Kimse yazmayınca, iş yine sitenin en başarısız yazarına, yani bendenize düştü. Antalyalı olmama ve daha ötesi yıllarımı deniz kenarında geçirmeme rağmen bugüne kadar sadece 2 kez balık tutma girişiminde bulundum. İlki yıllar önce Demre sahillerinde misina ile gayet iddiasız bir eylem olarak tezahür etti. Sonuç hüsran... İkincisi bundan, nerden baksan 4-5 sene öncesinde Avcılar sahilinde yaşandı. İlkine nazaran daha ciddi bir girişim olsa da, benim olaydaki yegane rolüm "Oğlum lan olmaz sanki böyle" şeklindeki itirazlarımı 3-5 efes extra ile süslemek oldu. Burda da sonuç hüsran ama ben zaten yedek kulübesindeki gamsız futbolcu rolünden öteye geçmediğim için önümüzdeki maçlara bakma gereği bile duymadım.
Aradan geçen bunca zaman sonra, bir pazar günü ATBS kişisinin davetine icap etmek gerekti. Yapacak daha önemli, daha keyifli bir işimin olmamasından ve ismi geçen şahsın Dali organizasyonundaki ısrarcı yapısının yeniden kabusum olmasından çekindiğim için iştirak etmekten başka yapacak bir şey yoktu.
Perşembe günü, Kadıköy'de, saat 6:30 gibi işten çıkıp Deniz Otobüsleri iskelesine inerken günün çok farklı olduğunu farkettim. Saatlere yaz ayarı çekildiğinden beri ilk defa işe gittiğimden, ilk defa 6:30'da havanın ne kadar da aydınlık olduğunu farkettiğimden olsa gerek, güzel havayla, Kadıköy ritüeli olarak sokakların denize çıkmasıyla birlikte "O kadar da kötü değil yaşamak" anatemalı düşüncelerin arasında gelip, gidiyordum. Bir kitapçının önünden geçerken, kitap pazarlama aracı olarak tasarlanan albenisi yüksek afişlere bakıp, "evet bu kitabı okumalıyım"; kulağıma çalan bir müziğe "bu albümü almalıyım" diyordum. İkisini de yapmayacağımı çok iyi biliyordum oysa ki. Ama bu güzel atmosferde kendimi olduğumdan daha farklı kılacak küçük yalanlara ihtiyacım vardı. "Bu filmi muhakkak görmeliyim"