81 Düzce 82 Hayfa 83 Tel Aviv
Filistin konusundaki düşüncelerimi Ocak 2009’da yazmıştım. Hala daha arkasında duruyorum. Ordan hareketle, Türkiye’nin, Filistin’in ve daha da ötesinde Hamas’ın hamisi rolünü kendisine biçmesi beni çok da mutlu etmiyor.
Ve hatta, bu yardım konvoyunun parçalarından ve gün itibariyle kilit isimlerinden birisi olan İnsani Yardım Vakfı’na da sempati beslemiyorum. Amacı sadece Müslümanlara yardım olan, gittikleri Müslüman olmayan coğrafyalarda bulunma amaçlarını da “İslam’ın güzelliklerini öğretmek için buradayız” diye açıklayan bir sivil toplum örgütünün derdiğin insani değil, islami yardım olduğunu düşünmekteyim.
Ama elbette, benim İHH’ye ve Türkiye’nin Filistin konusundaki rolüne olan muhalefetim, keskin bir abluka altındaki Gazze’ye insani yardımın şart olduğunu, İsrail denen katil devletin ablukasının kırılması için birşeyler yapmanın elzem olduğu gerçeğini değiştirmez.
Ve tabii ki, yazmaya bile gerek yok zannımca, bu katil devletin tüm uluslararası hukuku ayaklar altına alarak, yaşları 1 ile 85 arası değişen yüzlerce sivilden oluşan bir gemiye tam teçhizat komandolarla baskın yapması, gerçek mermi kullanması, 10’a yakın insanı öldürmesi, onlarcasını yaralaması, yaralılara bile kelepçe takması ve uyguladığı karartmanın değil haklı, zerre insani tarafı yoktur.
Şimdi, olanları tek tek ve uzun uzun anlatmak yersiz ama, konuyla ve özellikle Türkiye ile ilgili aklımdan çıkaramadığım birkaç kilit nokta var. Onları eşeleyelim.
Herşeyden önce, İHH önderliğindeki uluslararası konvoyun yaptıkları çok değerli. Yıllardan beri abluka altındaki bir ulusa umut vermek, yaşanan insanlık dramını dünyanın gündemine sokmak insanlık görevidir, bu kesin.
Ancak, İsrail’in sert bir şekilde bu gemilerin Gazze Limanlarına yanaşmasına izin vermeyeğini açıkladığı bir ortamda, bu gemide olmanın çok konforlu ve güvenli olmadığı aşikarken, bu kadar sert değil belki ama İsrail’in muhakkak bu gemiye müdahele edeceği tahmin ediliyorken, konvoya çocukların alınmasının hiçbir mantıklı izahı yoktur. Güvenli değil diye, “vazgeçin siz de birader, gitmeyiverin” demek kimsenin haddi değil tabii ama en azından çocukları bu kaostan korumak ailelerin görevi olmalıydı. İsrail’in sicili hepimizin malumu iken en küçüğü 1 yaşında olan onlarca çocuğun o konvoya alınması yanlıştır. Bu bir.
İkincisi; haftalardır gündeme oturan konvoyla ilgili olarak Türk Dışişleri bu gemilere dokunulmaması isteğini İsrail’e resmi olarak iletti. İsrail’de kesinlikle müdahele edeceğini, bu yardıma izin vermeyeceğini resmi olarak Türkiye’ye iletti. Bu noktadan sonra dün başbakan vekilinin “bu sivil insiyatiftir, Türkiye Cumhuriyeti ile bir alakası yoktur” açıklaması tam yerine oturmuyor. Ve ben şahsen İsrail’in cevabından sonra devletin ne gibi bir reaksiyon verdiğini çok merak ediyorum. Ne düşündünüz bu noktada? “Haa biz ellemeyin dedik, elliycez dediler ama sanmam elleyeceklerini” mi? Bu kadar mı?
İHH’nin resmi olarak devletle, hükümetle, AKP ile alakası yok elbette. Lakin hepimiz biliyoruz ki, siyasi bir parti olarak AKP tabanının içinden çıkmış bir oluşum. Bu noktada hükümetin bu konvoya müdahale edebilmesi gerekmez miydi?
