Previously on Lost
Birkaç istisna dışında dizi takip etme konusunda sürekli sorunlar yaşarım. Zaten dizi olayı başlı başına bir garip durum. Yani her hafta, belli bir günde, belli bir saatte ekran başında olmanız gerekiyor bir diziyi takip edebilmek için. Zaten Türk yayıncılığının dizi bombardımanının sebebi de bu. Türkiye, malumunuz, çok küçük bir kısım hariç, sosyal hayat anlamında gelişmemiş bir ülke olduğundan dolayı, özellikle akşam saatlerinde bir sinema, bir tiyatro ya da dışarıda yemek yiyelim, eğlenelim kültürü olmadığından dolayı praym taym denilen hadise bu denli önemli. Kapanıyoruz ülkece eve, akşam genelde dizi, bazen maç bulursak izliyoruz. Onun dışında çoğu zaman filmlere bile ilgi göstermiyoruz AB grubu dışında. Hadi bir dizi, belki iki diziyi sürekli takip edenler makul ama, etrafımızda muhakkak o akşam izlenecek 2 dizisi olan manyakları da görebiliyoruz sıklıkla. “Ay bu akşam Sıla var, Ezo Gelin var, Genco var” manyakları bunlar.
Lost da Türkiye faunasında garip bir dizi. Digitürk’te yayınlanması ile zaten çok kısıtlı bir kitle tarafından takip edildi öncelikle. Sonra “Lost var, uçaktan düşüyorlar tamam mı, ada filan var, ama ada garip bir ada” diyenlerin sayısı hızla arttı. Sonra da ADSL nimeti ile Türk gençliğinin neredeyse tamamının çok yakından takip ettiği bir fenomen haline geldi. Bu noktada her zaman olan oldu, çok az bir kitle tarafından bilinirken “ölümüne Lostcuyum” ayağı çekenler, etrafında kendileri gibi yüzlerce insan bulunca da “Lost da ayağa düştü hacı” muhabbeti ile elitist bir tavır sergilediler. Alt tarafı televizyon dizisi be adam, neden buradan entelektüel çıkarımlarla kendini kategorize edersin ki?
Neyse “Lost nedir?” ve “Dizi Dizi Türkiye” temasından uzaklaşıp, yazının ana konusuna girelim. Takip edenler heyecanlanmaya başlamıştır muhakkak zaten ama 3. sezonun “Ulan… ulan…” ve bunun daha küfürlü versiyonlarının ağızdan dökülmesi ile bitmesi sonrası Lost dizisi aylar sürecek bir ara verdi. Ve hastalarının defalarca ilk 3 sezonu tekrardan izlemesiyle nihayet Lost’un 4. sezonu için nefesler tutulmaya başlandı.
Öncelikle kısa kısa 3. sezonun sonunda gelinen noktayı hatırlatmakta fayda var tabii ki. Zira o kadar uzun bir araydı ki bu, kimi çevrelerden “Jack hangisiydi, kel olan mı?” gibi sorular çıkması muhtemel. Bir de hatırlatma yapalım, henüz 3. sezonu bitirmemiş ya da diziyi hiç izlememiş ama izlemeye niyeti olanlar ciddi spoiler içerebilir. Dikkatli olun.
3. sezon, Jack ve Kate’in bir havaalanı dışında görüşmesi ve sakallı, tarumar Jack abimizin “We have to go back Kate” diye ağlaması, kaşar Kate’in de Jack’i sallamaması ile son bulmuştu malum. Yani bizim dakikalarca “allah allah ne olmuş ki acaba Jack’e?” diyerekten flashback olarak izlediğimiz sahnelerin flashforward yani adadan sonraki yaşamdan olduğunu midemize kramplar gire gire öğrenmiştik. Zaten aşmış yapımcılar cenaze töreninin olduğu mekana flashforward kelimesinin anagramı olan “hoffs/drawlar” adını vermişti. Bunu da finalden sonra dikkatli izleyiciler sayesinde fark ettik.
