Pogo bir tür danstır
Ayça Seren Ural.. 25 yaşında bir genç kadın.. Üniversite yıllarını punk olarak yaşadı. Dar pantolonlar giyip, saçlarını kazıttı. Kavga anında kullanmak için beline zincirler taktı. Saksıda esrar yetiştirip içti. Kimliksiz dolaştı. Nezarethanelerde sabahladı, aç kaldı. Sorgulamadan sevişti.
Ekonomiye canlılık getirmek için arabaları çizdi! Hamile kaldı. Evlendi. Çocuk doğurdu. Ve İstanbul’dan taşınıp, roman yazdı. Ayça Seren Ural, ilk kitabı Pogo’da kendi yaşadıklarını ve daha fazlasını anlatıyor. Hayal gücünü kullanarak kitaba eklemeler yaptı. Şu anda ‘ortamlardan’ elini eteğini çekmiş durumda. 2,5 yaşındaki kızı Brengülü (Öz Türkçe’de yaban gülü) ve inşaat mühendisi kocasıyla İzmit’de yaşıyor. Bu kitabı 90’lı ylların gençliğini unutturmamak için yazdı: ”Bizim çocuklar hiç de haklarında küfrederek konuşulacak çocuklar değillerdi. Bu çocuklar belki de el üstünde tuttuğumuz birçok insandan daha dürüsttü.’
Yaşadıklarınızdan sıyrılıp bu kitabı yazmaya nasıl karar verdiniz?
– Derler ya balık denizde yaşar denizi bilmez diye. Biz de bu olayların içindeyken aslında ne kadar toplum dışı olduğumuzu fark etmiyordu. Öyleydik sadece. 1993-1998 arasında onlardan biriydim. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik bölümünde okuyordum. Üstünden 5 yıl geçti. Bu kitabın çıkmasını iki şeye bağlıyorum önceleri. Birincisi babamın ölmesi, ikincisi ise kızımın doğması. Ama tekrar düşündüğümde bu iki olay olmasa da yazardım gibime geliyor. Çünkü bunlar yazmaya değer şeyler. Bir de daha önce bu türde birşey yazılmadı. 90’ların çocukları yok sayıldı. Ama yaşadılar, yaşadık.
Ortamlara nasıl girdiniz?
– Beyoğlu Fındıklı Lisesi’nde okuyordum. Kabataş’ta. Ama Tarlabaşı çocuğuyum ben. Çocukluğumdan beri o insanlarla beraberim. Travestilerle büyüdüm. Bizim alt komşumuz travesti, üst komşumuz torbacıydı (uyuşturucu satıcısı). Reşit değilken barlara girip çıkardım.
Kitapta “Herkes çılgın gençliği (esrar kullanan, grup seks yapan, barlarda sabahlayan, gürültülü müzik dinleyen…) problemli ailelerin çocukları zanneder. Oysa ki biz normal ailelerin çocuklarıydık…’ diyorsunuz.
– Evet bu doğru. İnsanları bu şekilde yanlış düşünmeye otoriteler sevk ediyor. Psikologlar ve pediatrister sorunlu ailelerin çocukları ilgi ve sevgi ihtiyacı yüzünden ortamlara giriyor, derler ama yok böyle birrşey. Ailesiyle ve kendiyle çok barışık yaşayıp gelip bizimle dağıtan insanlar vardı. Ben de onlardan biriydim. Babamı taparcasına seviyorum. Annemi de aynı şekilde.
Anneniz ve babanızdan bahseder misiniz?
– Annem tiyatro oyuncusu, babam da sinemacıydı.
Kitabı babanıza ithaf etmişsiniz. ‘Bana yenilmeyi öğreten babama’ diye bir ibare var… Babanız ‘kaybeden’ bir adam mıydı?
– Babam onursuzca kazanmaktansa onuruyla kaybeden bir adamdı. Bana yenilmeyi, yenilenmeyi, yenilgiden ders çkarmay öğretti. Öldü. O ölmeden bu kitabı yazmak isterdim. Ama yine de bir yerlerden görüyordur.
Kitabın kahramanlarından Değer ‘Neyiz biz toplumun artığı mı?’ sorusunu şöyle cevaplıyor: ‘İçimizde beliren egosantrik duygu yüzünden böyleyiz. Ben herkesi sikerim ama kimse bana madik atamaz…’ Bu gerçek düşünceleriniz mi?
– O yllarda herkes bireysel tepki koyuyordu. Biz bir grup ya da tarikat değildik. Bir gruba dahil olmayı korkaklık kabul ederdik.