Ya da müdahale edilmesi girişim adına haksızlık olurdu elbette ama en azından bu konvoyun güvenliği sağlanamaz mıydı? Çok büyük ihtimalle “sivil insiyatiftir, devlet meselesi değildir” de denilmiş olabilir ancak o halde İsrail’e neden resmi talepte bulunuldu? Hep aynı yere geliyorum, talebe verilen cevaba istinaden neden hiçbir şey yapılmadı?
Tabii bu noktada Dışişleri diplomatik girişimde bulunmuş ve aldığı cevabı konvoya katılanlarla paylaştıysa, konvoydakiler bu risklerden haberdar olarak özgür iradeleri ile yol aldılarsa Dışişleri’ne söylenecek bir kelam kalmaz. Muhtemelen de böyle olmuştur ancak saldırı sırasında TV kamerasına konuşan birisi – sanırım organizasyon yetkililerinden birisi- Türkiye’nin müdahale etmesi gerektiğini söyledi. Anlaşılan herhangi bir müdahalede Türkiye’nin yanlarında olacağı şeklinde bir beklenti oluşmuş. Umarım bu beklentinin oluşmasında devletin bir katkısı olmamıştır.
Üçüncü olarak; tüm dünyanın gözlerinin çevrildiği, büyük bir krizin yaşanacağından emin olduğu bu konvoyda doğabilecek sıkıntılar için devletin herhangi bir hazırlığı yok mudur? Yani öyle anlaşılıyor ki Başbakan Şili’de, Dışişleri Meksika’da, Genelkurmay Mısır’da resmi ziyaretlerini yaparken hiç böyle bir durum beklemiyorlardı ve büyük bir şok yaşadılar. Elbette bu denli sert bir müdahaleyi kimse beklemiyordu ama bir müdahale olacaktı, bu bir sürpriz dğeildi. Hiç mi strateji oluşturulmadı, hiç mi planlama yapılmadı da başbakan ilk cümlesini olaydan 12 saat sonra kurabildi?
Dördüncüsü; yaşanan olayın en yalın özeti Türk bandralı bir gemiye, uluslararası sularda yabancı bir ülke askerleri saldırdı. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları öldürüldü, yaralandı, tutuklandı. Bu diplomatik anlamda “casus belli” yani savaş sebebidir. Tabii ki İsrail’e savaş açalım, bir gece ansızın 81 Düzce 82 Hayfa 83 Tel Aviv diyecek kadar kafayı yemedim. Ve hatta Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bireysel tepki yerine uluslarası zeminde bir tepki arayışını mantıklı buluyorum.
Ancak bu noktada sorgulanması gereken madem hiçbir şey yapamayacaktınız, bugüne kadar ki şahinliğiniz neydi kuzum? Sikindirik bir Davos münazarasında moderatörü itin götüne sokan Başbakan’ı Davos Fatihi yaptınız da, şimdi neden “Ama tabi, bu bir global kriz, temkinli olalım” diyorsunuz. Davos Fatihi, gözünüzde Şili Kuzusu mu oldu bir anda?
Bir kez daha açık ve net ifade edeyim, savaşalım diyecek kadar kafayı yemedim. Ancak ben ülkemin başbakanından en azından “Ben şuan Şili’deyim ve uçağıma binip ülkeme döneceğim. Ankara’ya indiğimde esir tutulan gemi ve tüm gönüllüler serbest bırakılmazsa İsrail sonuçlarına katlanır” gibi sert, kararlı bir açıklama duymak isterdim. Sonuçları savaş olmasa bile askeri, ticari ilişkilerin derhal kesilmesi olabilirdi mesela. Duyamadım, üzüldüm.
Beşincisi; Filistin meselesi bugüne kadar kimi sol gruplar ve İslami referanslı örgütlerin tekelinde ele alınan bir konuydu. Diğerlerinin olaya bakışı, “hay allah keşke sorun düzelse”den öte, ya da ayda yılda bir denk gelince “Filistin’e özgürlük” demekten öte değildi. Bunu kabul etmek gerek. Ancak şu an yaşanan, yukarıda da yazdığım gibi Filistin meselesi olmaktan çıkmış, Türk vatandaşlarını hedef alan bir stratejik müttefik saldırısı haline gelmiştir.
