Bakkallarım
Köyde Yılmaz Ağbi vardı. Kendime dair sadece sakız var ondan hatırladığım. Annemin verdiği para başka şey almaya mı yetmiyordu yoksa Yılmaz Ağbi pazarlama gurusu olmadığı için çikolataları görünecek yerlere mi koymuyordu bilmiyorum. Ama aldığım iki şey vardı. Ekmek ve sakız. Tipitip. Çiğniyordunuz şekeri bitince atıyordunuz. Bir de şekersiz sakızlar vardı. Onlar güzel şişiyordu. Ama çok serttiler, kıvama getirene kadar çene kemikleriniz bir hayli yıpranıyordu. Bunları bir kâğıdın üzerine tekrar çiğnemek üzere bırakıyordunuz. İdareli kullanıyorduk yani.
Yılmaz Ağbi’de ev için ne elzemse sadece onlar vardı galiba. Babama sordum: Öyleydi, zaten şu andaki kadar abuk sabuk şeyde yoktu o zaman, diye bir de lafı çaktı. Yılmaz Ağbi komşuydu aynı zamanda. Misafirleri Jale gelince oyun oynamaya çağırıyorlardı bizi. Biz de iyi ağırlıyorduk valla. Hatta bir keresinde saklambaç oynarken tek arkadaşım Ülkü ‘hela çukurunu’ boylamıştı. Zor kurtarmışlardı. Sonra çeşmeye hortumu takıp soğuk suyla yıkamışlardı canımın içini. Bizi bir daha çağırmadılar. Herhalde tehlikeli olduğumuzu düşündüler. Ölümle ilk defa karşılaştım Yılmaz Ağbi’nin evinde yani. O yüzden çocukluğum boyunca mesafeli durdum onlara. Bakkallar tehlikeliydi.
Bir de köyün içinden geçen köyler arası yolda Gavur Ali vardı. Ona gazoz almaya gitmişimdir üç-beş defa. Bunun dışında O’nunla ilişkimiz bir yere giderken kuruluyordu. Araba beklerken O’nun dükkanının gölgesinde duruluyordu. Gezmeye gitmek heyecanlıydı ve ben O’nun dükkanını dünyanın başlangıcı zannediyordum. Gavur Ali’yi bu yüzden severdim. Ne andavalmışım.
Sonra oldukça büyük bir ilçeye taşındık. Şarapçı Necati girdi hayatımıza. Küçücük, karanlık, camları en az yüz yıldır silinmemiş, izbe bir bakkaldı. Şarapçı Necati’nin sesi pürüz pürüzdü- içki ve sigaradanmış, bunu da büyüyünce anladım.-, gözlerinin beyazları da kırmızı. Ben hiç şarap içtiğini görmedim. Ama mahalleli öyle demişti işte bir kere. Biraz da korkardım O’ndan. Hiç kimse O’nun hakkında hiçbir şey bilmiyordu. Evli olduğunu hatta çocukları olduğunu söylüyorlardı ama ben yine de ilişkimizde mesafeli duruyordum.
Şarapçı Necati’de mal bulundurmadaki üst sınır elzem şeylerdi. Onda listeme sakızın yanına leblebi tozunu eklemiştim. Bunları bir mecburiyetten alıyordu herhalde. Yoksa hayatta uğraşmazdı. Küçücük paketlerde satıyordu. Kaç defa aç gözlülükle bütün paketi ağzıma boşalttığım için boğulma tehlikesi atlattım, ama vazgeçmedim almaktan.
20 metre ilerdeki bakkallara pek gitmezdim. Ama çokomelde mecbur kalırdınız oralara gitmeye. Eti cin ve çizi döneminde ise maalesef çaresiz kalmıştım. Zihni Amca’nın eline düşmüştük hepimiz. Bu adam yusyuvarlaktı. Temizdi dükkanı da. Her şeyi pahalıya satardı. Ayrıca çok acımasızdı. Bütün paranızı harcattırdığı söylenirdi. 3-4 çikolata alan çocuğa sesini çıkartmazdı. Anneler acayip kızardı ona. Bir de veresiye yapmazdı bize. Hemen getireceğim parasını derdiniz git, ilk önce parayı getir derdi. Bakkal değil, tam tüccardı.
Sonra öğrenci evine taşındım. 5 yıl boyunca en zor günlerimde yanımda Kılıç olacaktı. Bu aslında bir tekel bayisiydi. 95-Nisan krizi babamın maaşının ve dolayısıyla benim üzerimden geçmişti. İlk aylarda mesafeli bir ilişkimiz olmasına karşın, artık hiçbir şey alamamakla yüz yüze gelince sadece bir defa ‘beni idare eder misin?’ dedim. Bir daha para vermediğimde hiçbir şey sormadı. Hatta ekmek, sigara ve gazete istiyorum dediğimde sütü koyuyordu poşete. Eve geldiğimde ilk seferlerinde ağlamıştım. Ama daha sonraları bu davranışı normal gelmeye başlamıştı. Ne vardı işte? Ciddi gecikmelerle de olsa, toptan hesaptan ciddi miktarlarda indirimler yaptığını anlasam da ödüyordum işte.
