FasulyedenKom Şehir günlüğü – 2 (Çizgi karakteriz hepimiz)
Çizgi film tadında bir ülkede, şehirde, mahallede yaşıyoruz ailecek. Misal şu cumhuriyetin 84 yıllık başkenti bir haftadır susuzluktan kırılıyor, hastenelerde ameliyat yapılamıyor ama daha bir kişi bile istifa etmedi. Aksine “Rabbim yağmur yağdırırsa sorun çözülecek” diyor yetkili ama etkisiz kimseler. Sanki Rabbim Arap çöllerine peynir ekmek gibi yağmur yağdırıyor, adamların suyu gürül gürül, bizimkisi “tısss”.
Benzer her örnekte sunulan Avrupa’yı filan geçtim, hangi 3. sınıf dünya ülkesinde olursa olsun yer yerinden oynar, ama dedim ya çizgi film karakteriyiz hepimiz, bir sonraki yerel seçimde %60’tan aşağı oy vermeyeceğiz bu durumun mimarlarına. Hakikaten dedikleri kadar var, Ankara’da Melih Gökçek denince akan sular duruyor. İstifa sesleri duyulmuyor ama musluklardan bol bol “tısss” sesi var. Anlayan o da istifa sayılır tabi. Sayılmalı ya da…
* * *
Bizim ATBS haki donlar filan aldı, onlara bakmaya toplaştık Taksim’de. Dönüşte Topkapı-Avcılar minibüsüne bindim. Ömrümün yarısı bu minibüs hattında geçtiği için bir çok olaya denk geldim aslında ama bu gece yaşadıklarım daha bi başkaydı. Cevizlibağ’da iki genç bindi minibüse, tam hareket edecekken gözlüklü, beyaz saçlı bi abi daha yanaştı. Kaptan yolcu sandı, aldı arabaya, hareket edecek. Abi birden dur dur diye bağırmaya başladı, durduk tabi. Sonra bu iki gence, “siz ikiniz, inin aşağı” dedi. Ben ahanda mevzu var refleksiyle döndüm arkama, ne olacak acaba diye. İki genç hiç sorgulamadan, noluyo lan demeden ama benzer anlamda bir bakış atarak tıpış tıpış indiler. Lan niye iniyonuz, adam s.kicek ebenizi diyorum içimden. Minibüste de 3-5 kişiyiz, kimse anlam veremedi.İndirdi gençleri, “sen devam et kaptan” dedi, bizim kaptan yürüdü gitti. Minibüste daha sonra durum değerlendirildi. Kaptan “tanıdık heralde, niye indi bu çocuklar? Direnseler atardım adamı arabadan” dedi. Birisi de “sivildi sanırım, ondan bişi demediler” dedi. Sarhoş bir amca da, kendi hali çok normalmiş gibi “ne sivili yavvv, zil zurna sarhoş adam” dedi. Sonra da bombayı patlattı, “O lavuk sivilse iki duble sonra ben Genelkurmay başkanı olurum” Al sana çizgi film karakteri.
* * *
Malum birkaç ay içerisinde hayatımıza Metrobus mudur Treleyleybus mudur bir dalga giricek. E5’in anası bellenmiş vaziyette. Hadi neyse zımbırtı yol almaya başlayınca işe yararsa değer çekilen çileye ama, pek bir garip hal aldı her yer. Alet daha yola çıkmadan efsane oldu. Hani Atatürk’ü göremeyen Anadolu insanı onu gözünde efsaneleştirmiş, boyu 2 metreymiş, ayağa kalkınca kimse duramazmış yanında, gözlerinden ateş çıkarmış filan diye… O hesap işte, herkes bişiler söylüyor, daha gören, bilen yok. Kazıklandık belki de haberimiz yok. O değil de E5’i ortadan bölmek ciddi bir iş, yani çok ciddi bi efor gerekiyor bu iş için. Ama insan düşünmeden de edemiyor, madem milyon dolarları yatırdın bu işe, ee döşe o zaman rayları, raylı sistem olsa ya… Ama yok, bu ülkenin raylı taşımacılığa bir alerjisi var, illa ki benzin yakan bi alet lazım… Neyse belinize ve belimize kuvvet, yüklenin yüklenebildiğiniz kadar. Eziyetin kralı gelse de Şirinler tadında takılıyoruz trafikte. Ha bir de, bu zımbırtı için garip garip merdivenler yaptılar üst geçitler için. Sanat eseri yemin ederim.
