Seyircisiz seyir zevki
Türk futbolu ve futbolseveri olarak gelişmenin şirazesi olarak hep Avrupa’yı görmüşüzdür haklı olarak. Avrupa’da söyle, Avrupa’da böyle cümleleri sadece futbolda değil tabi, tüm sosyal mavralarda önümüze çıkmakta. Ben de öyle başlayacağım cümleye, hatta yazının ana fikrini tek cümlede özetlemek en güzeli. Avrupa’da iç saha maçında 50 taraftarı tarafından desteklenen bir takım yok kardeşim, 2 kere 2 dört, 5 kere 10 50…
Tepe liglerde zaten mümkün değil de, 2. liglere bak, 3. liglere bak yok yani… Ama bizim süperliği kendinden menkul ligimize bakınca bir İstanbul Büyükşehir Belediye, bir Ankara Büyükşehir Belediye ve bir, iki, üç Gençlerbirliği Oftaş’ı toplasan, çarpsan filan tutmuyor aritmetiğimiz.
Zaten daha önceden de değindim sanıyorum; bu belediyelerin profesyonel futbola bu kadar ciddi paralar yatırarak takımlarını Süper Lig’e taşımalarının mantığını kimse anlatamaz bana. Böyle bir belediyecilik anlayışını da dünya belediyeleri literatürüne biz sokmuşuzdur kesinlikle. Bu mantıksızlığın içine bir de taraftarsızlık -ki bir futbol takımı için tek yaşama gayesi taraftarlar olmalıdır bize göre- eklendiğinde Türk futbolunun içinde bulunduğu -hani klişe tabirle- çarpıklık gözler önüne serilmiş olur sanıyorum.
Yazının sonuç kısmı da şimdi geliyor; Levent Kırca misali olsun bu kısım da… Bre Türk futbolunun yöneticileri, bir kulübün ayakta kalabilnesi için yegane şart taraftardır, öyle olmalıdır. İçi boş, ruhsuz, renksiz takımlar kurup menajerlik oyunları oynamanız sadece sizi şeref tribününe ve spor haberlerine sokar, ama taraftarın, futbolseverin kalbine değil…