Sadece bir rüya
Sadece bir rüyaydı, geçti yavrum rahatla, bak ben buradayım…
Kendimi bildim bileli rahatsız uyurum ve kabuslar görürüm. Küçük bir çocukken annem bağıra çağıra uyandığım zamanlarda bana sıkıca sarılır ve bunları söylerdi. Yaşadığım şeyin sadece rüya olduğunu, gerçekte var olmadığını ve her ne olursa olsun bana sarılarak beni koruyacağı duygusunu aşılamaya çalışırdı. Rahatlardım annem bana sarıldıkça ve olan her kötü şeyin rüya olduğuna inanırdım.
Sorgulamazdım hayatı çok fazla o dönemlerde. Okula gider derste haytalık yapar, ders aralarında gazoz kapağıyla maç yapar, okuldan sonra çoğunlukla dayımın kitap dükkanına gidip çizgi roman dünyasına dalardım. Etrafımda bir çok kötü şey oluyordu belki ama ben farkında değildim. Üstelik annemin telkinleri dışında bir de çizgi roman dünyam vardı ve orada da bildiğim tek kötülük iyilere kaybetmeye mahkum siyah beyaz çizgilerden ibaretti. Yıllar ilerledi bir şekilde, bir akşam yemeğinde ailece haberleri izlerken ozon tabakasının delindiğini öğrendim ve insanların bu yüzden korku filmlerinden çıkmış zombi kılıklı yaratıklara dönüşeceğine inandım. Var olan kötüyü rüyaya dönüştürme çabasıydı aslında sadece.
Ozon tabakası sadece bir rüyaydı, geçti artık yavrum…
Korkudan haberleri daha sık izlemeye başladım. Her akşam televizyonun karşısına oturup haberleri bekliyordum. Çizgi romanlarımdan bile korkar olmuştum. Nasıl bir yerde yaşıyordum ve neden annemin kolları tüm dünyaya yetmiyordu. İnsan ilk yabancılaşmayı çocukluğunun bitiminde yaşıyor sanırım. Arka bahçedeki oyunlarımdan sıyrılıp, çizgi romanlarımı bir kenara atıp dayının dükkanında “Turgut nereden koşuyor?” kitabını okumaya başladığım zamanı hatırlıyorum. O zamana kadar tonton olduğu için sevdiğim adamın ne olduğunu bilmediğim ama kitabın yazım tarzından kötü olduğunu çıkardığım şeyler yaptığını anlamıştım ve sadece Emin Çölaşan’ın alaycı tavrı sayesinde artık tonton değildi Özal.
Özal sadece bir rüyaydı, bak ben yanındayım evladım…
Etrafımda olup bitenlerin farkına varmaya başladıktan sonra ilk tepkim kaçmak olmuştu. Korkuyordum haberlerde izlediğim şeylerden. Sürekli birileri birilerini kandırıyor, dolandırıyor, soyuyor veya öldürüyordu. Karısının boşanma avukatını öldüren bir adam hatırlıyorum hayal meyal, TRT bazı tabularını yıkmaya başlamış ve mikrofon uzatmıştı adama “pişman değilim” demesi ve bunu yaparken gayet doğal görünmesi için. Bütün bunlar aslında bahsettiğim dönemlerdeki gençleri apolitize etmek adına oynanan irili ufaklı oyunların ürünüydü. İnsanlar şaşırıyordu bir katili televizyonda gördükleri için ve unutuyordu devlet kanadında nelerin olup bittiğini. Halbuki buna benzer hayatın detaylarına endekslenmiş haberlerden önce de insanlar ölüyor, soyuluyor, kandırılıyordu. Dürüst değildi medya, korkutuyordu.
Medya sadece bir rüyaydı yavrum, geçti…
Haberlerden kaçıp çizgi romanlarıma ve Star 1’in hayatımıza girmesiyle yenilenen çizgi film dünyasına dalıyordum. Rüya gibiydi hepsi o dönemde ve onlarla gayet mutluydum. Tam korkularımdan kurtulup özlediğim hayata dönerken bir çizgi filmin ortasında savaş fotoğraflarının üzerine kocaman “Körfez savaşı” yazısı ve Peter Gabriel’in “The Feeling Begins” şarkısıyla karşılaştım. Hala bu şarkıyı duyduğum yerden kaçarım. Sürekli savaş yayınlarıyla kesilen hayatımda artık kaçacak bir yer yoktu. Etrafımda bir dolu şey oluyordu ve ben korkularımı tanıyarak yenebileceğimi düşünmüştüm. Savaşı öğrenmeye karar verdim ve geceli gündüzlü bütün savaş yayınlarını takip etmeye çalıştım. Ölüyordu insanlar sürekli durduk yere ve ben herhangi bir neden bulamıyordum. Mahalleden bir arkadaşım gece görüntülerinde parlayan mermilerin, füzelerin çok güzel göründüğünü söylemişti. Ne kadar baksam da güzel görünen bir şey görememiştim o görüntülerde.