Dışarıdan bakanlar için siz de bir gruptunuz..
– Punk diyorlardı bize… Dinlediğim müzik ve tavırlar açısından hálá punk’m. Ama biz bir taraf değildik. Saçlarımızı kazıtıp koyuyorduk o kadar. Kendimizi bir grubun parçası olarak hissetmiyorduk. Otoriteler ve müzik uzmanları bize punk derdi. Punk nedir? Eşittir sokak serserisi. Bu insanlar serseriydi. Benim sempati duyduğum çocuklardı.
Siz de kimlik taşımayanlardan mıydınız?
– Evet ben de kimlik taşımazdım. Ben de gözaltına çok alındım. Biz de aşırlıklar yaptık ama bu içimizdeki enerjiden kaynaklanan bir şeydi. Ortada kasıt yoktu. Bizim için göz altına alınmanın hiçbir sakıncası yoktu. Karakollarda polislerin çayını içiyorduk. Çok da ciddiye alnacak bir şey değildi.
”Kimlik taşımamak, isimsiz olmak bize yaftalanan hayatı reddetmekti adeta…” Kitapta böyle yazıyor.
– O bir genelleme… Benim için geçerli değil. Ben her zaman Ayça Seren Ural olduğum için gurur duydum. Çünkü ben özgürlüğü ailemde yaşadım. Hiçbir zaman kısıtlanmadım. Onlara hiç yalan söylemedim.
Kitaba göre ortamlarda olmanın sizin aranıza karışmann birçok kuralı var. Kural 1: Soru sorma, cevap verme. Birbiriniz hakkında bir şey bilmeden nasıl yaşıyordunuz?
– Umursamıyorduk ki. Bir gece beraber içtigimiz biri ertesi gün yok olabiliyordu. Bazen 3-5 gün sonra çıkageliyordu, bazen de bir ay sonra öldüğünü öğreniyorduk. Yakınlaşmaya gerek yoktu. Sorgulamadan sorgulanmadan yürüyordu ilişkiler…
Bu çocuklar toplumun diğer insanlarına yukardan bakıyorlar. Kendi tecrübelerine dünyanın en önemli şeyi muamelesi yapıyor ve kitabın bir yerinde Değer, ‘Yaşamadığım bir tek ölüm kaldı’ diyor… Yaşanacak şeylerin tükenebileceğine inanyor musunuz?
– Tükenmek demeyelim de her şeyi yapabilecek enerjisi var bu insanların. Evde dikiş nakış öğrenebilir ama bir ev kız gidip Pogo yapamaz. Ölüme de söz geçirebilmek istiyor. Ölümün ne zaman geleceğini hesaplarsan hazırlıksız yakalanmazsın, diyor. Aşağılamak mevzuuna gelince onlar kendilerini aşağılayanları aşağılıyorlar.
Siz kendi hayatınızda ölüme ne kadar yaklaştınız?
– Hayatta belirsiz olması gereken şeyler de vardır. Ölümün zamanını da bilmeyivereyim! Ben her an ölecekmişim gibi yaşıyorum.
Misyon kelimesi kitapta çok geçiyor…
– Evet dalga geçiyorum o kelimeyle… Yaşamını inatla bir şeylere adayan insanları anlayamıyorum.
Siz hayatta her şeyin denenmesinden yanasınız…
– Yaşamı bu şekilde kısıtlamak niye? Hayatın bir sürü alternatifi var. Ben bu gün esrar içiyorsam yarın Kuran okuyabilirim. Ya da toplu seks yapıyorsam aylarca hiç sevişmeyebilirim. Ya da travestilerle birlikteysem yarın şehir anaları denilen türbanlı kadın grubuyla birlikte olabilirim.
Peki sizin ortamlarda aşk var mıydı?
– Tadında yaşanıyordu aşk. Paylaşılan anlar çok önemliydi. Gençlerin çoğu ‘gösterip vermemek temeline kurulu ilişkiler’ yaşarken biz daha saf daha teklifsiz şeyler yaşardık. Bir kere kimsenin cinsel açlığı yoktu. Çünkü istediği zaman herkes rahatlıkla seks yapacak birini bulabiliyordu.
Nasıl oldu da evlendiniz?
– Ortamlarda tanıştık. Yıllarca aynı ortamlardaymışız da farkında değilmişiz. O inşaat mühendisi. Biraz daha rocker’dır. Birbirimizi tanıdık, gittik evlendik. Ailelerimize biz evlendik dedik. Onlar da onayladılar…
Hamile miydiniz evlendiğinizde?