Çocukluğumda bakkalın sadece bir şeyler alınan yer zannediyordum. Ama büyüdüm işte. Bir yetişkinle bakkalı arasında olması gereken ilişkinin asgari koşullarını yerine getirmek zorunda olduğumu Kılıç’ın bu davranışları ile anlamıştım. İnsan, bakkalı ile ilişkisinde alabildiğince yüzsüz olmalıydı.
Şimdilerde Birsen’e gidiyorum. Birsen’de tüm sınırları zorluyorum. Kendisi gazete satmadığı halde kendisine gazete alırken bana da gazete alır. Evle ilgili tüm işleri o halleder. Telefon, çilingir, vs. Yorgunsundur, inanılmaz bir biçimde tezgahın altından bir tabak dolusu mantı çıkar, ee sosu yok bunun dersin yüzsüzce.
Bunlar normaldir de iyice gemi azıya aldığım bir takım davranışlarla ‘teşekküllü bakkalcı’ mertebesine ulaştım son zamanlarda. Şöyleki; paran yoksa ya da sabah sabah bankamatiğe gitmeye üşeniyorsan, yapacağın üst seviye terbiyesizlik için vücudunun ta en diplerinde kalmış yüzsüzlük parçacıklarının tamamını toplarsın: Birsen, para ver oradan biraz.
Ben de O’nun derdini tasasını bilirim az buçuk. Ama aslını ararsanız bugüne kadar doğru düzgün hayrım dokunmamıştır kendisine. İlişkinin emek yoğun kısmı O’ndadır. Kışın ciğerlerden gelen öksürükle cebelleştiğinde aklım çıkar O’na bir şey olacak, ben O’nsuz kalacağım diye. Basarım fırçayı: Kendine dikkat etsene, vs.
Bakkallar; bazıları Zihni Amca gibi olsa da, yüzlerce akına uğramış, surlarında ufak tefek gedikler açılmış olmasına rağmen fethedilememiş Viyana gibi yerlerindeler. Hala veresiye defterleri de var. Merakta kalmasın kimse.
Hoş, bir solukta okunan bir yazı olmuş. Blog tarzı dediğimiz türden. Evimizin aşağısındaki bakkala sepet sarkıtma suretiyle Elvan gazoz alıp, parasını akşam babaya kakalamak gibisi yoktur.
http://www.blogcu.com/istemiharta
Ali Abi’ye olan veresiye borcum da kabardı…
ali ağbiden borç al, veresiyeyi kapat, sussun otursun. yöntem denenmiş ve tutmuştur.
Yanılmıyorsam “Bakkalım” diye bi şey vardı di mi?
battı onlar, tutmadı.
Bu bakkalarda leş gibi kokan plastik toplar olurdu , eskiden fileyle satılırdı , sonra un çuvalları içinde gelmeye başladı . En son yerini mikasalara bıraktı . Kızkaçıranlar , torpillere gömülen harçlıklar vardı . Hatta içtiğimiz fruko , çamlıca yada elvan ların içine torpil bile koyardık , depozito paralarını hiçe sayarak..O kalın kalın kesilmiş kaşar ve salamla içilen cam şişe kola ve gazoz ların tadı hiçbirşeyde yok , akşam ezanı ile biten 13-13 lük maçlar , parasının üzeri bana kalacağını bile bile oflayarak gittiğim sigara almalar bile yok ,ne dansöz resimleri yada tanju resimleri çıkan sakızlar var ( adını unuttum ya ) ne tipitipler , ne pembolar..Babaya , misafire alınan rakıların sarıldığı gazeteleri okuyan , sobaya atan , sobanın üstündeki mandalina kokusunda uykula dalan çocuklar yok..Şimdi “bordo mavi ibne hami ” diye kızdıracağım laz bakkallar yok , zaten en son Aston Villa maçında oğluyla muhabbet etmiştim..Sonra bakkal amca vefat etti , önce bakkalı 6 kardeş çalıştırmaya çalıştı , birbirlerine düştüler , sonra sattılar , sonra bir aygaz bayisi oldu orası .kapandı sonra , ihlas mini şofbenden-aynı bakkaldan aldığımız gazete kuponlarından kesip aldığımız bisan ihlas ” a inat..- mutfak robotundan , çatal kaşık ,çeyiz ,satan bi dükkan oldu..Sonra internet cafe denediler ,Tutmadı..En son herşey 1 milyoncuydu..Sanırım iddaa bayii olacak..Şimdi mislide oynasam geri gelmez o yıllar ..Nerde o spor totolar..toto karacalar..pek bir hallı turhallıyız biz bize benzeriz , yüzbin kere yazı yazıcam diyip yazmayız , sonra böle iki çift kelam etlerde atarız zehirleri dışarı..
gelmez abi…
bakkallar mahalle hayatının da temelleridir aynı zamanda, tüm mahalle gündemini, şu ahmet beylerin kiralık dairesine kimin taşındığı, nasıl kişiler olduğu filan hep onlara sorulur…
evet yaa,bakkallar cok superdi.o aldigim sporty ler yemekten kurdesen oldugum cigdemler.ara sira kandirirdim,annem yolladi beni cukulata alcam,babam aksama vercekmis parasini die..simdi boktan migroslardan tansaslardan cikamaz olduk.bakkalimi geri isterdim….