İstanbul: Since 1453
Son 2-3 yıldır kendimi Osmanlı ve İslam tarihi araştırmaları ile resmi tarihe verdim. Roman ya da onun bunun hikâyesini kaynak gösteren kitapları değil; ince eleyip sık dokuyarak, deli gibi araştırarak (ansiklopedi ve kütüphanelerden, web’den değil!) kendimce birçok sonuca vardım. Okudum, araştırdım, soruşturdum, gittim hocalar buldum, araştırmacılar buldum, sordum, sordum, sordum… En çok takıldığım noktalardan birisi hep İstanbul 1453 oldu.
Malum pankartın bir ucundan tutmuş bir kişi olarak araştırmak da boynumuzun borcu oldu. Her sene Mayıs’ın son Cuma hutbesinde hep aynı şekilde anlatıldı. “Hz. Peygamber şöyle demiştir: Konstantiniyye elbet bir gün fethedilecektir, bunu gerçekleştiren komutan ne güzel bir komutan ve onun ordusu ne güzel bir ordudur” temelinden yükselerek, Fatih Sultan Mehmet’in çok dil bilen bir padişah olduğu (4’le başladı, en son bugün 6-7 dil dedi hoca), gemileri karadan yürüttüğü, çok zeki ve çok imanlı bir padişah olduğu (önceleri Fatih Sultan Mehmet, son dönemde F. S. Mehmet Han Hazretleri) v.b bilinen anlatımlar… Dünyada en çok yıpratılan şey tarih ne yazık ki. Her dönem kendisi geçmişe bir şeyler eklemiş, çıkarmış, silmiş, parçalamış. Saf tarih kütüphane raflarında, ansiklopedilerde, saray ve müze arşivlerinde, üniversite arşivlerinde kalmış. Resmi ideolojinin ortaya çıkardığı eskiyi anlatan güncel uyduruk tarih parlak ışıklarla donanmış, lüks görünümlü kitap marketlerde “en çok satan–okunan” olmuş… Neyse benim burada öğrendiğim tarih bilgilerini paylaşacağım falan yok, merak eden gider araştırır. Hz. Peygamber’in gerçekten İstanbul ve fethi üzerine hadis-i şerif’i var mıdır? Yok mudur? Sultan Fatih kaç dil bilir? Bu diller nelerdir? Fatih acaba sadece sultan mı? Han mı? Hazret mi? Gemiler karadan yürüdü mü? Yürümedi mi? Bir çağ kapanıp yeni bir çağ açıldı mı? Kapatan kim? Açan kim? Anlamı ne bu çağların ve neye göre nasıl anlam kazandılar? Bunların hepsi araştırınca büyük ölçüde karşınıza çıkar. Ve sizin İstanbul 1453’ünüz anlamını belki yeniden bulur. Ancak bu yazıyı yazma sebebim işte aşağıdadır:
Saat: 10:10
Yer: Heybeliada iskele meydanı
İstanbul’a mı insem, yoksa adalar arası takılıp cumayı ada camilerinde mi kılsam diye düşünüyor ve elimde Fanatik Gazetesi Hipodrom eki yoğun bir çalışma sürdürüyorum. Karar verdim, 10:20 vapuruna atladım, ver elini Kadıköy… Gemideyim. Ne günün tarihi ve önemi, ne de mayın sorunu ile Kuzey Kore’mizin ABD’ye karşı dayılanması sonrası gelişen durumdan haberim var. Evde yapılan tadilat da umurumda değil. Öncelikli gündem:
1- Akşam İstanbul yarışı ve altılı şablonu
2- Zamanında ben evlenirken Trabzon deplasmanına gidebilmek için milli maç arasına getireyim nikâh tarihini diye canım çıkarken ve elli takla atarken zamane tribüncüsü kardeşlerimin “bir arkadaşın nikâhı var, tribünden” bahanesiyle Trabzon yolunu iptal etmiş olmalarının acısı… O vatandaş evlenir, 40 sene aynı yastıkta kocarlar; ben 4 ay evli kaldım…
3- Finlandiya Ligi’ne hala neden bahis yaptığım ve bu ülkede futbol maçlarını soruşturan bir adli makamın olup olmadığı.