– Evet. Mutluyuz. Kendimizden ödün vermiş değiliz. Yapmaktan hoşlandığımız şeylerden vazgeçmedim.
Neden İstanbul’da yaşamıyorsunuz?
– İstanbul’da çocuk büyütülmez. Ben bu şekilde büyümüş olmaktan memnunum. Ama benim bir babam vardı ve benim hata yapmama asla izin vermezdi. Yanlışı ve doğruyu bana çok iyi gösterdi. Ben çocuğuma o derece yol gösterebileceğimi hiç zannetmiyorum. Eskiden İstanbul çok farklıydı. Herkes haddini biliyordu. Şimdi saplar ve samanlar birbirine karıştı. Alt kültürün yuvalandığı yerlerde oturmama imkan yok. Ama temiz ailelerin oturduğu yerlerde oturmayı da midem kaldırmaz.
Temiz aileler neden midenizi kaldırıyor? Bu tepki niye?
– Onlarla konuşacak şeyim yok benim. Birbirimizden hoşlanmıyoruz.
Böyle davranarak onların sizin gibilere yaptığını siz de onlara yapmış olmuyor musunuz?
– Ama bana başka bir şans brakmıyorlar ki. Onlar muhasebeci baba ve ev hanımı anne. Kadın fiskos masa örtüsü örüp Seda Sayan izliyor. Onlarla konuşacak hiçbir şeyim yok. Bakın ben herkes saksısında otunu yetiştirsin demiyorum ama hayatın farklı renklerini de görsünler.
Uyuşturucudan ölen arkadaşlarınız oldu mu?
– Tabii canm çok oldu. Ölüm o ortamlarda kaçınılmazdır.
Aynı yıllarda eroinden ölen Vildan Kutlular’ı tanıyor muydunuz?
– Adını duymuştum. Ortamdaydı. Onun sevgilisini tanıyordum, İlyas. O da öldü. Eroin kullananlarla bizim pek işimiz olmazdı. Onlar bizden uzaklarda bir yerlerde ölürlerdi. Bizim gibi eğlenceye meraklı değillerdi. Hadi gidelim bir açık hava partisi verelim demezlerdi. Buluşacakları bir torbacları vardı mutlaka…
Siz uyuşturucu kullanıyor muydunuz?
– Biz eroin derecesinde uyuşturucu kullanmıyorduk. Eroin kullananlar Canki’dir. Onlar asla punk olamazlar. Onlar hiçbir şey olamaz. Onların müzik ya da giyim tarzı gibi ortak zevkleri yok. Onlar yalnızca uyuşturucu için yaşıyorlar. Biz cankileri aşağılardık. Biz o dönemi yaşarken bilinçliydik. Kavga eder, pogo yapar, çok çok arabalar çizerdik. Ekonomik canlılık derdik buna. Eroin bizim kontrolümüzü yitirmemize neden olurdu ki bu istediğimiz son şeydi.
Eroin’e karşıydınız ama esrar içiyordunuz değil mi?
– Uyuşturucu konusuna pek girmeyelim söyleyeceklerim kimsenin hoşuna gitmeyebilir.
Kimseyi memnun etmeye çalışmıyoruz…
– Sigara içmek, içki içmek nasıl sıradan ise uyuşturucu da ileride böyle olacak. Esrar yasaksa şu anda bu yasaktan faydalanan bir ton insan var, birilerinin cebine çok fazla para giriyor. Eroinde de…
Kitaptaki karakter Rüzgar saksıda esrar yetiştiriyor…
– Ben de yetiştirdim.
Ya Pogo?
– Pogo bir tür dans. Yüz-iki yüz tane kudurgan insan bir araya gelir. Pogo yaparken birileri birilerini yere devirir, üstüne çkar, omuz-dirsek-kafa atar, duvara fırlatr hatta bazılarının bir yerleri yarılır ama kimse de karşındakine ‘ya sen niye benim kafamı patlattın’ diyerek kavga çıkarmaz. ‘Benim kızıma niye baktın’ diye kavga çıkar ama ‘bana niye sandalye fırlattın’ diye bir kavga çıkmaz. O sertlikten hoşlanan, birbirini itip kakan gençler vardır. Sonuçta tepişerek rahatlamadır yapılan. Bir tür dışa vurum. Her insanın kendini dışa vuruşu farklıdır. Kimi susarak kendini dışa vurur, kimi sokaklarda kavga eder. Biz ikisini de yapmazdık. Kendi aramıda zararsız tepişmeler yaşardık. Morartmacasına girerdik birbirimez. Sakinleşir ve sokaklara dalardık.
Röportaj: www.netkultur.homestead.com