Laf lafı açarken; tarih, din ve mitler
De Molay’ın İntikamı!
Jacques de Molay Tapınak Şovalyeleri’nin 23. büyük üstadı, yani grand masterıydı. 18 Mart 1314’te Fransa Kralı IV. Philip tarafından diri diri yakıldı. Tapınak Şovalyeleri’ne borcu olan ve tarikata girme talebi reddedlen bir kralın hezayanıydı bu. De Molay, kazığa bağlanmış şekilde diri diri yanarken Fransa Kralı ile dönemin papasını “Asla huzur bulamayacaksınız, acı içinde gebereceksiniz” diye tehdit etmişti. Tesadüf müdür, lanet midir, yoksa çok titiz bir suikast midir bilinmez, aynı yıl içerisinde hem kral, hem de papa ölmüştü.
Lakin krallık zaman zaman hanedan değişse de hala ayaktaydı. İşte asıl bomba burada. De Molay’ın cayır cayır yakılmasından tam 475 yıl sonra, yani 1789, de Molay’ın hapsedildiği ve infaz edildiği Bastille hapishanesinde başlayan Fransız ihtilali kral ve maiyetini giyotine yollamıştı. Rivayete göre günün kralı XVI. Louis’in idamının hemen ardından kurulan platforma atlayan bir kişi, kralın kesik kafasını eline almış, kalabalığa doğru sallamış ve “de Molay! Bak işte, intikamın alındı!” diye bağırmıştı.
Wikipedia Entellektüelliği
Şimdi neden yazıyorum bunları? Yok bir sebebi. Ayıptır söylemesi, dün wikipedia denen deryada yüze yüze resmen boğuldum. Allak bullak oldu beynim. The Da Vinci Code kitabından/filminden tanıdığımız Mary Magdalena ile ilgili wikipedia makalesini okumakla başlayan hikayem, İsa’ya, ordan Johanna’ya, ordan tekrar Mary’e, ordan Tapınak Şovalyeleri’ne, Jacques de Molay’a, sonra Rodos Şovalyeleri’ne, oradan Haçlı seferlerine, Kudüs’e, Kabe’ye ve son olarak Hacer’ül Esved’e kadar gitti…
Ama saatler sürdü bu macera, görseniz; tonla döküman okuyorum, görsellere bakıyorum, bazen ingilizcesini anlamıyorum, sözlük açıyorum, bazen de wikipedia’nın Türkçe versiyonuna, ekşi sözlüğe filan göz atıyorum. Bir ara firefox kilitlendi açtığım tablardan ötürü. Sil baştan başladım. Görseniz, bu entellektüel çabam karşısında ağlarsınız, o derece…
Kabe’nin Anahtarı kimde?
Kabe demiştim ya en son, Osman bin Talha adında bir Kureyşli’nin başından geçen bir olaya rastladım Türk kaynaklarında. Hz. Muhammed Mekke’yi fethedince Kabe’de bulunan putları kırmak için buraya gelmiş. Kabe’nin anahtarı da bu bahsettiğimiz Osman bin Talha’daymış. Muhammed, Ali’yi göndermiş anahtarı alması için. Ali Osman’dan anahtarı istemiş ama adam “Ben Muhammed’in peygamberliğini tanımıyorum, yok size anahtar filan” diye terslemiş Ali’yi. Hz. Ali’de zorla almış ellerinden anahtarı.
Anahtar peygambere gitmiş, Kabe açılmış, putlar temizlenmiş ve içinde namaz kılınmış. Kabe’nin anahtarının kimde duracağı meselesi konuşulmuş. Sahabelerden bazıları bu seçkin göreve talip olsa da, Muhammed Ali’ye dönerek anahtarı tekrar Osman bin Talha’ya vermesini söylemiş.
Ali anahtarı götürünce bizim Osman kardeş şaşırmış tabi, “sen bunu benden zorla almadın mı, şimdi neden geri veriyorsun?” gibilerinden. İşte orda Müslüman olmuş, hidayete ermiş filan…
Nereye geleceğim, şuraya geleceğim. Şimdi ben bu tevatürü okuyunca “Ula şimdi nerdedir ki bu Kabe’nin anahtarı?” diye meraka düştüm. Allah Google’a uzun ömürler versin, anahtarın Bani Shaiba, yani Şeybi ailesinde olduğunu öğrendim. Misal şu an anahtar ailenin en yaşlı üyesi Abdülaziz Şeybi’de. Ve tahmin edebileceğiniz gibi bu Şeybi ailesi, Kureyşli Osman bin Talha’nın torunları. Aile 14 asırdır Kabe’nin anahtarını ve örtüsünü muhafaza ediyor. Vay anasını di mi?
