Top benim değil!
Top benim değil, hiçbir zaman da benim olmadı. Emrah’ın da bisikleti olmamıştı mesela hiç. Ama benim bisikletim oldu, açık konuşmak gerekirse topum da oldu. Hatta futbol denen şeyi oynamayı bir gram bile beceremezken mahallede oynadığımız maçlarda yeralma sebebimdi o top. Sırf topu olduğu için oynatılan çocuktum ben, fasülyeden.. Maç başlayana kadar benimdi o top. Takımlar seçilirken de benimdi. Güzel bir duyguydu. Top benimdi.
“Top benim istediğimi oynatırım” da demedim, diyemedim hiç. Hep mahallenin abileri kurarlardı kadroyu. Sistem basitti. Karşılıklı dururlar belli bir mesafede, “Aldım, verdim” diyerek adım adım, sırayla yaklaşırlar birbirlerine. İlk kim diğerinin ayağına ulaşırsa, o anda söylediği “Aldım” ya da “Verdim” lafının gereğini yapardı. “Aldım” dedi ise ilk seçme hakkı onun olurdu ve takıma seçilmek için bekleyen güruhun içinde en iyi futbol oynayanı alırdı takımına, sonra diğeri kalanlar içinden en yetenekliyi seçerdi. Bu işlem en son elimde top ile ben kalana kadar sürerdi. Seçecek kimse olmayınca da ismin duyulurdu kadroyu seçen abinin ağzından. Ezik bir mutluluktu bu benim için. Orada olmamı sağlayan topuma sıkı sıkı sarılırdım. Biraz sonra hiç benim olmayacak topuma.
Sonra noldu? Maç başladı ve top benim olmadı. Mahallenin en kıvrak, en hızlı, en iyi top oynayan abilerinindi artık o top. Onlar top ile adeta dans edip, sahayı dikine katedip, çerçeveyi görünce şutlarını çekerken ben defansta gelecek atakları karşılamakla yükümlüydüm. Rakip bizim kale önüne geldiğinde de benim değildi top. Ben sadece benim olmayan topumu almaya çalışan cılız bir velettim.
bu yazıyı okuyunca çocukluğumuz geldi aklıma benimde hiç topum olmazdı ama hep kadroyu ben kurardım mahallenim zengin çocuklarının topu olurdu onları kadroya almak zorunda kalırdık neticede bu bir zevk oyunuydu bizim için zevk aldığımız gibi oynamak istiyoduk. onun parası var diye benimle aynı kefeye koyulması doğru değildi çoğu zamanda ondan daha iyi oynayan dışarda kalıyordu topu yok diye bence her işi bilen yapacak o yaşlardada bizim işimizdi top oynamak
Cadde maçlarında taşlar arasındaki kaleyi savunan kalecilerin en buyuk sorumluluklarından biri de ters yonden gelen araçları ”Araabaaa” nidasıyla haber vermek ve oyuncuları uyarmaktı. Ve en buyuk kabuslarıydı arkaya giden topları surekli onların getirmeleri. Zaten kucuk oldukları için kaledeydiler ya da topları olduğu için ama biraz uyanık olanlar daha baştan raconu keserdi ”Gol olmazsa topu atan getirir diye”. Gole saygı sonsuzdu. Ve sık sık araç altına kaçardı toplar. Önce eller kullanılır kafi gelmeyince de tüm beden ayaklar önde olmak üzere arabanın altına girerdi. Bazı annenler bakardı balkondan ve kendi çocuklarıysa aracın altına hamle yapan şiddetli bir haykırış duyulurdu.Asıl hesap akşam evde sorulacaktır ama ilk zılgıtı yerdiniz o an. Haklıydılar çünkü çamaşır makinelerimiz tam otomatik değildi, kirlileri ya elde yıkardı o ellerinden öpülesi hatunlar ya da merdanelilerde. O merdaneliler de ne menem şeydi yahu. Bi sağa bi sola, köpüklü suyu makinanın da sesiyle sanki boğazı izler gibi izlerdik. Hele sonlara doğru çamaşırların merdane arasından geçen süper teknolojik sıkma metodu yok muydu? O kadar ısrara rağmen bi kere yaptırmazdı annem, neymiş efendim elimi kaptırırmışım. İşte ben de asıl onu merak ediyordum küçücük beynimle, acep elim öbür taraftan kağıt olarak mı çıkacak diye. Maçtan girdik, merdaneliden çıktık daha da uzardı bu yazı büyüdük adam olduk ya işler bekliyor, kısa bir ara verdik dönelim rutin hayata. Keşke o 5de devre 10da biter maçı annelerin ”Ahhmeeetttt, Aliiiii, hadi ezan okundu eve gelin’’ çağrılarıyla bitmeseydi . O dönemde zaten bi annelerimizi sevmezdik bi de müezzinleri. Ne vardı sanki biraz geç okusalar da akşam ezanını o maç bitmese. Çoğu maç ”yendik, şişirdik, dolma yaptık pişirdik’’ teranesi bile söylenemeden biterdi aynen bu yazı gibi…