Savaş sadece bir rüyaydı,
Geçmek bilmedi, hayatımızın kabusu olmaya devam etti. Kafalarına bombalar düşen çocuklar annelerinin kollarında sonsuzluğa karıştı yıllar yılı; Lübnan’da, Irak’ta, Kıbrıs’ta, Kore’de, Yugoslavya’da, Bosna’da, Venezuella’da ve burada sıralayamayacağım kadar çok lokasyonda. Hayatımın, hayatlarımızın en kötü en korkutucusu oldu hep. Kabuslarının içinde yaşayıp asla uyanamayan çocuklar geldi geçti bu dünyadan ekonomik, politik nedenlerden ötürü. Annelerinin tek yapabildiği onlarla birlikte uyumaktı. Ben şanslıydım, bizler şanslıydık. Annemin beni saran kolları ve telkinleriyle her gece uyandığım kabuslardan sıyrıldım. Sadece bir rüyaydı tüm yaşadığımız, tüm kötülükler sadece rüyalarda olurdu. Gerçek dünya siyah beyazdı ve iyiler daima kazanırdı…
Tek ıstakada bütün toplar delikte. Siyah topun girişini tekrar tekrar izlemek lazım.
Gerçek dünya siyah beyazdı ve iyiler daima kazanırdı…
Garip insanlar olduk.Bir ortamda Lübnan’lı çocuklar öldürülüyor dediğiniz zaman “onların abileride hayfa’da kendilerini patlatıp israilli çocukları öldürüyolardı” diye karşı görüşler geliyor..Ne kadar samimiyiz ki?Ne kadar masumuz? Atın bi bombada hepimizi temizleyin ya..
Ateş düştüğü yeri yakmaya devam ediyor, bunun gibi hassas, kırılgan ve “lan hakkaten demek iyi insanlar da var dünyada” dedirten yazılardan öteye gidemiyoruz malesef. Ateşin düştüğü yerde bulunmamak dileğiyle…
Çizgi film keyfimin içine etmişti Baba Bush ve Saddam..90’lı yılların başındaydı,çok iyi hatırlıyorum.Onların yüzünden çocukluğumu tam anlamıyla yaşayamamıştım…
Şimdi birileri Lübnan’ı sabah akşam bombalıyor. Ölen masum çocukları görüyorum Tv ekranında ve onlar için hiçbir şey yapamadığımı düşünüyorum. Avatarımı sadece “Çocuklar Ölmesin” diye değiştiriyorum,o kadar. Ve sonra olup bitenlere tekrar bakıyorum.Sanırım gençliğim de elden gitmiş diye hayıflanmaya başlıyorum…
Ve fonda Peter Gabriel’in “The Feeling Begins” i çalmaya devam ediyor.Ben istemesem de..
http://edition.cnn.com/2006/WORLD/meast/07/13/mideast/
bu sayfada bir anket var israil saldırısını haklı bulup bulmadığımıza yönelik elimizden bu geliyor galiba sadece donup kalmak dışında
boktan bir dünyada yaşıyoruz. elden ne gelir onu da bilen yok. en iyisi gidip zapatista olmak, keşke olsam
Hugo Chavez “israil soykırım yapıyor” suçlamasında bulundu. Bakalım bundan sonra ne olacak?
Düşünen insanlar hep kötü. İyiyi düşünmenin modası geçmiş. Savaşlar ölümler daha çok ilgi çekmekle beraber daha da fazla kültürümüze yansıyor. Artık küçük derinden tepkilere değil büyük adımlar atan düşüncelere ihtiyaç var. Asker ve terörist kavramlarının konuşulduğu bir dünyada barış olamayacağı kesin…
Çok zengin değildik olmadık hiç belkide hiç olamayacğız ama en büyük zenginliğim çocuk olmaktı. Bir saklambaç milyonlarca varil petrolden önemliydi benim için günde 3 kere 5 te devre 10 da biter ulasal mahalle maçlarım milyonlarca Benjamin Franklinden daha değerliydi.. Ölüm her zaman her an gelir üzüldüğüm en önemli şey çocukların çocukluklarını yaşayamadan ölmesi.Elimden hiç bir şey gelmiyor Allah yardımcıları olsun demekten başka .