Peki adada durum neydi? Naomi isimli melez bir hatun paraşütle adaya inerek Desmond’ın adını sayıklayarak bayıldı, çantasından Des&Pen fotoğrafı çıktı ve “Desmond için geldim ben siz de kimsiniz?” sorusunun ardından bombayı patlattı. “815 mi? Oğlum öldünüz ki siz, ada mada değil okyanusa çakıldı uçağınız” (Bir hassskktirrrr daha) Naomi’nin getirdiği uydu telefonunun çalışmasını engelleyen Looking Glass istasyonuna Charlie intihar dalışı yaptı. Ve sinyalleri engelleyen cihazı kapattı. O sırada Pen ile bir video konferans muhabbeti oldu ancak Naomi’nin sanıldığı gibi Pen’in kiraladığı bir kurtarma timinin üyesi olmadığı anlaşıldı. Zannımca parazitli monitörde Pen’i görmekte dudaklardan bir hassktttiiirr’i salmıştır gökyüzüne. Baby Brother Charlie de Des’e bu durumu haber verip, intiharını gerçekleştirdi.
Ben’in ve Locke’ın tüm uyarılarına rağmen Jack abimiz uydu telefonuyla Naomi’nin gemisine ulaştı ama konuştuğu kişinin tavrından da bir şeylerin hakikaten boka saracağı anlaşılıyordu.
Locke’a ve Jacob’a ayrı bir makale lazım aslında ama girelim inceden. Ben abimiz kendi insanlarının bile saygı duyduğu ve peygambermiş gibi baktığı Locke’u Jacob’ın yanına götürdü. Ve bir siluet olarak Jacob’u görebildik sonunda. Burada kendi adıma bir ekleme yapayım, Jacob sahnesi bu dizide izlediğim en gerilimli sahneydi sanırım. Ben’in boş sandalyeyi “ahan da Jacob” diyerek göstermesiyle ölüyordum neredeyse. Ben Locke’un görünmez, duyulmaz Jacob reisi duymasına çok sinirlendi ve karnından işetti Locke’u. Ama serpilmiş, ergenlik çağına girmiş eskilerin pipisiz Walt’u Locke’a “işimiz var daha kalk ayağa” diyince, Acaba bu hayal-gerçek karışımı görüntüler Jacob mu sorusunu akıllara getirdi. (Daha yeni mi getirdi?)
Başka neler vardı? Hımm. Bir de Locke’un babasının adaya gelmesi meselesi var. Onun da “Ne adası cehennemdesiniz haberiniz yok mu, öldünüz siz kazada” tadında konuşmaları var ama, kendisinin sandığı gibi cehennemde değiliz, zira kendisi Talllahasse’de trafik kazası geçirdiğini, ambülansa bindiğini, ama daha sonra gözlerini burada açtığını söylüyor. Tallahassee’deki kazanın Ben’in kurgusu olduğu belli zaten, bir bölüm öncesinde Richard’a “Tallahassee’deki arkadaşımızı getirelim” demişti laf arasında. Ahan da getirdiler, sihirli kutu filan yok yani.
Richard demişken bu adamı da anımsayalım. Kendisi Ben 7-8 yaşlarındayken Dharma’dan kaçıp kendisiyle karşılaştığında da sürme gözlü 30lu yaşlarda, filinta gibi delikanlıydı. Ben geldi 40-50 yaşında, bizim Rich hala sürmeli dolanıyor aynı yaşta. Ve dikkate mazhar bir konu; Richard Ben’in ölen annesini gördüğünü anlayınca özel olduğunu anlıyor ve sanırım adayla bağlarından dolayı kendisini liderleri yapıyorlar. Ben de zaten öz babasını öldürerek son testinden de başarıyla ayrılıyor. Daha sonra aynı test Locke için uygulanıyor ama Locke beceremiyor. Neyse… Richard flashbackleri de görsek keşke 4. sezonda.
Uzun ve sıkıcı bir 3. sezon son bölümleri özetinden sonra gelelim 4. sezona. ABC kısa aralıklarla 4. sezon Promolarını yayınladı. En etkileyici olanını bu makaleyle birlikte sunalım hayranlara. 4. sezon spoilerı içeriyor biraz ama Naomi’nin tayfadan birisi “sizi kurtarmak değil derdimiz aslında” diyor Jack’e. Ayrıca söylendiğine göre bizim lostie’ler iki gruba ayrılıyor. Locke’cular ve Jack’ciler olarak. Promo’nun da söylediği gibi kimileri adadan ayrılıyor, kimileri ayrılmıyor. Buradan Locke’un adada kalacağı, Jack’in gideceği mealini çıkarmak hiç zor değil. Belki de Jack ve Jack’ciler adadan ayrıldıktan sonra ne büyük hata yaptıklarını fark edip geri dönmeye çalışıyorlar. Jack’in S.03 E.23’te gördüğümüz halinin sebebi bu.
