Ahmedinecad Türkiye’de
İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad 14 Ağustos’ta Türkiye’ye geliyor. Hayır Ankara’ya değil, İstanbul’a… Yok resmi ziyaret değil, çalışma ziyareti. Yok yok, Cumhurbaşkanı ile görüşmek için Köşk’e çıkmayacak, bizzat Cumhurbaşkanı ayağına, İstanbul’a gelecek. Yok canım, dış ilişkilerini onur üzerine kuramayan bir ülke için ayıp filan değil ki yaşananlar. Normal!
Şimdi burda dış ilişkilerin protokolleri üzerine ahkam kesecek durumda değilim. Bu konuda birkaç teamül dışında bir bilgim yok. Ama o birkaç teamül bile yukarıdaki paragrafın ne kadar absürd olduğunu gözler önüne serebiliyor gerçi.
Öncelikle her ülkenin protokolleri vardır. Yani siz o ülkeye resmi bir ziyarette bulunuyorsanız uymanız gereken bazı kurallar var. Misal İngiltere’ye giderseniz Kraliçe’ye reverans yapmak zorundasınız. Misal Ermenistan’a giderseniz Soykırım Anıtı’nı ziyaret etmek zorundasınız. Bunu yapmamak yani teamülleri çiğnemek ziyaret ettiğiniz ülkeye saygısızlık anlamına gelir ki, resmi ziyaretiniz ile ne amaçlıyorsanız eğer, o mücadeleye 3-0 yenik başlamışsınız demektir.
Tabii Türkiye için de böyle bir teamül mevcut. Ülkemize gelen devlet adamı Anıtkabir’i ziyaret etmek, Ata’nın huzurunda saygı duruşunda bulunmak zorunda. (Lüzumlu mu? Bence değil, ama konu da o değil) Zorunda derken, sanırım böyle bir zorunluluk yok, yani istemeyen adamı silah zoruyla, kolundan tutarak getiremezsin oraya, ancak ziyaretin protokol çerçevesi çizilirken üzerinde hassasiyetle durulan bir konudur bu. Gerçekleşmemesi halinde ciddi bir diplomatik hoşnutsuzluk ve kamuoyunda saygısızlık algısı söz konusu olabiliyor. En son ve güncel örnek, Suudi Arabistan Kralı Anıtkabir’i ziyaret etmemişti. Gerçi resmi olarak posta konulmadı kendisine ama, neyse… (Zaten ziyaret etsin de istemezdim o harem solucanı kılıklı mendebur herif)
Mevzu ne peki? Mevzu şu, Ahmedinecad Türkiye ziyareti planlıyor. Kendisine protokol kurallarımız iletiliyor. Ancak hazretleri Anıtkabir’i ziyaret etmek istemediğini söylüyor. Bu noktada, tabii ki diplomatik bir çözüm bulunacaktır. Bir devlet başkanı, hele hele İran gibi hayati meselelerimizin olduğu bir ülkenin başkanını “Anıtkabir yoksa görüşme de yok” diye çeviremezsiniz. Zira kimseden Atatürk’ü sevmesini ya da saygı duymasını beklemek lüksümüz de yok.
Ancak bu noktada onurlu bir dış politika ile sümsük bir dış politika arasında seçim yapmanız gerekmekte. Şimdi Ahmedinecad Anıtkabir’e gelmek istemiyorsa hadise resmi ziyaret değil, çalışma ziyareti kapsamına alınabilir, eyvallah. Bu kapsamda da Ankara yerine İstanbul tercih edilebilir, eyvallah. Ama misal senin ülkenin protokol kurallarına, teamüllerine saygı göstermeyen bir devlet başkanının ayağına Cumhurbaşkanı gitmez! Yani onurlu bir dış politika güden ülkede gelmez. Neden? Çünkü reis-i cumhur koyar postasını, der ki “Sen benim devletimin kurucusuna saygı göstermezsen, ben de onun halefi olarak senin ayağına gelmem” Peki nolur, misafir devlet başkanı daha düşük bir protokol ile ağırlanır, misal Başbakan’la görüşür ve siktir olup gider. Bu anlattıklarım dediğim gibi onurlu ve yerinde ağır bir dış politika kurabilen ülkelerde olur.
Ama sümsük bir dış politikada, oturduğu koltuğun anlamını bilmeyen bir Cumhurbaşkanı’nın uygulamasında nolur? İşte onu 14 Ağustos’ta göreceksiniz.
bu adamlar kalktılar Suudi kralının oteline gidip biat ettiler. Onur şeref haysiyet gibi kelimeler onların Demokrasi mavralarında pek yer almaz. Onlar para gelsin de nereden gelirse gelsin rolündedirler. Bir nevi bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler ekolü.
Bu olayı sineye çekemeyen bizler için daha da utanç verici olanını İngiltere Kraliçesi geldiğinde yaşadık. Benim gözüme uyku girmedi o gece hala da düşününce midem bulanıyor. Hanımefendi geliyor. Askeri yani bir savaş gemisinde hem de savaş gemilerinin geçişi yasak olan boğazda resepsiyon veriyor. Bizim iktidar takımı en başta iştirak ediyor. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu. Ancak sömürge ülkelerinde yapacaklarını burada da gayet rahat uygulamaya koyabiliyorlar.
Bir 1950 lerin İran resmi ziyaretlerine bakın bir de şimdikilere. Bu kadar teslimiyetçi bir iktidar varsa bu kadar da teslimiyetçi bir toplum olur. Balık baştan kokar bu nedenle.Sonra istediğin kadar demokrasi havarisi kesil önce ADAM olucan NAMUSLU olucan DÜRÜST yaşayacan sona gelip karşımıza çıkacan. Hepinizin köküne en kısa zamanda kibrit suyu umarım…
Son paragraf Temmuz olarak çıkmış.
“İşte onu 14 Temmuz’da göreceksiniz.”
Bu kadar teslimiyetçi bir dış politika izlendiğini görse Atatürk zaten kendisi derdi sikitirin gidin gelmeyin diye…
Aslında aklımda bizim politikamızı tanımlayacak olan bir örneğim var ama ergenekondan gidebileceğimi düşündüğüm için tırsıyorum diyebilirim. Hani Umumi evlerinde(!) bekleyen çalışanlar olur ya parayı kim verirse versin yeterki versin çok isterse evlerine de gideriz yeterki para versin derler. Onlardan bir farkımız olmadığını düşünüyorum Bir Ahmedinecad bile DÜnyaya posta koyup gelip kendi ülkemizde bize posta koyabiliyorsa durumumuz gerçekten içler acısı. Yüzyıllarca memlük ve arap egemenliğini elinde bulunduran atalarımız heralde kıçlarıyla gülüyorlardır bu halimize(!) Gelsin abicim buyursun gelsin kırmızı halılar benden.
Hocalari neydi ki, kendileri ne olsun.
Dun Kaddafi’nin coldeki cadirinda tasaklarini yelleyen zihniyet, bugun Kral’in ayaginin altina paspas olmus. Degisen birsey yok…
Siyasi bir partinin baskani, bilmemnesi sifatiyla yapsalar, zerre skimizde olmayacak, hatta yer yer gulup eglenebilecegiz. Ama TC Basbakani, TC Cumhurbaskani sifatiyla bunlar yapilinca insanin ici aciyor.
Sonra vay efendim nasil senin cumhurbaskanin degil…