* * *
Bir şey daha diyecektim, bu İstanbul Büyükşehir Belediyespor’a fena halde kılım ben. Hayır ne gerek vardı bu kadar masrafa, İstanbul’da süper lig takımı mı yoktu? Nolucak yani bu takım süper ligde olunca? Kim destekleyecek tribünde, ya da kim onlar kazandıkça keyif alıcak? Kadir Topbaş’ı Lig TV’de, şeref tribünlerinde görelim diye mi bunca masraf?
Bir belediye neden profesyonel sporlar için bu kadar para harcar ki? Ve illa ki neden futbol için? Yüzme tesisi yap, spor salonu yap, Jimnastik, atletizm filan bişilere harca madem harcayacaksan. Ankara B.B.’ye bir, İstanbul B.B.’ye iki. Zaten taktılar iki tane Fener’e, kılım abicim, delirecem.
* * *
Bir çizgi film karakteri de Ulvi, nam-ı diğer Suphi. Her hali bir çizgi konusu ama, bu akşam patlattı gene bombayı. Rauf Denktaş gelmiş okullarına panele. Kıbrıs Barış Harekatı’ndan bir detay anlatmış. TSK demiş ki mukavemetçilere, şu saatte geliyoruz. Ulvi’nin tabiri ile çıkmış bunlar “mekandan”; Halk dökülmüş sokaklara Mehmetçik’i bekliyor. Bekle, bekle gelmemiş askerlerimiz. Halk meraklanmış, yoksa gelmeyecekler mi diye bir telaş kaplamış içlerini. Meğer TSK’nin verdiği saat Türkiye saatiymiş, 1 saat kadar saat farkı varmış, ondan 1 saat geç gelmiş asker de. Rauf Denktaş bilmiyorum bu şekilde mi anlattı ama en azından Ulvi bunu anlamış duyduklarından. Sonra da gelip bize anlatıyor ne komik lan diye.
– Ee ama Ulvi Kıbrısla aramızda saat farkı yok ki, hemen altımızda değil mi Kıbrıs?
– Olur mu lan İstanbul nere, Kıbrıs nere?
– Ee, alt alta işte…
– Olum paralel filan var arada?
– Lan salak mısın sanki Kazakistan’a gidiyoruz.
– Ee İstanbul’la Kars arasında saat farkı yok mu?
– Var mı?
– Ee yoksa neden farklı zamanlarda oruç bozuyor bu adamlar?
– Muhahah olm o İslam’ın bug’ı… Düzeltecekler inşallah.
Çizgi filmler bitmez bu ülkede, şehirde, masada… Bitmiyorlar efeniim, durduramıyoruz.
Son hikayedeki kahramanın başka bir anısı:
“İnönü baskınından sonra Kadıköy’de oynanan ilk Beşiktaş maçı. Beşiktaşlılar sivil gelecek, rövanş almaya çalışacak beklentisi var. Bu iş için en ucuz ve uygun tribün tabii ki Telsim ve biz de tam olarak o tribündeyiz. Genç ve heyecanlı insanlar olarak bu planı bozma işini üzerimize almışız. Maç öncesi araştırmalarda şüpheli kimse yok. Maç başlıyor, alt katta şüpheli araması var. Sivillere kazaklarının altını göstermesi söyleniyor, altta siyah-beyaz atkı, forma var mı ona bakılacak. Bir süre sonra bu işin verimsiz olduğunu anlıyoruz, ne yapsak etsek diye düşünürken bir çizgi film kahramanının muazzam fikri duyuluyor:
– Abi biletlerini kontrol edelim…”
Aynı karakterin bir de mail hikayesi vardı sanki, tam anımsayamadım ama, gönderilen mailin içeriğini düzenlemekten (edit) bahsediyordu sanırım.
He dea, bildin, aynen öyle bir mevzusu da vardır kendisinin…