Balık nasıl tutulur? Nasıl tutulmaz?
Kimse yazmayınca, iş yine sitenin en başarısız yazarına, yani bendenize düştü. Antalyalı olmama ve daha ötesi yıllarımı deniz kenarında geçirmeme rağmen bugüne kadar sadece 2 kez balık tutma girişiminde bulundum. İlki yıllar önce Demre sahillerinde misina ile gayet iddiasız bir eylem olarak tezahür etti. Sonuç hüsran… İkincisi bundan, nerden baksan 4-5 sene öncesinde Avcılar sahilinde yaşandı. İlkine nazaran daha ciddi bir girişim olsa da, benim olaydaki yegane rolüm “Oğlum lan olmaz sanki böyle” şeklindeki itirazlarımı 3-5 efes extra ile süslemek oldu. Burda da sonuç hüsran ama ben zaten yedek kulübesindeki gamsız futbolcu rolünden öteye geçmediğim için önümüzdeki maçlara bakma gereği bile duymadım.
Aradan geçen bunca zaman sonra, bir pazar günü ATBS kişisinin davetine icap etmek gerekti. Yapacak daha önemli, daha keyifli bir işimin olmamasından ve ismi geçen şahsın Dali organizasyonundaki ısrarcı yapısının yeniden kabusum olmasından çekindiğim için iştirak etmekten başka yapacak bir şey yoktu.
Erkut reis, sağolsun, geldi Beşiktaş’tan aldı. Arabanın arkasında 3-5 tane gıcır diye tabir edilen cinsinden olta takımı var. İstikamet Sarayburnu. Arabadan iner inmez dalgıç kıyafeti giymiş, şnorkelli, zıpkınlı abilerin geçit törenini izlemek zorunda kalınca içten içe “lan yoksa balık tutmak dediğimiz bu mu? ATBS bana da bunlardan giydirip suya daldırır mı?” diye tırsmadım değil. Ama çok şükür balık tutmaktan kasıt bu teknoloji harikası olta takımlarını kullanarak denize fırlatmak, sonra da karavana çekmekmiş.
Werdure, tosun, ilker derken ATBS kişisinin de teşrifiyle kadro tamamlandı. Başladık sırayla oltaları Marmara’nın azgın sularına salmaya. İçimizde nisbeten tecrübeli diyebileceğimiz İlker ve Erkut var. Tecrübe dediğimiz de altı üstü 3-5 kere balığa gitmek tabi ama oltayı atışlarına, çekişlerine ve pozlarına bakılırsa 15 senedir her haftasonu torunlarıyla Alabama’ya balığa gitmiş dede figüründeler. Biz de saygıyla izliyoruz elbette.
“Lan oğlum olmuyor bir türlü” feryatlarımıza İlker’den “Abi balığın hası Tarabya’da, hadi yollanalım, iş yok burda” kontrası geliyor. Adam sanki İstanbul’un balık haritasını çıkartmış da, ilim irfan işidir balık tutmak mesajı veriyor.
Velhasıl-ı kelam, uzun süren uğraşlardan sonra İlker denizden bir balık çekiyor. Hepimizde bir çoşku, bir sevinç ki sormayın. Ama balık bir garip, istavrit desen değil, lüfer desen değil, hamsi filan hiç değil. Sanki Norveçli bilimadamları bir kurbağayı, balıkla çiftleştirmişler, yetmemiş, vermişler radyasyonu garibim yavruya, sonra da Marmara açıklarında denize salmışlar. Abarttığımı sanıyorsanız aldanıyorsunuz, o kadar nevi şahsına münhasır ve mavi bir yaratık var ki karşımızda bizim coşkumuz şaşkınlığa dönüşürken werdure’nin elleri, kolları titremeye başlıyor. Balığı iğneden (kesin başka bir adı vardı ama, neyse) çıkartmaya çalışırken bu titrek ellerin de tesiriyle kayalıkların arasına düşürüyor. Balık literatürüne sokacağımız, ismini bile bizim koyacağımız, sektörde devrim yaratacak bir tür bulmuşken onu kayalıkların arasında cirit atan farelere meze yapmak canımızı biraz sıkıyor ama, yılmıyoruz. Daha nicelerini alıcaz Marmara’nın koynundan. O gadder hırslıyız yani.
