Türkiye gibi kaderciliğin, biat etmenin, dizini kırıp oturmanın makul; sorgulamanın, şikayet etmenin, hesap sormanın, “yeter” demenin ise hainlik sayıldığı bir coğrafyada yaşıyorsanız, kitlesel ölüm haberleri izlemenin asla sonu gelmiyor. Herhalde gelişmiş bir ülkenin ortalama bir vatandaşına son bir kaç yılda yaşadıklarımızı anlatsak, yani nasıl desem, kaçakcılık yapan köylülerin savaş ucakları ile bombalandığını, patlayıcı yüklü araçların ilçe merkezlerinde, hatta başkentlerde patladığını...
İki gündür, Soma Katliamı hakkında yazı yazmak istiyorum. Ama yazamıyorum. Elim gitmediğinden, yüreğim elvermediğinden değil. İçim yanıyor, içim kanıyor; ama içimdekileri dökmezsem de rahatlayamam. Yazmam gerekiyor. İlk gece yazmaya niyetlendim. Olay tam bir facia. Göz göre göre gelmiş bir katliam aslında. Maden kazası falan değil, az bir bakınca nasıl bir katliam olduğunu görüyor insan. Göz göre göre bile değil, insanın gözüne soka soka gelmiş bu katliam. Bağıra bağıra gelmiş. Ama tam...
dünya çok kötü bir yer. müsebbihi de bizzat biziz. çemberin dışında kimse kalmayacak kadar biziz hem de… — dea neşedenyana (@demyra) 13 Mayıs 2014 Bu sitede yazdığım yazıların en az yarısı gibi başlıyorum buna da: Genel halet-i ruhiyemin tesiri, özellikle son birkaç haftadır hayatımın ne kadar saçma, boktan ve olması gerekenin çok çok uzağında olduğunu düşünüp kendimi depresyona sokmaya çalışıyorum. Sigarayı mesela, sanırım daha fazla içiyorum. Alkolle arama koyduğum mesafeler yerle bir...
Geçen yine Kürşat Başar programlarına benzer bir ortama düştüm. Bu yabancılaşmalar, kültürler arası değişimler güzel geliyor. Misal Fransa’da ya da Almanya’da falan olsa çok koyar ama burada her şey şekilcilikten ibaret olduğu için eğlenceli duruma geliyor. Fakat olmadık muhabbetler ve ekmek kapıları da yaratıyor insana (Manitasal durumlar değil malesef) Hanım kızımız diyor ki: “Bu işin sırrı güne iyi başlamak, güne nasıl başlarsan öyle gidiyor, bunu hem kahvaltı olarak düşün...
Gökten üç elma düştü, babası gördü balkondan; çok kızdı. “Her şeyin yeri, zamanı var”. Elmaların birini cebine attı, boş arsaya doğru koşmaya başladı. Hava tam ev ödevlerini ertesi günün ilk teneffüsüne erteleyip boş arsa duvarına kireçle kale çizmelik, Alman kale oynamalık, sonra da en yakın su kaynağına koşu yarışı yapmalıktı. Arsaya koşarken arada gözünü ayırmadan güneşe bakmaya çalışıyor, sonra önüne baktığında geçici körlüğün keyfini çıkarıyordu. Ailenin çekinik genlerinden zorla...
“Abi ama adam çok iyi hatip yeaağğ” Bir yalanı ne kadar çok duyarsanız, o kadar inandırıcı gelmeye başlar. Yalan olduğunu bilseniz bile… Senelerdir bu propaganda ile yoğuruluyoruz. Orta Asya’dan getirdiğimiz genlerimizde var herhalde bu durum. Başımızdakini hakettiğinden fazla yüceltmeyi çok seviyoruz. Adam ne kadar insanüstü görünürse gözümüze, bilinçaltımızda kendimizi biatımıza o kadar kolay ikna ediyoruz belki de. Uzun adam hakkında vasıfsal olarak çok da fazla...
DOĞUM Derler ki, insanlardan önce ruhları yaratılırmış ve evrenin uzak diyarlarında bekleşirmiş ruhlar. Sırası gelen ait olduğu bedene yollanırmış sonra. Maç keyfimizi iyice kaçırdılar. Son yıllarda pek maç izlediğim söylenemez. Sadece goller ya da iddia oynadıysam karşılıklı gol olana kadar. Sebepleri malum. Cumartesi gecesi maçlarını maçkolikten takip ettim, havalar geç kararmaya başladığından, “ulaan saat 8, maç vardı sahi ilk yarısı bitmiştir” meraklıyla bakıldı sadece. Eve...
Doğduğumuz gün hepimize birer rehber versinler. Gelecekte alacağımız kararların, hayatımızı hangi kavşağın neresinden ne tarafa götüreceğini uzun uzun anlatsın. Risk sevmemek, yaşla gelen bir şeymiş. Trafikte şerit değiştirmek bile akabinde ölümcül riskler doğurabiliyormuş. Yediğin tavuklar bile hormonluymuş zaten. Dünyada sanki hiçbir hamlenin riski yokmuş gibi yaşıyorken, daha küçücükken bile; 3.Dünya ülkesi olmayan herhangi bir yerde dünyanın en risksiz eylemi olan ekmek almaya giderken...
“Geldi bahar ayları, gevşer gönül yayları” temalı bir yazı vardı aklımda ama yoğun futbol gündemi nedeniyle gözler cadı kazanlarına çevrildi. Aslında bir bakıma aynı şeyler. Gönlümüzün içindekilerden biri de Futbol. Gerçekten futbol mu tabi o da tartışılır, onun etrafında dolaştığı hikayeler belki. Balıkesir’in maçını izlerken ve akabinde şehre asılan büyük bayrakları gördükten sonra aklıma geldi. Balıkesirli pek esnaf yok. Eskiden peynirciler Manyas’lı olurdu. Yoğurt...