Ailenin statüsü nedir bilmiyorum, yani belki şeyh, emir, prenstir filan, ne bileyim milyar dolarlık servet yapmışlardır bilmiyorum. Ama ailenin sahip olduğu bu misyon nedeniyle tüm seceresi biliniyor. Tüm soyağacı… Bu müthiş bir özellik bence…
Ya da Jacques de Molay diye bir adam ölmüş, 475 yıl sonra adamın intikamını aldık diye sevinen insanlar var. Bu adamlar önemli hacı…
Dea’nın Soy Ağacı
Soyağacı konusu her zaman ilgimi çekmiştir. Çok sıkılınca açarım herhangi bir krallık ailesini ya da Osmanlı Hanedanını, Habsburg Hanedanını filan incelerim. Yüzyıllar boyunca hanedanın reisi kim, ondan önce gelen kim, ondan sonra gelen kim, her bilgiye ulaşabiliyorsun. Kendi soyağacım üzerinde çalışmıştım ben de vakt-i zamanında. Lakin, tahmin edebileceğiniz gibi, ailemizin hiçbir özelliğimiz olmamasından dedemin dedesinden öteye gidemedim. Haliyle dikey değil, yatay bir soyağacı oldu. Dedemin kardeşlerinin torunlarını, dedemin kuzenlerinin torunlarını filan çıkardığım devasa bir şey oldu ama, o değil ki kıymetli olan… Bana ne uzak uzak uzak kuzenlerimden? Dedemin dedesinden öteye, ne bileyim, 1800’lere, 1700’lere uzanabilsem… Manyak bişi değil mi abi?!
Aslında benden sonraki nesillerin benzer sıkıntıları yaşamaması için yapabildiğim kadarını torunlarıma vermeliyim. Onlar da versin torunlarına. Bir bakmışsın 2500 yılındaki torunumun elinde müthiş bir belge var. 1900-2010 arası çıkaramadık ama; ya 2010-2500 yılları arasına bir devlet adamı, ne bileyim, tarikat şeyhi filan yerleştirebilirsek? Şahane!..
Nasıl ki Muhammed için İbrahim’in ilk oğlu İsmail’in soyundan geliyor diyorlar; benim torun kendi dinini kurup başına geçtiğinde de Dea’nın soyundan geliyor derler belki… Ohaa heyecanlandım lan, kendime çeki düzen vermeliyim hemencecik…
Peygamberlerin Babası İbrahim
Bak laf lafı açıyor; bu İbrahim meselesi de acayip. İbrahim tüm dinlerin babası kabul ediliyor. Çünkü Müslümanlar peygamberlerinin İbrahim’in Hacer’den olan oğlu İsmail’in soyundan geldiğine inanırken, Museviler ve doğal olarak Hristiyanlar aynı İbrahim’in (Abraham) Sarah’dan olan oğlu Isaac’ın soyundan geldiklerine inanıyorlar. Ve yine aynı güruha göre Sarah Abraham’ın asıl eşiyken, Hacer kölesi… O yüzden Sultan Mehmet’in Ortodoks Patriği olarak atadığı Georgios-Gennadious Scholarius Müslümanlar’dan “Hacer’in kanlı köpekleri…” diye bahsediyormuş.
Neyse, şimdi tarih bile değil, mitooloji sayılır artık… Haliyle üzerinde ahkam kesmek de oldukça güçleşiyor. Ama tarihe yön veren 3 peygamberin de aynı soydan gelmesi nasıl izah edilebilir ki?
“Hepsi yalan dolan olm, yiyorlar sizi haberiniz yok” desem, nice kanlar dökülür değil mi burda? O yüzden, hafiften de tırsarak etmeyeceğim tabii böyle bir kelam.
Osmanlı’ya peygamber kanı lazım
“Laf lafı açıyor”unda dibine vurmuş olacağız belki ama; bu Abraham’ın soyuna bağlanma kaygısı aklıma başka bir şeyi getirmedi değil. Osmanlı henedanı da varlığına kutsiyet kazandırmak için peygamber soyuna bağlanmayı arzuladı, çok çabaladı. Mümkün olmayınca da “amaaan ne uğraşıyoruz ki” diyerekten gidip direkt halifeliği aldılar. Kılıçla tabi… “İstanbul’u fetheden komutan ne güzel komutandır” hadisi ve Ebu Eyüp el Ensari‘nin tahmini mezarı ile bir nebze meşruluk kazandılar. Teokrasi ve monarşi böyle işliyor işte… Nerden tutsan elinde kalıyor gibi…
Özlemişim bir solukta okudum
1400’lü yıllara kadar gidilmiş bir soy ağacı biliyorum. Gördüğümde uçuklamış kalmıştım. :S
Bu arada süper bir makale olmuş. Hele “Peygamberlerin Babası İbrahim” ayrıyeten araştırılması gereken konulardan biri gibi geldi bana. Bakalım yiyorlar mı bizi bir görelim.
Eskiden öyle miydi? Açardın bi yandan meydan larousse, bi yandan ana britannica bi ondan bi bundan…
Hoş olmuş Dea.
değişik bi sentez olmuş.
Ülkemizde çoğu insan soyağacını öğrenmeye çalışıyo ama malesef şanslı ise 6-7 göbekten dedesine ulaşabiliyo anca, hristiyanlıktaki gibi bi vaftiz olayı ve dolayısıyla vaftiz kayıtları olmadıgı için daha fazlasına ulaşmak mümkün olmuyo tabi büyük büyük…..dedeniz bi vakıf kurmadıysa.
Bi ilginç bilgide ben vereyim soyağaçları ile ilgili; sanılanın aksine soyagacı bilinen en eski anadolu ailesi Osmanoğulları değil Mevlana’nın soyundan gelen Çelebi ailesidir…
Takdir-e şayan. Daha sık okusak bunlardan, bilgilensek, kültür ve entelektüellikle yoğurulsak Dea tarafından. Şeklimiz olsa?
Çok hoştu valla, bir solukta gidiverdi.