Tabi bu hırs “Abi nolur Tarabya ya, nolur ya, sürü geçiyormuş arkadaşlar haber saldı” formatından gram taviz vermeyen İlker üzerinde bazı yan etkilere neden oluyor. Oltasını, o bilindik “yıllarımı verdim ben bu işe” havası ile çekerken iki tane parıltı görüyoruz iğnelerin ucunda. (iğne değil sanki onun adı ya, üfff) 3-5 tur “la bu nedir?” soruları döndükten sonra anlıyoruz ki adam denizde ikiz bebek bekleyen hamile bir hamsi bulmuş, sokmuş iğneyi bu anne adayının karnına, sezeryanla çekmiş yavrucakları ordan. Yani ancak böyle olabilir, yoksa o küçücük bebelerin iğnenin ucunda olmasını açıklayacak başka senaryo yok. Bebek katili İlker’i kınadıktan sonra, söz birliği etmişcesine “Adam haklı sanki Tarabya’ya gidelim, kırk ton balık çekeriz” diyerekten Tarabya’ya doğru yollanıyoruz.
Yollanmadan önce yemek yiyebilmek için küçük bir İstanbul turu atıyoruz. Çok detay vermek istemiyorum, şöyle özetleyeyim kısaca: Amacımız Samatya’da kuru fasulye yemekken, werdure’nin kullandığı bir arabanın arkasında iki araba daha, Samatya’dan girip, Cerrahpaşa’ya, ordan Çapa’ya, ordan Vatan Caddesi’ne geçiyoruz. Hiç bitmeyecekmiş gibi gelen bu turlamanın ardından kuru fasulye niyetiyle çıktığımız seyahati Burger King denen lanet kapital fast-foodcuda sonlandırıyoruz.
Neyse, bu krizin de canımızı sıkmasına izin vermeyerek yeni bir yolculuğa başlıyoruz. Bu sırada hava da kararıyor tabii. Bizden önce Tarabya sahile ulaşan Erkut reis önderliğindeki arabadan “Goşun la goşun, balık kaynıyor burası” telefonu ile gaza daha bir sert yükleniyoruz. Dediklerine göre oltayı sallayan 3-5 tane çekiyormuş, inanmak istedik elbette biz de. Tarabya’ya varınca, Tarabya Oteli’nin hemen karşısında olta takımları yeniden hazırlanıyor, bir hışımla suya atılıyor. Denizin üzerinde oluşturulan inşaat demirlerinin üzerinde akrobatik hareketler eşliğinde yeni denemeler, yeni heyecanlar. İlk balığı yine İlker çekiyor, hakkını teslim edelim.
Sonrası saatler süren denemeler, arada çekilen 2-3 balık, çevredeki balıkçıların kilolarca balık tutmasına imrenmecilik, ATBS’nin bu işi hiç kıvıramaması, Tosun’un sıkılgan tavırları, dahil olan yeni misafirler, arada iki yudum bira, bolca rüzgar, götümüzün donması, ara ara sıkılıp, sonra tekrar gaza gelmemiz, bizim tüm bu değişken halet-i ruhiyemize rağmen İlker ve Erkut’un bir saniye bile konsantrasyonunu kaybetmeme azmi, sürekli ve ısrarla yeni yerler denemecilik, teknik değiştirmeler, “la bizim misinalar gündüz misinasıymış, gece misinası değilmiş, yandaki amca öyle dedi”ler…
Biz sıkılıp, hadi artık dönelim dedikçe gaza gelen Erkut ve İlker’i ikna etme çalışmalarının netice vermesine ramak kala igor reisten bir telefon geliyor ve “orda bekleyin, 45 dakikaya ordayım” cümlesi ile ne diyeceğimizi şaşırıyoruz. Gelme abicim, gelme güzel kardeşim, gidelim bir yere birşeyler yiyelim, sıcak birşeyler içelim… Ekmek yok burda…
En nihayetinde kazanan biz teslimiyetçi aymazlar oluyor ve Cici’de kavurmalarımızı yiyip, çaylarımızı içerek bu balık macerasına bir son koyabiliyoruz. Ancak yemek yerken de muhabbetin temeli belli. “Sandalla açılalım bir dahakine” ile başlayan cümleler “Balıkçı şapkası alcam ben” kıvamına doğru kayarken bir pazar akşamının daha sonuna gelmenin tarifsiz hüznü kalıyor geride. Bir de “oltanın hakkını ver, hakkını…” iç sesi…
Not1: Sonlara doğru yoruldum anasını satayım, kısa kesmek zorunda kaldım. Yorum kısmında ekleme yapan olacaktır muhakkak
Not2: Elinde foto olan bana paslasın, ekleyelim
kanca kanca iğne değil
Dea on numara yazı olmuş ama sonlara doğru kestirip atmışın valla. Bu arada buralara yazıları sen yazıcağına şu kardeşlerinin üyelik işlerini hallette mutfağa girsin. Bizimde yazılarımız var sonuçta 🙂
bi ara şube ahalisi olarak bizde merak sarmış,cumartesi sabahın körü hatta gece yarısından biraz sonra,kuleli civarında oltaları sallamıştık.hiç anlamam nerde çıkar?hangi malzeme kullanılır?saat kaçta gidilir?.bilen birileri hep olmuştur olmasına ama sonuç hep mi hüsran olur kardeşim.hep o kovanın dolacağı umuduyla bir kaç kez iştirak ettim ama yok dolmadı arkadaş.eğer sabah sabah deniz kenarında elinizde olta ile dikilmekten saatlerce hoşlanmıyorsanız,sabırsızsanız benim gibi bi noktadan sonra geviyor.
