Skip to content Skip to sidebar Skip to footer

Tag: iş güç

Ofisim var şeker gibin, çalışanım var lokum gibin…

Reklam ajanslarının web sayfalarını gezmeye bayılıyorum. Hele son trendleri "Bir blog açalım, ofis ortamını sitemize koyalım, herkes ne kadar eğlendiğimizi, ne kadar keyif aldığımızı görsün" söz konusu olunca, vazgeçilmez bir tutku halini aldı benim için. Sürekli bakınıyorum. Evet, çalışma ortamları, amaçladıkları ve iddia ettikleri gibi eğlenceli görünüyor. Benim çalıştığım ofisle kıyaslanamayacak kadar özgür, renkli ve ferah... İnsanın da dibi düşüyor haliyle. X kişisinin doğum gününü kutladık diyorlar misal, anam ellerde bira şişeleri, patronla enseye şaplak vaziyetler, kakara kikiri... Muazzam bir coşku. Diyorsun ki içinden "Lan bu adamlar 7/24 makara yapsınlar diye mi maaş alıyorlar, bu nasıl bir meslektir, helolooy ben de reklamcı olacağım."

Çalışmak kötü…

Çalışmak kötü. 3 kuruş para kazanayım hayatımı idame ettireyim kaygısının zamanla evrilip yerinde bir gardrop, araba, ev; ordan daha iyi gardrop, daha iyi araba, daha iyi ev; en iyi gardrop, en iyi araba, en iyi ev gibi hayvani güdülere teslim olmasının anahtarı çünkü çalışmak. Herşey orda başlıyor. Sabahın köründe kalkıyorsun, gece saatlerine kadar mesaide kalıyorsun, hedef kaygısı, verimlilik zamazingosu, ot, bok, püsurla koca bir ömrü geçiriyorsun ve bir yerden sonra sıtkın sıyrılıyor ve “abi neden daha iyisi benim olmasın ki? Bu kadar çalışırken neden azla yetineyim ki?” sihirli cümlesi ile durdurulamaz bir canavara dönüşüyorsun. Evet, çalışmak kötü. Sabah erken kalkmak zorunda olduğun, gündelik hayatına dair renk sayılabilecek şeylere zaman ayıramadığın, kendini sevdiğin insanlarla, sevdiğin şeyleri yapmaktan alıkoyduğu için kötü. Yeterince kötü, fazlasıyla kötü, çok kötü!

Kriz, sana kriz, bana kriz…

Malumunuz kapital dünya ve haliyle Türkiye’de ciddi bir ekonomik kriz yaşanmakta. Gerçi krizde en kötünün geride kaldığına dair inanışlar iyice arttı. Ancak yine de ABD finans şirketleri ile başlayan zor günler, reel sektörün, yani bakkalın, çakkalın da içine dahil olmasıyla aldı başını yürüdü. Hepimiz, az ya da çok bu krizin etkilerini hissettik, hissediyoruz. Gerçi Türkiye olarak krizlerle yaşamaya alışkın bir ülke olmamızdan dolayı, bu yaşananlar da nedir, bize koymaz ama en basitinden bu satırların yazarı olarak bendeniz de bu sene kriz bahanesiyle maaşına zam alamamış zavallı bir beyaz gömlekliyimdir -ki çevremizde çok daha kötülerini yaşayan insanları görüyor, yaşadıklarına uzak veya yakın bir şekilde tanık oluyoruz.

Bal ulan! Kaymak ulan! Alayına reçel ulan!

İnsanoğlu’nun icat ettiği en güzel şeyler listesine 4. sıradan girer bence kahvaltı yapmak. Yani düşünsene, bundan seneler önce adam “Aman dinazor ısırmasın götümü, zehirli yılanlar sokmasın cinsel tenasül uzuvlarımı” kaygıları arasında, “Şu geyiği indireyim de, çiğ miğ yerim artık”tan öte bir midesel atraksiyon düşünemezken nasıl olmuşsa olmuş, artık evrilmiş mi diyelim, vahiy mi gelmiş diyelim bilemiyorum ama ballı, kaymaklı, on numara peyniri, tereyağı, kızarmış ekmeğiyle hatta böyle sarısına ekmek banabileceği sucuklu yumurtasıyla filan müthiş bir şey koymuş ortaya. Çay demlenmesi hadisesine girmiyorum bile, dikkatinizi çektiyse... Hastası olmazsın da naparsın allah aşkına?

Geç Kalma Psikolojisi

Şurada siteyi takip eden hepi topu beş on kişi olduğumuzdan kelli, herkes birbirini de az çok tanıdığından, işyerinde bölüm değiştirdiğim konusu çoğunuzun malumu. Şimdi bir işyerinde çalıştığın bir bölümden başka bir bölüme geçtiysen, bunun getirdiği bir takım zorluklar da olmuyor değil.

