Velkam tu dı Cangıl
Gece sabaha karşı evin içinde patlayan flaşlarla uykum bölündü. Saat 5 civarı. Uyku mahmurluğunu atıp gözümü biraz aralayınca, odanın içinde flaşların patlamadığını, birer ikişer dakika arayla şimşeklerin evin içini aydınlattığını farkettim. Ama öyle patlıyorlar ki, sanki apartmanın 100 metre üstünde, öyle bir aydınlanıyor evin içi, ve arkasından gelen gürültüyle öyle doluyor oda.
Bugün her zamankinden biraz daha geç, 07.30’da uyandım. Kahvaltı olayımız olmadığından direk evden attım kendimi. Apartmandan çıkarken, yağan yağmuru gördüm. Hay aksi, dedim içimden, yağmur azalmamış. İşe gidene kadar sırılsıklam olurum bu yağmurda.
Otobüs durağına geldiğimde gördüğüm manzara, tek derdimin yağmur olmayacağını yavaştan hissettirmeye başlamıştı. İki durak kulübesinin de altı tıklım tıklım doluydu, dışarıda da şemsiyeli onlarca insan vardı. Merkezi durakları saymazsak, çoğu durak için pek görülen bir durum değildir bu. En azından bizim durak için bunca senedir ilk kez gördüm.
Durak kulübesinin altına kendimi zor atıp beklemeye başladım. Çevremdeki konuşmalardan duyduğum, bir saatten fazladır otobüs bekleyen insanlar var. Kendi kafamda, acaba bir saattir beklediği otobüs mü gelmedi, yoksa bir saattir durağa otobüs mü inmedi diye düşünüyorum. Bilmeyenler için söyleyeyim, Başakşehir 2. Etap’taki otobüs durağı, otobüsler için düz ayak Başakşehir 1. Etap’ın ortasındaki ana caddeden çıkıp, önce 200 metrelik bir bayır inmek sonra da hemen hemen aynı uzunlukta bir yokuşu çıkıp tekrar ana caddeye dönmek demek. Karlı, buzlu havalarda otobüslerin 2. Etap’a inmediği oluyor. Ya da bugünkü gibi, 2. Etap durağının önündeki alan yağan yağmurdan göl olduğunda.
Kafamda bunları tartarken, bir Bakırköy otobüsünün gelmekte olduğunu görüyorum. Eğer hiç bir otobüs inmiyorsa, tek şansım olabilir. Atıyorum kendimi otobüse, Mecidiyeköy’den karşıya geçme planını iptal edip, Sefaköy’de metrobüsle kucaklaşma planımı uygulamaya koyuyorum.
İkitelli Köprüsünü biraz geçince görüyoruz ki, İkitelli İETT Garajı’nın önünde tıkanma başlıyor. Otobüs şöförü çakal bir hamleyle hemen köprü çıkışındaki sanayini sitesinin içine atıyor otobüsü, o trafikte sanayinin diğer çıkışından trafiğe katılmak demek o trafikte nereden baksanız yarım saat kâr etmek demek. Sitenin içinde yardırıyoruz, çıkışa geliyoruz ve acı bir fren sesi! O ne? Çıkışta tuzak var! Şöför dışarıdakilerden yardım istiyor, kapanın üstüne basanlar edenler derken, ön tekerlekler geçiyor, ama sağ arka tekerlerin biri arkadaşları kadar şanslı değil, patladığını duyuyoruz. E hadi inin otobüsten. Şanslıyız, İETT Garajı’na 100 metre mesafedeyiz. Hemen yeni otobüs gelir…
Nah gelir. yarım saat sürüyor yeni otobüsün gelmesi. Yarım saatte yüz metre, ki bu da saatte 0.2 km hız demek. Büyükşehir çalışıyor…
Neyse ki yağmur altında değiliz. Yolculuk yeni otobüste tekrar başlıyor. Yolda radyodan öğreniyorum olayların boyutunu. Basın Ekspres yolu kapalı. Haliyle oradan geçemeyen bütün araçlar, benim üzerinde olduğum yolu kullanarak E5’e ulaşmaya çalışıyorlar. Trafik felaket. Kışın iş çıkış saatlerinde, Boğaziçi Köprüsü’nün Avrupa’dan Anadolu’ya geçişini düşünün, işte ondan daha kötü. Yol akmıyor.
Bir saate yakın bir süre sonra, şöför gene kafayı kırıp, ana caddeden ayrılıp bir alt yola girmeye karar veriyor. Ancak alt yola bağlanan yolda, alt yolun da kilit olduğunu görünce vazgeçip, dönüş yoluna U dönmek istiyor. İstiyor istemesine de, refüje (gidişle geliş arasındaki beton yükselti işte, adını hatırlayamadım, refüj olmayabilir de sanırım) vuruyor otobüsün altını, takılıyor otobüs. Geçemeyince yolcuları indiriyor otobüsten, ama bütün yolcular patlamak üzere. Teker mevzusundan sonra ikinci kez yolda kalmak şöförü linç etmemiz demek. İleri geri yapa yapa, otobüsün altını 5. kere vurduktan sonra refüjden geçemeyeceğini anlayıp geldiğimiz yolda ters girerek geri dönüyoruz. Otobüs yolda kalmadı ya, artık kimsenin umrunda değil koca otobüsün trafik kurallarını çiğneyip ters istikamette gidiyor oluşu. Başladığımız yere geri dönüyoruz.
Gene İkitelli Sefaköy yolundayız. Yaklaşık 2 saat daha sürüyor Sefaköy’e gelmemiz. Sabah 8’de başlayan yolculuğumuz acısıyla tatlısıyla 11.30 gibi Sefaköy’de sona eriyor. İşin otobüs kısmı yani, benim yolculuğum değil. Ben daha oradan Ümraniye’ye geçiyorum…
ee sonra? en heyecanlı yerinde kaldın 🙂
Dün seni eve bırakırken kullandığım yolların bu hale nasıl geldiğini anlamadım. 6-7 Saatle kurtarmışım anladığım kadarıyla. Yine yolda kalsaydım kendi çapımda bir rekora imza atmış olurdum sanırım.
verdur, sizin yazlıkta birşey var mı la?
Geldiğin zaman anlamışsındır. Bizim yazlık biraz tepede kaldığından selle falan pek işi olmaz. Ama yağmuru rüzgarı yemiş ona yapacak bir şey yok. Her sene o dam akar zati.
$a na na na na na na na niiiiiz niz!
Sayke, ondan sonrasinda cok bir numara yok. Sefakoy’de kendimi otobusten attim, metrobusle Altunizade’ye gectim, oradan da minibusle Umraniye. O istikamette sel olmadigindan bir de saat ogleni buldugundan trafik falan yoktu. Sefakoy’den Umraniye’ye gecisim 1 saat civarinda surdu.
Verdur, sonradan gordun mu bilmiyorum, Cobancesme girisindeki kopruye kadar yukselmisti sular. Cidden 6 saatte nasil o hale gelir orasi, inanilacak gibi degil…