Hafıza-ı Beşer
“Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür” derler. Su katılmamış hakikatlerden birisi. Lakin, bu nisyan hali sadece aptallıkla, dalgınlıkla alakalı değil gibi. Bu şekilde izah etmek kolaycılık olur. Ya da bilemiyorum, ben aptallığımı gizlemek için çaba harcıyorum sanki. Nasıl demeli, sanki aklımızda yer etmesi için herhangi bir sebep olmayan bir yığın detay için protein harcamaktan kaynaklanıyor bu durum. Ya da tamam kabul, lafı uzatmadan aptallık da diyebiliriz bu hafıza sorunlarına. Mevzu o da değil aslında. Evet unutkanım, çok şeyleri unuttum, çok şeyleri hiç hatırlamadım bile. Ama bu lanet bok kafa hatırlaması gereken binlerce şeyi hatırlamazken, 25 yıllık ömrümün en gereksiz detaylarını çok net hatırlıyor. Bahsettiğim hatırlamak da değil aslında. Evet, birçok kez ömrümüzün herhangi bir sahnesini, ya da çoğu sahnesini hatırlarız. Ama kastettiğim hatırlamaktan da ötesi, o anı her ayrıntısı ile duygusu ve hatta kokusuyla bile hatırlamak. Şöyle ki;
İlkokul 2 ya da 3’e gidiyorum. Okumayı öğreneli çok olmuş, kesirlerle tanışmamıza ramak kalmış. Sınıfta hafif zeka geriliği olduğundan şüphe ettiğim bir arkadaşım var. 2 ya da 3, neyse sınıfımız o yaşa kadar okumayı bilmiyor. Çözememiş. Çocuğun babası sınıf öğretmenimize “İdare ediverin hocaanım, ilkokulu bitirsin bari” demişti. Heralde 5 yıllık eğitim zorunluluğundan dolayı. Bunu da sınıf öğretmeninin annemle yaptığı bir sohbette duymuştum. Ama bu bilgiyi sınıfta kimseyle paylaşmamam tembihlenmişti. Kozmik bir sırrı öğrenmiş, ancak bunu saklama sorumluluğu yüklenmiş bir çocuk gibi dolanıyorum ortalarda.
Neyse, Türkçe dersindeyiz, öğretmenimiz çocuğa bir şey sormuş, çocuk cevap verememişti. Neden bilmem öğretmenimiz hırs yaptı, bağırıp çağırdı, çocuk ezildikçe ezildi. Sonra hoca hışımla masasından kalktı, tahtaya kocaman bir A harfi çizdi. “Bu harf ne?” dedi çocuğa. Çocuk bilmiyordu, bilmediğini hoca biliyordu, ben de biliyordum. “Bu ne?” diye bağırdı, çocuk yine sustu. Hoca daha şiddetle bağırdı, çocuğun artık gözleri sulanmıştı. Hoca durmak bilmiyor, avaz avaz bağırıyordu, neticede çocuk ağlamaya başlamıştı. Kafasını kaldırdı, hocaya baktı, belli belirsiz “Anne” dedi. Ama “anneeeeeee!” şeklinde ağlamaklı bir feryat gibi değil, tahtadaki A’nın, yani öğretmenin sorduğu sorunun cevabını verir gibi. “Anne” dedi. Sınıfta gerzek bir kahkaha durumu oldu. Öğretmen dondu kaldı. Ne yapacağını bilemedi. Çocuk ağlıyordu. Gitti ona sarıldı. Kahkahaya devam eden biz sümüklüleri azarladı. Aldı çocuğu, sınıf başkanı olan bana dönerek, herkes bilmem kaçıncı sayfadaki hikayeyi okusun dedi. Birlikte sınıftan çıktılar.
Sonrasını zerre hatırlamıyorum. O çocuk bizimle birlikte bitirdi mi ilkokulu, bilmiyorum. Ama o anı, o gerilimi, o duygu selini, çocuğun gözyaşlarını, hocanın cinnet geçirir gibi bağırmasını, çocuğun Anne deyişini bugünmüş gibi hatırlıyorum. Sınıfın sıcaklığı kaç dereceydi, pencere kenarındaki çiçeklerin kokusu neydi, adım gibi aklımda.
Niye hatırlıyorum bunu, bilmiyorum. Bilmem de mümkün değil. Evet, hafıza-ı beşer, nisyan ile maluldür. Lakin, zaman zaman nisyan yoksanlığı da vasf-ı beşerdir, daha fazlasıdır.
Bundan güzelbir seri oluşur diye ümit ediyorum, bakalım.