Kar ve şarap şisesi
Birbiri ardına yetkili felaket tellallarının çığırtkanlıkları ile haberdar olduk Kar’ın geleceğinden.. Valisi çıktı, belediye başkanı çıktı, Meteoroloji yetkilisi çıktı, bir yığın laf etti.. Sonrası dost sohbetlerinde “lan sibirya soğuğu geliyormuş lan.. -20 olcakmış olum.. Gölgede -30 off off” şeklinde çalındı kulaklara.. Kar Pazartesi gecesi yavaştan yavaştan girdi hayatımıza.. Kadıköy şu durumda, Beşiktaş kara boğuldu, Mecidiyeköy’ de tık yok filan derken Salı akşamı herkes bir garip kar orgazmına kaptırdı kendini.. Bir de “Aha bembeyaz la heryer.. Demek Sibirya böyle biryermiş, hımm..” dedik kültür turizminin müşterisi edasıyla..
Kar yağarken, bir an insanların bu bembeyazlık içerisinde daha bir umutlu gibi durduğunu düşündüm.. Sokakların, yolların ve tüm şehrin, içindeki insanlarıyla beraber kirleri aklanmış, yeni doğmuş bebek saflığında yeni günde kendilerine yeni yerler aradığını ve de.. Hatta biraz daha ileriye gittim pencereden bembeyaz sokağa bakarken, kar yağarken şarap içmenin ne kadar tarif edilemez bir duygu olduğu, şarapın o zaman şarap, sarhoşluğun o zaman sarhoşluk olduğu gibi bir fikre kapıldım.. Sonra da kendi kendime “ulan dışarıda evsiz, barksız, yakacak yakıtı olmayan binlerce insan üşüyor, sen burada ertuğrul özkök tadında şarap fikriyatı döşüyorsun, sokacam o şişeyi g*tüne, it” diyerek küfürler savurdum..
Hayatımızın en orta yerinde, hiç farkında olmadan büyük bir gürültüyle duran bilgisayar, televizyon gibi “iletişim” aygıtlarının içerisinde pek farkedilmeyen bir ürkütücülüğü vardı bu kar fırtınasının.. Ben de farketmedim.. Sonra günlerden bir gün bizim muhitin elektrikleri kesiliverdi saatler 01:30 telaşındayken.. Bilgisayar kapanıverdi, haliyle müzik de.. Kapkaranlık odada türlü akrobatik hareketler ile yara alamadan pencereye kadar ulaştığımda farkettim bahsettiğim ürkütücülüğü.. Kızıl bir gökyüzü, bembeyaz sokaklar ve ikisinin arasına serpiştirilmiş alabildiğine karanlık.. Bu sahneyi ölümcül kılan da kızıl, siyah ve beyaz arasında bir yerlerde hayat belirtisine ait bir kavramın olmaması idi.. Ağaçlar bile ölmüş olmanın verdiği hezeyanla sanırım, bir sağa bir sola sallanırken korku filmi dekorunu tamamlayan o karanlık şarkılarını söylüyorlardı.. Çok sürmedi belki bu korku filmi, 30, bilemedin 45 dakika sonra tüm teknolojik aletler yine görevlerini yapma çoşkusu ile gürültü çıkarmaya başladı ve ben yine bu gürültünün içinde garip bi şekilde, sahte bir huzur yaşadım.. Dışarısı umrumda değildi yeniden ve bu beni dışarıya karşı güçlüymüşüm gibi hissettiriyordu.. Akabinde msn’de “olm lan çok korkunçtu elektriksizlik” cümleleri.. Geçelim..
Bugün kar yağışının epey uzağındayız.. Tamam bembeyaz, pamuk gibi, tertemiz kar iyi güzel de, hadiseden birkaç gün sonra yaşanan o çamurlaşma ile nasıl başedilmeli? Tanrının varlığına delalet olan bembeyaz kar, yine tanrının acımasızlığının ürünü olan insan eli ile ve insanın acımasızlığının ürünü olan arabaların lastiklerinin etkisi ile kararınca, sokaklarda çamur içinde yürümeye başlayınca, buzlanan kaldırımlarda g*t, bel, omurilik soğanı kırmaca oynarken, ertuğrul özkökvari ‘kar ve şarap sekansı’nın neresinde durabilir ki insan? Hadi bu g*tüne şarap şisesi sokulası insan suretini bir kenara bırakalım.. Karın yağması ile gözlere daha bir temiz, daha bir umutlu gibi görünen insanların yüzüne vurulan o somurtkan hava nasıl dağıtılabilir?
Sanırım kara haddinden fazla anlam yüklemeye başladım.. İnsanların yüzünde gördüğüm o umut da basit bir halüsinasyon sadece.. İnsanlar hala aynı karamsarlıkta, hala aynı yalnızlıkta ve hala g*tümde bir şarap şişesi duruyor..