Cuma namazı için camiden içeri girip hocanın budizm, reiki, meditasyon konusunda “Şeytan işi bunlar” ağırlıklı ve tamamen bilimsel, dinsel, sosyal temelden uzak sallayışına denk geldim. Hah dedim, adaya dönmeden bana iş çıktı: Namaz bitimi hocayı yakalayıp soru yağmuru. Hocam baya dayanaksız sallıyor! Ulan ben çıksam kürsüye, kötülemek istediği bu uzak doğu icatlarına ilişkin üç dakika konuşsam, cemaat kol kola girer Altı Yol–Bostancı arası bir tane bu konuda para sömüren dernek, tıp merkezi bırakmaz. Garanti veririm. Konu sanırım cemaatten sadece benim ilgimi çekiyor. Birden hoca nümerik saplantılar ve bunun bir sapkınlık olduğundan bahsetti ki, “hah” dedim, “eğer hoca sorularıma cevap verme nezaketinde bulunursa akşama kadar buradayız”
Ufak bir nefes arası, cemaate önlere ilerleyin uyarısı ve konuşmanın ikinci bölümü “İstanbul’un fethinin 556.yılı” ve sadece ben şaşırdım “hadi be bugün 29 Mayıs ve ben ıskaladım bunu”… Oysa adadan gelirken karşımda iki Yunanlı turist oturmuş ve Yunanca konuşurken bile hep İstanbul diyorlardı ve ben “vay be adamlar Konstantinopolis demedi hiç” şaşkınlığı oluşmuştu.
Hoca devam etti, senelerdir aynı şekilde anlatılan 1453 tarihi sadece sıfatlar ve sayılar değişerek devam ediyordu. Bilinen dil sayısı ve Fatih’in ünvanları sürekli zenginleşiyor ama olsun. Hoca anlattı, anlattı, hatta okudu, okudu, okudu… Benim can alıcı soru oluştu kafada… Ne Hadis’i, ne gemileri, ne yabancı dil bilgisini ne de Fatih’in ünvanlarını, sıfatlarını, hitap şekillerini soracağım… Soru net ve tek…
Ahanda soru:
Hocam bahsettiğin o nümerik saplantılar ve bunun sapkınlık, şeytanilik olduğunu bahsettiğin o vahim duruma yakalanmış en büyük Osmanlı padişahı kim biliyor musun? Ve hayran olduğu, maddi manevi desteklediği, sürekli görüşüp fikir danıştığı o kişiler kimdi? Kaç tarihinde, nerede, nasıl ve kimlerce katledildiler?
Ne resmi tarihinizle, ne de resmi dininizle insanları gerçek tarihten ve inanmak isteyenleri gerçek dinden saptıramazsınız. Ama üzüldüğüm konu Yaşar Nuri Öztürk’ün doğru söylüyor olması “Allah ile aldatmak”
Ulan Kuzey Kore füze deneme olayında rotayı ABD’ye çevirsen ve bir deneme daha yapsan… 4.dünya savaşı ok ve mızrakla olacak diyen düşünür doğru mu söylemiş anlasak!
Aslında hadisler malum sahihlik derecelerine göre ayrılır. Birde türklerin bildiği ama islam dünyasının bilmediği hadisler diye ayırmak lazım sanki:) üstüne bu yeniçağ ortaçağ ve bilimum çağ değişme tarihleri her milletde farklı sanki. Yok gürcistanda bu istanbul fetih olayından tutunda çağ değişimine kimsenin bişiden haberi yok ne iş? Her kes kendince kapatıp açmışmıdır yoksa genel geçer bir tarih belirleyen kurum mu vardır?
Türklerin ve Türk dünyasının bildiği ama tüm İslam aleminin haberdar olmadığı ya da tam tersi durum fazlasıyla mevcut. Ancak biz tarihsel başarılarımızı tarihi yok sayarak çok fazla abartıyor ve destanlaştırıyoruz. Başarısız olduğumuz durumları ise yok sayıyoruz. Ve bunun aksini iddia edeni VATAN HAiNİ, komünist, dinsiz ilan ediyoruz.
Geçtiğimiz akşam H.T kanalında tarih programını izlerken burada okuduklarımın bir çoğuna cevap aldım. Bizi senelerce okullarda ve güncel hayatımızda kandırmışlar. Oysa gerçek şekliyle bu fethi anlatmak ne İstanbul’un alınmasına gölge düşürürdü ne de tarihi gururumuzu incitirdi. Ama bir çok uyduruk şeyin gerçekmiş gibi yazılıp adeta efsaneleştirilmiş olması işte bu tarihe ve İstanbul’un fethi esnasında hayatlarını feda eden askerlerimize büyük bir hakaret.