@alfredo başkan: sen zaten üyesin siteye, yazı yaz linki ile gönderebiliyorsun bilgileri, haberin olsun 🙂
sonlara doğru yoruldum ya, ne de olsa werdure birazdan gelip “olm nah kolum kadar balık tuttum” şekli yapmaya gelecektir 🙂
anlaşıldı reis yavaş yavaş 🙂
Werdure’nin en büyük özelliğide olay ve konu anlatımı, kendini öyle bir kaptırarak anlatırki benden diğer insanlara balina yakalamışlar helal olsun dedirtecek açıklamalar yaptırtır. Bu Werdure ne demektir arkadaş ya 🙂
Şimdi yazı kısa olmuş, detaylar atlanmış, ben onları tamamlayayım 🙂
Özellikle ikitelli ve avcılar tayfasının gidelim yolumuz uzun yalvarmalarını bir kenara bırakıyorum. Tutmuş olduğum istavritten ki ben bundan sonra kendisine hamit diyeceğim (Avladığınız hayvanla aranızda duygusal bir bağ olmalı bence işin sırrı bu) hiç bahsedilmemiş. Kendisi benim tutmuş olduğum ilk yenilebilir balık olup (İlk avımdaki kaya balığını saymıyorum zaten azad etmiştik) Profesyonel balıkçılığa ilk adımımdır. Hamiti tarif etmek gerekirse, gayet etli butlu uzun boylu 4 kişilik aileyi 1 hafta sonu pikniğinde besleyecek büyüklükte bir balıktır. Ben ondan sonra gayet spor amaçlı takıldım. Ne de olsa açgözlü olmamak lazım. Hamit “Ulan ben neyinize yetmiyorum” diye sitem edip, kırılabilir. Erkut’un avlanmasına yardım ettim. Nasıl diyecek olursanız. Oltamı bir kırbaç gibi kullanarak sürünün Erkut un av yaptığı yere doğru sürükledim. Dur ulan koştur koştur yorulduk bir biraz yemek yiyelim keyfimize bakalım diyen balıklar Erkut un oltasına yakalandı. Ard arda yakalanan 3 balığın esrarı budur ya ya.
Balık-Kurbağa karışımı yaratığa gelecek olursak zaten ayakları çıkmak üzereydi. Evrimini tamamlamasına 3-5 hafta varken bize denk geldi, biz biraz süreci hızlandırdık sadece. Ulan madem kıyıdayım atlayayım diyerek kovadan atladı gitti. Ne diyebilirsin ki sonuçta gelene git gidene kal demek adetimiz değil neticede.
Tarabya sahili hakkında hala derin kuşkularım var. Nihayetinde kova taşınmayacak kadar ağır oldu buraya gelen 10 kişi doyar bu avla dediğimiz bir zaferle hiç ayrılamadık oradan. Benim hamit 3-5 kişiye anca yeter.
Ben bir eksik listesi çıkarıyorum. Şöyle ki
– Tırıvırı : Ne olduğunu bilmiyorum ama yasakmış. Muhtemelen bir koyuşta 500 balık tutabildiğin bir alet. Yasaklar cezbedior neticede.
– Tekne : Şöyle sonarlı,monarlı götten pırpır motorlu bir şey araştırmalarım sürüyor.
– Jet ski : Düşünün bir akdenize gittik tekne ile ne yapacağız? balık bira bir yerden sonra kasacak biz de jet skilerle ver elini Kıbrıs
– Scuba diving takımı : Muhteşem bir şey tavsiye ederim.
– Zıpkın : Daldık aşağıya ne yapacağız mal mal foto mu çektireceğiz tabiki hayır inmişken ahtapottu kalamardı midyeydi büyük iri balıkları falan alıp çıkıyoruz yukarı.
