Kavgam (İnadına)
– Ne yapıyorsun?
– Yaşıyorum, sanırım…
– Bıkmadın mı?
– Bıksam herhangi bir şey değişecek mi?
– Aynı şeyleri farklı cümlelerle anlatmaktan bıkmadın mı sen?
– Sen soru sormaktan bıkmadıkça ben de bıkmam sanırım…
– Ama soru sormak insanı geliştirir, düşünmeye yöneltir. Felsefe böyle doğmuştur ve insanın özüne böyle inilir.
– Aferin sana!…
– Dar görüşlü müsün?
– Ben indim anam derinlere, sıcak, karanlık ve hiçbir bok yok…
– Pesimist misin peki?
– İlla bir şey olmak zorunda mıyım?
– Bu tercihten ziyade mecburiyet meselesi sanırım…
– İnsan olsam yetmez mi?
– Yeter aslında, ama bunu nasıl yaptığınla alakalı…
– Bu ne demek şimdi?
– Yani çevrenle ilişkilerin, dünyayla ve doğayla ilişkilerin, kültürle, modayla, kısacası hayatla olan tüm ilişkilerin bunu etkileyecektir.
– İnsan olmak için kıyafetlere ihtiyacım yok benim.
– Çırılçıplak çıkıp dolaş bakalım sana ne diyecek çevredeki insanlar.
– Sorun bende mi yani…pöh…kim öğretiyor sizlere insan olmayı ya?…
– Düzen…
– Evet düzüldüğün belli…ona lafım yok, kişisel tercihin.
– Ağır konuşmaya başladın sen yine.
– Zorlamaman gerektiğini öğrenemedin bir türlü.
– Sen hiçbir zaman suçlu olmazsın değil mi?
– Suçlu olmadığımı düşünmek en büyük suçum olurdu belki de…sen benim böyle düşündüğümü nereden çıkardın?
– Anlamıyorum, sen ağır konuşunca ben nasıl oluyor da suçlu olabiliyorum? Senin seviyenin düşmesinden sorumlu tutulmayı reddediyorum.
– Ah kıyamam… Bırak bu “Boynu Bükükler” edebiyatını, ben sana daha önce bin kere gergin olduğumda üstüme gelme demedim mi?
– Sana göre yaşamak zorunda mıyım ben ya?
– Mutlu olmak istiyor musun?
– Ne alaka şimdi?
– Evet ya da hayır lütfen.
– Elbette evet.
– O zaman bu benim bencilliğim olmaktan çıkıyor. Eğer sana kötü şeyler söyleyip seni mutsuz etmemi istemiyorsan yapma dediğim şeyi yapmayacaksın.
– İnanılmazsın ya!… Dünyayı senin sanmayı bırakmalısın.
– Olur o da zamanla inşallah.
– Hastasın sen!… Yardım almalısın profesyonel birilerinden.
– Ya bu kadar cümleyi ezberlemeyi nasıl başarabiliyorsunuz anlamıyorum.
– Bende bir çok şeyi anlamıyorum ve sen hiç yardımcı olmuyorsun.
– Sor anlatayım istediğini.
– Mesela bana mı kızdın herhangi bir şeyden ötürü yoksa tüm insanlığa sövmek için beni mi kullanıyorsun?
– Alınganlık ta ezberlenmesi gereken bir şey değil mi?… Ayrıca anlamadı bir şeyi bu kadar güzel anlatamaz kimse, yeteneklisin. Tüm insanlığa sövmek için seni kullanmıyorum yavrucum. Sana söverek direk insanlığa giydiriyorum. Hatta ben bunu insanlık olarak da yorumlamıyorum. İnsanlığın sizin yaptığınız gibi olduğuna inanmıyorum.
– Cidden ağır konuşmaya başladın sen ama.
– Of!… konuşmak istemiyorum bazen.
– Keşke…
– Ben senden ayrılmak istiyorum ya…
– Belli… Ben de ağlamak istiyorum ama sırayla yapalım. Sen beni terk et, ben sonra ağlarım.
– Yapamam…
– Neden? Gayet güzel tersleyebiliyorsun insanı. Biraz önce konu değişmese neler diyecektin acaba.
– Seni sevdiğimi söylerdim muhtemelen.
– Ha ha… güzel espri.
– Anlamıyorsun… zararlıyım ben sana. Seni sevişim engelliyor beni seninle birlikte olma konusunda. Bu yüzden sana söylediğim tüm kötü sözler.
– Hastasın sen. Cidden hastasın.
– Evet işte, hastayım ve sen benden uzak durmalısın.
– Seni sevmeseydim çoktan gitmiştim.
– Beni sevdiğin için gitmelisin belki de…
– Sen neden gitmiyorsun?
– Yapamam. Her türlü kötülüğü yapabilirim sana beni bırakman adına ama gidemem.
– Neden?
– Her giden kalanın yüreğini taşır yol boyunca…kaldıramam.
– Senden daha güçlü olduğumu mu sanıyorsun?
– Sanmıyorum, biliyorum. Güçlü olmasan bu kadar kalamazdın yanımda.
– Kendinden nefret etmek hoşuna mı gidiyor?
– En az seni sevdiğim kadar seviyorum kendimi.
– Yeter artık, her şeyi kaldırabilirim belki ama bu kadarı da fazla. İnanmıştım halbuki beni sevdiğine. Söylediğin yalanın ortaya çıkması iyi olan belki de. Gidiyorum sonsuza kadar. Koşsan da yetişemezsin bana, kendine bile zaman ayırmıyorsun ne de olsa.
– Ama olmamalı bu şekilde. Ne olur bırakma beni. Gitme…
– Bu neydi şimdi?
– Bir tek bunu ezberleyebilmiştim, seni mutlu edeceğini düşündüm. Üzgünüm…