Dolayısıyla sokağa dökülen insanların Filistin meselesine saplanıp kalmış olmasını, dile getirdikleri sloganın “Tekbirrrrr, Allahu Ekber”den öte gidememesini yadırgıyorum. Adına ulusal mı, milli mi dersiniz bilmem ama dini soslardan arındırılmış bir tepkinin verilmesi şarttır. Ancak mümkün görünmemektedir.
Altıncısı, masum insanlara saldıran zalim bir anlayışı eleştirmek için, masum insanlara saldırmış zalim bir adamı refere edenlere diyecek söz bulamıyorum. Bugün “haksızlık etmişiz, haklıymış adam” dediğiniz kişinin torunları dün Almanya’da Türk işçileri diri diri yaktı, yarın da yakmanın yollarını arıyor. Madem içinizde bastıramadığınız bir canavar besliyorsunuz, o zaman hiç mazlum rolü oynamayın; Filistin’e vize yok, gidin İsrail askeriyle çatışın. Tabii facebook’ta, twitter’da Hitler’e saygı duruşunda bulunmak kolay olan, öbürüne maçanız yemez. Sanal alem bebeleri sizi…
Yedincisi, İran seçimleri sırasında yaşanan sokak olaylarını, muhalefetin başkaldırışı sırasında müthiş bir misyon üstlenmiş olan Twitter; dün yardım konvoyunu ifade eden ve dakikada yüzlerce girdi alan #flotilla etiketini “Trending Topics” kısmında göstermedi. Bu etiket üzerine yapılan twitter aramalarında teknik bir hata oluştu mesajı gösterildi. Teknik bir sorun olabileceğine dair yorumlar olmasına rağmen, bunun bir sansür olduğuna dair de ciddi bir kanaat var internet aleminde. Twitter dünün kaybeden internet sitesi oldu böylece.
Olası ezber yorumların önüne geçmek için bir şeyi kocaman kocaman yazmak ihtiyacı duyuyorum. Dünden beri yaşananların tek müsebbihi, tek sorumlusu, tek zanlısı İsrail Devleti’dir. Yukarıda bahsettiklerimin hepsi, insanların öldüğü bir baskından sonra fazlasıyla ayrıntı, fazlasıyla detay kaçmaktadır, farkındayım. Ancak olayı tüm yönüyle ele almak için gerekli olduğunu düşündüğüm donelerdir.
Türkiye’nin İran’la yaptığı nükleer görüşmeler, İsrail’in bundan duyduğu rahatsızlık, Türkiye’nin Filistin yaklaşımı, İsrail’in bundan duyduğu rahatsızlık, burası benim bölgem, bana rağmen hiçbir şey olamaz diyen Türkiye, bundan rahatsızlık duyan Türkiye… Koy altalta, topla, çıkar, çarp, böl… Sonuç bellidir. Türkiye bir ateşin orta yerinde kaldı. Sonumuz hayrolsun. Tüm ulusun başı sağolsun.
şu yazıyı okurken aldığımız nefesin ne kadar değerli olduğunu, insanlık olarak amına koymasak dünyanın hepimize yetecek çok güzel bir yer olduğunu, en önemlisi de hayatın her insana verilmiş en kutsal en değerli şey olduğunu hissederek bakmadıkça bu olaylara hiç bir şey topyekün değişmeyecek.
herkes belli düşünceler etrafında kutuplşacak, herkesin kendi insanı ve ötekileştirdikleri olacak, kendininki ölünce ayağa kalkacak ötekine dokunulunca umursamayacak hatta buna tepki vermiyodunuz da neden ona tepki verdiniz diye hayat üzerinden denklemler kurulmaya devam edecek.
insan hayatından daha değerli kılınan her türlü ideolojiye, ırka, dine yazıklar olsun..
Tek “suçu” Türk olmak olan insanları diri diri yakan Nazilere sempati duyacak kadar iğrençleşebilen Türk‘leri gördükçe aklımı kaybedecek gibi oluyorum. Dilimin ucuna sunturlu küfürler geliyor da değmez deyip etmiyorum…
sonuna kadar katiliyorum.
ayrica kimin cocugu olursa olsun, istersede kaptanin cocgu olmus olsun, ama avrupada yasayan birisi bu sekilde cocugunu o denli bir tehlikeye sokmus olsaydi, ve bu durumdan tüm dünya haberdar olsaydi o cocuk kendisini oraya götüren babadanda anadanda alinir, baska yere yetistirilirdi, bundanda adim gibi eminim !!