– Şapka : Benim işime yaramaz çünkü kesin misineleri falan şapkaya geçircem derken kafama saplarım. Ama isteyen arkadaşlar var hevesleri kırılmasın.
– Mangal takımı : Bu balıkları tutuyoruz tutuyoruz yemedik hiç hepsi ilker’in dolapta duruyor bir gün hem av hem yemek konsepti yapmak lazım.
– Termos : Çay için malum havalar soğuk.
Not : Bizim çapariler gündüz çaparisiymiş. Gece çaparisi varmışmış. Onu isteyecekmişizmiş.
Not2 : tosun kişisinde foto vardı lakin kendisi atbs ile beraber memleket havası solumaya gitti.
Bu mesnetsiz yorumda katıldığım tek nokta:
Dea oltayı oraya buraya takar kırarsın, çapariyi koparırsın, hiç balıkta yakalayamazsın, üstüne bir de yorumlarıma katılmazsın. Anlamadım ki ben seni. 🙂 Balık hayvanı ciddi bir hayvandır şakaya gelmez. Bakınız: Steve Irwin
Kaçıp giden mutang balığa izninizle aşifte şeklinde isim veriyorum.
Değerli balık sevdalıları;
O akşam yaşanan ve halen karanlıkta kaldığına inandığım çeşitli noktalara açıklık getirmeyi bir borç bilirim…
Öncelikle Werdure insanının sarayburnuuu, sarayburnuuu diyerek bizi sarayburnuna sürüklemesi günün birinci bombasıydı.
Günün ikinci bombası da werdure insanından geldi ve deanın da güzelce izah ettiği gibi, bir kuru fasulye sevdası ile bizleri İstanbul’un olmadık sokak ve caddelerine sokmak suratiyle 1 saati aşkın bir süre biz aç insanları gezdirdi. Arkamızdan seyreden İlker insanının abooooooo ifadesiyle elini kolunu arabanın dışına savurması halen gözlerimin onunde.
Günün süpriz bombası yine yeni yeniden werdure insanından geldi ve kendisi balık tuttu. Tuttuğu balığın balina kıvamında olduğunu zanneden werdureye, anne kuzu ve kurt üçlemesi ile cevap veriyorum.
Güne saat 3te başlamış, 3buçukta sarayburnundan hasılat elde edemeyeceğimizi anlamış, 5 sularında yemek yemiş ve 7 sularında balık tutma mekanımıza varmışken, başakşehir kuzenlerinin borsa insanı ile yaptıkları işbirliği neticesinde, tam da balık tutma havamız başlamışken ayrılmamız son bomba olarak tarihin hazin ve hüzün dolu sayfalarına iz düşmüştür.
Bu organizasyonların daha sık olması dileği ile…
haha reis böyle altalta sıralayınca daha net ortaya çıkmış. Olm verdur ne adamsın ya 🙂
http://video.haberalan.com/videoizle-333-olumle_dalga_geciyorlar.html
Sonraki hedefimizin videosu. İhtiyaç listesi ;
Sörf tahtası
Sağlam bir olta
Bir kaç kilo et
Denizde kıçımızdan düşmeyecek bir mayo
Tabi bunları yapabilecek bir yürek…
Geçen sefer katılamamıştım aranıza ama en kısa zamanda sahilimize tekrar bekliyoruz sizleri. Sahilde mangalın keyfi ayrı olur tabi ama götümüz donmasın derseniz bir pazar günü erkenden balığa çıkılıp, akşam üstü evimize gelir kızartırız balıklarımızı mangalda. Yanına da rakımızı, mezemizi koyup TSM çaldık mı tadından yinmez. Gerçi balık tutamayacağımız için mezeyle doyururuz karnımızı ama en azından gece keyifli bitmiş olur 🙂
Erkut reis lokum gibi, kilo kilo palamut dedi, aklımı aldı. Tek kusur sabahın 5’inde gidelim demesiydi gerçi :/
O zaman balıkları tutun gelin, ben akşama mangalı yakarım 😉
güzel organizasyon olmuş 🙂
Her zaman bir ustadın arkasına koyularak balık tutma işlemine yol almak daha iyidir. O herşeyi yapacağı için sana sadece mangal işlemi kalır. Ustalar asıl tat balığı tutmakta deselerde mideye indirmek en lezzetlidir.
Bir dahaki sefere rastgelmesi dileğiyle..
Google‘dan “istavrit nasıl tutulur?” araması ile siteye ve hatta bu yazıya gelen insanlar var. Balıkçılık sektörüne, camiasına ne biçim zarar verdiğimizin farkında mısınız?