Benim küçük esnafım…#1

Küçük esnaf sempatim had safhada. Topkapı'dan Avcılar istikametinde, sanırsam ki Cennet Mahallesi'nin oralarda, bir yerlerde, geçen yaz bir bisikletçi açılmıştı. Dükkanı şu şekilde tasvir etmek mümkün; dükkanın önüne koyulan 10, bilemedin 15 bisiklet, ucuza kaçıldığını her halinden belli bir tabela, bir tane masa, bir tane sandalye. O kadar. Dükkanın içi bomboş. Her Allah'ın günü o güzergahtan geçerken dikkat kesilirim, gram ilerleme yok dükkanda. Bir tane dolabımsı birşeyler koymuşlar masanın yanına o kadar. Belki de bisiklet sayısı biraz artmış olabilir, ona dikkat edemedim. Yaz mevsimi, okullar kapandı, haydi bakalım Çin malını çocuklara satalım ana temalı bu girişim yaklaşık 9-10 aydır ayakta. İnşallah işleri filan da iyidir, allah bol kazanç nasip etsin.

Sıcak yatak, soğuk sabah, sıcak çorba, soğuk hayat…

Size kimsenin bilmediği birşey söyleyeyim mi? Hayatınızı idame ettirebilmek için çalışmak zorundasınız. Bu kısmı belki biryerlerden duydunuz ama çalışabilmek için takım elbisesinden, ayakkabısına türlü şey almak ve bunların parasını ödeyebilmek için de çalışmak zorunda olduğunuzu kimse söylememiştir. Daha çok çalışmak, daha çok kazanmak koşuşturmacasının en güzel ve en saf durağı yatak heralde. Ötesi iflah olmaz çirkinlikte nitekim. Sabahın 6’sında, hele kış aylarında sıcacık yatağından çıkıp nasıl atarsın kendini buz gibi sokağa? Hangi vicdanla? Cevap belli tabii de, bu sabah otobüs durağında sigara içip servis beklerken şunu düşündüm. Sen çalışırken başkasının paza kazanması kadar sinir bozucu bir durum yok arkadaş. Bu bir tersane işçisi için de geçerli, mağaza tezgahtarı için de, sigortacı için de... Şimdi uluslararası bir firmada, sabah 8, akşam 6; 3 kuruş kazanacağım diye yırtıyorum ya bir yerlerimi, kendi işim olsa, hiçbir allahın kulu sabahın 8’inde açtıramaz bana o dükkanı. Haliyle hiçbir kuvvet kaldıramaz beni o sıcacık, o yumuşacık, o omuriliğime göre şekil alan, ortopedik yataktan.

Bireysel Benchmark Eylemi

Kapitalizm dediğin dipsiz kuyu, çalışanlarına boş birkaç saniye bile bırakmama gayretiyle bilimum tiksinme hissiyatını sonuna kadar hakediyor. Çalıştığım kurumda da piyasaların içinde bulunduğu durumdan ötürü ciddi bir stres ve yoğunlukla boğuştuğum birkaç haftanın ardından anlık bir rahatlama ile yaymış, tüm gün gazete okuyan, forward maille gönderilen karikatürlere bakan, her daim Cnbc-e açık bulunan televizyonun kumandasını ele geçirip NtvSpor’a, Dest-i İzdivaç’a kayan, zaten genel halet-i ruhiye itibariyle takım elbiseli, canti çalışan sınıfından oldukça uzakta duran, paspal ötesi ve kirli sakallı birisi olmamın farkedilmesi üzerine, hemen bir iş icat edildi başıma.

İyi bayramlar dedik lan!

Artık bir klasik haline gelen (ya da gelecek olan) “tatil günü iş yerinden yazılar” serisine bir katkı daha yapalım. Ramazan Bayramı’nın şeker adı altında tatil olarak değerlendirilmesine karşı çıkan, ama yine de bayram tatilini 9 güne çıkartmaktan geri durmayan pek şaaane iktidarımızın vermiş olduğu kararın aksine Pazartesi yarım gün ve Cuma günü tam gün olmak üzere çalışıyorum. Bu da yetmezmiş gibi –ki hiç bir zaman yettiği vaki değildir- Perşembe gününe konan mesai ile “lan ne bayramı, ne tatili, gene iş, gene iş” diye köpükler saçmaktayım ağzımdan. Ve hasıl olan can sıkıntısından, bu halet-i ruhiyeyi gözbebeeemiz bu siteye aktarmak niyetindeyim.