Ama çok ilginç bir detay var, heralde yapımcılar bu konuda hata yapmamışlardır. 22 Eylül 2004’te uçak düşüyor ve adadakiler (Hatalıysam düzeltin) yaklaşık 90 gündür adadayken bitiyor sezon. Ama promo’nun başında “22 Eylül 2004’te kayboldular. 31 Ocak 2008’de bulundular” demekte.
Bir de belli belirsiz bir 6 rakamı geliyor ekrana. Stüdyo’dan sızan haberlerden de 6 kişinin adadan ayrılacağı söylenmişti Lost sitelerinde. Nedir bu 6, dur bakalım.
Sanırım Ben’in tayfasının gittiği tapınaktan da görüntüler mevcut. Ayrıca yeni bir Dharma logosu göze çarpıyor.
Sorulabilecek binlerce sorudan birisi de 4 ayaklı dev ayak heykeliydi. Bak o geldi şimdi aklıma, acaba cevap bulabilecek miyiz?
Uzun ve gereksiz lafın kısası, çok bekledik 4. sezon için. Ve unutmaya da başlamıştık heyecanı ama bu yayınlanan promo kalp çarpıntıları başladı yeniden. Youtube’da promo için yorum yapan bir abimiz demiş ki; “Fuck me! I want it now’!” hakikaten de öyle bir vaziyete sokuyor adamı allahsızlar. 1 şubat günü kotaları iyi ayarlayın. Lost returns!
şu çilli yerine daha güzelim karakterleri misal Sawyer, Charlie, hatta Sun… daha yakışıklı durmaz mı orada?
daha hic izlemedim yahu, komedi dizisi olmayinca sarmiyor beni maalesef. amerikanyadaki senaristlerin grevi nedeniyle gelecegi tehlikede deniyor. grev uzarsa her seyi bir bolumde baglayip son noktayi koyma girisiminde bulunabilirlermis.
Grevden ötürü yeni sezonun 8. bölümden sonrası sakat. 8’e kadar yazılmış, çizilmiş, hazırmış herşey sanırım.
* * *
@Sawyercı: Sawyer değil ama, Benjamin Linus koyduk, uyar mı? 🙂
İyidir iyi, sağol. Kate gibi bir ona, bir buna insanı degil. 🙂
Su tabut meselesiyle ilgili onlarca yazi okudum ama bir tanesi cok ilgincti. Elemenlar Jack’in elindeki gazete kagidina bilmem kac binlik bir aciyla zoom yapmislar ve o kupurde Jeremy Bentham’in oldugu yaziyor(mus).
Bu da cok garip misal..
Ekstra ve belki de gereksiz bir bilgi: Amerikan’ya da dizinin en sevilen kahramanı Jacko iken, Sawyer en tiksinenler listesinde basi cekiyormus.Turkiye’de ise Sawyer “numero uno”. Sawyer hayrani olarakatan, Amerikalilar hosaftan ne anlar diyorum.
Yani oyle bir adaya dusmus olsam, aynen Sawyer’in yaptiklarini yapardim.. ayakta kalma cabasi, “survival of the fittest”. Yuruten milletin esyalarini, ihtiyac duydugunu kullanacan..kimisini de sahibine satacan.. Ara sira da bos gecmeyeceksin iste Kate, Ana Lucia falan. Ne guzel hayat lan!
*Yuruturum milletin esyalarini..
olcak onun dogrusu.. f klavye bana iskence yapmaya devam etmekte.. Hep Ben’in isi bunlar.
4. sezon yayınlandı sabaha karşı ABC’de. Nete düşmüştür heralde linkler, bulan burada yayınlasın da biz de nasiplenelim. Rapidshare filan…
Uzun uzadıya bir 4×01 güncellemesi yapacağım ilk fırsattaama söylemeden edemeyeceğim bu Danielle nam-ı diğer French chick ile ilgili bir flashback görmek için yanıp tutuşuyorum ben yıllardır. Var birşeyler bu hatunda ama, du bakalım…