıda yaptığı üç değişiklikten biri 61. dakikada Van Bommel’in yerine giren Henke’ydi. Henke’nin önce 76. dakikada Eto’o’ya, hemen arkasından 80. dakikada Belletti’ye verdiği iki pasla Barcelona iki gol buluyor ve Şampiyonlar Ligi Şampiyonu oluyordu.
Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğu’nun yanında, iki sezonda kazanılan iki La Liga Şampiyonluğu ve bir İspanya Süper Kupası da, Henke’nin kariyerine yazılan diğer başarılar oluyordu. Bir futbolcu daha ne yaşamak isterdi ki? Henke’nin yolu buradan ülkesine, doğduğu şehir olan Helsingborg’a devam ediyordu.
Burada bir parantez açıp, olayı kişisel bir konuya getirmek istiyorum. Hayatımda, Fenerbahçe formasıyla görmek istediğim, bunu gerçekten istediğim üç futbolcu oldu. Bunlardan ikisini, Ortega ve Anelka’yı, Fenerbahçe formasıyla Şükrü Saracoğlu Stadı’nda canlı izledim. Her ne kadar ikisinin de Fenerbahçe’deki yılları (ya da Ortega’nın ayları da diyebiliriz) çok da parlak olmasa da, yine de aklıma geldikçe hâlâ içimden bunun için şükredebiliyorum. Üçüncüsü ve sonuncusu da Larsson’du. Celtic’teyken gelmesini çok isterdim. Barcelona’ya gideceği zaman, belki son anda olmaz, belki bize gelir diye çok ümitlenirdim. Ama olmadı. Barcelona’dan ayrılıp Helsingbors’a transfer olduğu zamanlarda da, çok ümitlenmiştim. Gene olmadı. Henke’yi canlı izleyemedim. Halbuki, ne de yakışıyordu ona sarı lacivert forma…
Bundan sonrasını biyografi olarak devam etmeyeceğim. 2007’de Manchester United’da geçirdiği üç aylık kiralik dönemini saymazsak, 2006 – 2009 yılları arasında Helsingborgs futbolcusuydu Henke. Onu tek canlı izleme şansım, Helsingborgs Galatasaray ile 2007’de UEFA Kupası’nda eşleştiğindeydi. Fikstürü duyunca umudum da artmıştı. O zamanki formatta, UEFA gruplarında takımlar birer kez karşılaşıyordu, ve GS – Helsingborgs maçı İstanbul’da oynanacaktı. Larsson’u bir kez canlı izleyebilecektim. Ama işte olmayınca olmuyor, iş meseleleri yüzünden bu maça gidemedim. Düşünsenize, en sevdiğiniz futbolcu, en nefret ettiğiniz rakibinize sahasında gol atıyor, ve siz bunu onbinlerce rakip taraftar önünde bağıra çağıra kutlayamıyorsunuz. Gidemedim o maça, Helsinborgs’un Galatasaray’ı Sami Yen’de 3-2 mağlup ettiği ve Helsingborgs’un ilk golünü Henke’nin attığı maça gidemedim. Bu da Larsson’la ilgili içimdeki ikinci uktedir.
İsveç Ligi Allsvenskan’da 2009 sezonu, bu haftasonu oynanan maçlarla 30. haftanın sonunda AIK’nın şampiyonluğuyla bitti. Ama bana bu yazıyı yazdıran ise, 28 Ekim’de taraftarlarının önünde aktif futbol hayatına son noktayı koyan Henrik Larsson oldu. Geçen hafta Helsingborgs’un evinde Djurgården ile karşılaştığı maçta, Henke, taraftarlarının alkışları arasında 38 yaşında son maçına çıkıp, kaptan olarak futbolu bıraktı.
Dünya Futbolu’ndan bir yıldız daha ayrıldı. Arkasında milyonlarca sevenini bırakarak. Belki bir gün, teknik direktör olarak gelirsin bize be Henke…
Larsson’un GS’a attığı golleri netten Almanya’daki okulun sınıflarının birinde grupça sunuma hazırlanırken izliyordum, çok sevindirmişti beni yaban ellerde. Brolin-Dahlin’lerle gelen İsveç sevdamızı ergenliğimizde pekiştiren adamdır. PVH ve Larsson forvette : ) Ne şık.
Bana doğumgünümde bundan alın:
http://celticsuperstore.co.uk/stores/celtic/products/product_details.aspx?pid=85009&portal=H59W9154
“doğum günü” seklinde yazilir lan gramer nazi.
He ya, baktım şimdi de ayrı yazılıyormuş ağam. Ama sanki bana bitişik yazılsa daha güzel olurmuş gibi geldiydi o an 😀
Terazine tıkladım dostum, +rep!
Ya bana sorsan bitisik yazsan da fark etmez, anlasiliyorsa yeter. Sirf senin gramer naziligin nedeniyle killik yaptim, halkimla butunlestim, dertlerini paylastim.