Bu arada yillardir internet koselerinde suregelen adina ugruna sarkilar bestelenen `Istanbul not Konstantonoupolis` tartisma konusuna katkim bulunsun. Istanbul`un etimolojik kokeni Konstantinoupolis`in halk dilindeki kisaltilmis hali olan stin poli`den turemistir. O yuzden bunun farkinda yeni jenerasyon akli basinda Yunanlar Istanbul demekten beis gormez.
Ben en çok Asitane’yi seviyorum. Az bahisini yemedim keratanın bir yandan da 🙂
Der-i Aliyye mi vardı bir de? Öyle bir yazı yazmıştım yıllar evveli. Devlet-i Aliyye miydi lan yoksa, karıştırıyor muyum ben?
Favorim Der Saadet bu arada 🙂
Der-i aliyye vardı. Bir şey kapı manasına geliyordu ama ne kapıydı unuttum vallahi 🙂
alüvyon kapısı
Yok, şeş kapısı…
Aliyye yuce, yuksek manasinda olduguna gore yuksek kapi, yuce kapi gibi bir sey olsa gerek abi…
Doğru kardeşim. Benim aklıma yanımdaki sözlüğe bakmak gelmedi valla. Halla leyla gibiyim 🙂 Atkı geldi mi bu arada? Ulan zaten kargodaki çocuğa saldıracaktım az kaldı. Bu adres Malatya’da mı diyor herif bana. Kafası mı güzeldi, kendi Malatyalıydı da memleketi mi özledi, anlamadım.
Der aliyye İstanbul’un eski adlarından birisi.
Yüksek,yüce kapı anlamına gelen ise “Bab-ı Âli”
Ne kadar doğru bilmiyorum ama İstanbul’un ilk fethedildiği senelerde genellikle “İslambol” adı kullanılırmış.
İslambol dincilerin uydurması bana kalırsa. Konstantinopolis’i yok sayıp, İstanbul’un İslambol’dan evrildiğini iddia ederler. Fethedildiği yıllarda İslam değil, Levanten’dir bol olan. Levantenbol demek daha mantıklı 🙂
Levantenbol demek için biraz erken bir zaman Dea:). Levanten kavramı Fatih’ten yaklaşık 1 asır sonra tahta çıkan Kanuni dönemi sonrası oluşmaya başladı. Verilen ticari imtiyazlar (bknz kapütülasyonlar.)sonrasında İstanbul’a yerleşenlere genellikle Levanten dendi. Hatta bu süreç Tanzimat sonrasında daha net ortaya çıktı.
İslambol tutarlı bence. Daha sonra Uydurulduğunu düşünmüyorum.
Yok abi, benim bildiğim Sultan Mehmet, fetihten hemen sonra Galata Bölgesi’ni Levanten bölgesi ilan ediyor. Hatta buraya Küçük İtalya diyen gezginler bile var. Yani asıl demek istyediğim, S. Mehmet’in İslambol yapmak gibi bir kaygısı yok, hatta ortodoks cemaat önderlerine de çok ciddi imtiyazlar veriyor.
Ben de “levanten” kavramının, Galata bölgesi ile o dönemde bir ilgisi bulunmadığını söylemeye çalışıyorum:)Orası venediklilerle cenevizlilerin ticaret alanı zaten. Levanten ise öncesinde fransızların, sonrasında diğer avrupalıların yarattığı bir kavram.
Neticede İstanbul 1453 ten itibaren islami bir kimliğe büründü. Ve bu da islami bir vurguyu ortaya çıkartmış olabilir.
Abi “Bab” da kapi, “Der” de kapi. “Bab-i Ali” de yuce kapi, Der-i Aliyye de yuce kapi.
Devam ediyorum Darulaceze (Dar-ul Aceze), Acizler kapisi misal. Gene devam ediyorum, “derbeder dolandim durdum” kapi kapi dolastim durdum demek. Oradaki der’ler de kapi yani.
Sonradan anlam kaymasi oluyor sanirim, derbeder dolasmak’tan derbeder olmak seklinde evrilmis sanirim sozcuk. Askinla olduk derbeder gibi hani tribunden ornekle. Avare, serseri, perisan gibi anlamlara kayiyor…
Der Saadet de “Saadet kapısı” burdan hareketle. Nasıl da çözdük iki dakikada, afferin bize 🙂
Sorsaydin soylerdim…