Kıskanıyorum seni ey koala!
Nedir yani hayat kavgası, yüzbinlerin olduğu, koca koca binaların arasında koşturarak gittiğimiz, asfaltın artık ayakkabımızla bir olduğu metropollerde eriyip giden gençliğimiz. Acelemiz olmasa bile hızlı hızlı attığımız adımlar, eve 2 dakika önce gitsek ödüllendirileceğimizi düşünmemiz.
Oysa ki ufakken ne de güzeldi hayat, hep büyümek isterdik. Ortaokuldaki tek derdimiz teneffüste ezilmiş kola kutusuyla maç yapmak ya da öğle arasında yapacağımız basketbol maçıydı. Çocukça tavırlar, çocukça heyecanlar vardı, arkadaşlarımıza büyüdüğümüzü göstermek için yaptığımız, hep büyüklere özenerek değişen tavırlarımız. Yıllarca 18 yaşını geçip de bara gitmek, ehliyet almak ve gece geç saatte dolanmanın hayaliyle yanıp tutuşursun.
Ha sonra büyüdün de ne oldu derler adama? Üniversiten bitmek üzeredir, mezuniyetine aycıklar kalmıştır, okul bitse bi dert, bitmese bi derttir. Okul bitse de seni kapı gibi bekleyen vatan borcu vardır, orada bırakacağın ayların vardır. Ama askerden geldikten sonra da bu sefer “Ah ulan neden bitti bu askerlik” diyeceğin günler gelecektir çünkü hayat sana doğru dört nala koşturmaktadır. Bi yanda nasıl bir işte çalışacağın bi derttir, diğer yanda hayatını beraber yaşayacağın insanı bulma derdi. Senden büyük herkes sana hayatla ilgili nasihatler vermektedir. Bi yandan baban sana okurken parasızlıktan hiçbir şey yapamadığını anlatır, ertesi gün başka bir büyüğün bütün gelir ve giderlerini anlatarak zaten havası kapalı olan şehri iyice üstüne doğru getirir. O anda vapurdan kendini atıp “İstifa ediyorum ulan hayattan” diyesin gelir.
İşte o anda koala olasın gelir. Koala gibi tutunacak bi ağaç ararsın ama gerçek hayatta asla yoktur bu. Derdi tasası olmayan doğa ananın bi varlığı gibi yaşamak istersin. Günün üçte ikisini uyuyarak geçirip geri kalanında da iki yaprakla beslenmekten başka derdi olmayan bi memeli olmak istersin ama çok geç kalmışsındır çünkü senin yerine bu yıllar önce seçilmiştir, son kıskançlığın faydası yoktur çünkü koala daima mutlu olacaktır.