Vurulduk ey halkım, unutma bizi…
15 sene önce bugün, soğuk bir Ankara pazarında, kapkara bulutların altında gözlerine bakmaya cesaret edemeyen alçaklar tarafından arabasına bomba konularak katledildi Uğur Mumcu. 15 sene önce, bugün… Hayatı boyunca kaleminden başka silahı olmayan, ancak kalemi kadar güçlü olan bu yiğit insan, ancak bellerindeki silah kadar, nasıl elde ettikleri malum patlayıcıları kadar güçlü olan kalleşler tarafından susturuldu. Yüreklere korku salındı, umutlara tecavüz edildi… Kimsenin sesi çıkmadı. 15 sene önce bugün…
Türk basınının gelmiş, geçmiş en cesur, en yiğit kalemi kendisine hüzünlü bulutları yoldaş yaparak şarapnel parçaları eşliğinde göçüp, gittiğinde geride kırık gözlüğü ile kalemi kaldı. Bir de kendisinden sonraki neslin yüreğine salmak için çabaladığı cesareti ve azmi… 15 sene önce, bugün.
Ancak kendisinden sonraki neslin gazeteciliği önce çanak, çömlek endeksinden; sonra da “Deniz Akkaya fotoğrafları için tıklayın…”dan öteye gidemedi. Ve bu yüzden, bugün hala neden ve kimler tarafından öldürüldüğünün yanıtı bulunamadı. Araştırmaları yarım kaldığı için, artık kimse onun kadar cesur olamadığı için ülkemin yarınları karanlıktan çıkamadı. Asla da çıkamayacak belli ki… 15 sene önce, bugün… O hain pusu kuruldu ve çalındı umutlarımız, cesaretimiz…
Vurulduk ey halkım!
Dağ gibi karayağız birer delikanlıydık, babamız sırtında yük taşıyarak getirirdi aşımızı, ekmeğimizi. Arabalar şırıl şırıl ışıklarıyla caddelerden geçerken bizler bir mumun ışığında bitirdik kitaplarımızı. Kendimiz gibi yaşayan binlerce yoksulun yüreğini, yüreğimizde yaşayarak katıldık o büyük kavgaya. Ecelsiz öldürüldük. Dövüldük, vurulduk, asıldık.
Vurulduk ey halkım, unutma bizi…
Yoksulluğun bükemediği bileklerimize çelik kelepçeler takıldı. İşkence hücrelerinde sabahladık kaç kez. İsteseydik, diplomalarımızı, mor binlikler getiren senetler gibi kullanırdık. Mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık. Yazlık kışlık katlarımız, arabalarımız olurdu. Yüreğimiz, işçiyle birlikte attı. Yaşamımızın en güzel yıllarını, birer taze çiçek gibi verdik topluma. Bizleri yok etmek istediler hep.
Öldürüldük ey halkım, unutma bizi!
Fidan gibi genç kızlardık. Hayat, şakırdayan bir şelale gibi akardı göz bebeklerimizden. Yirmi yaşında, yirmi bir yaşında, yirmi iki yaşında, işkencecilerin acımasız ellerine terk edildik. Direndik küçücük yüreğimizle, direndik genç kızlık gururumuzla. Tükürülesi suratlarına karşı bahar çiçekleri gibi. Utanmadılar insanlıklarından, utanmadılar erkekliklerinden.
Hücrelere atıldık ey halkım, unutma bizi!
Ölümcül hastaydık. Bağırsaklarımıza düğümlenmişti. Hipokrat yemini etmiş doktor kimlikli işkencecilerin elinde öldürüldük acınmaksızın. Gelinliklerimizin ütüsü bozulmamıştı daha. Cezaevlerine kilitlenmiş kocalarımızın taptaze duyularına, birer mezar taşı gibi savrulduk. Vicdan sustu. Hukuk sustu. İnsanlık sustu.
Göz göre göre öldürüldük ey halkım, unutma bizi!
Kanserdik. Ölüm, her gün bir sinsi yılan gibi dolaşıyordu derilerimizde. Uydurma davalarla kapattılar hücrelere. Hastaydık. Yurt dışına gitseydik kurtulurduk belki. Bir buçuk yaşındaki kızlarımızı öksüz bırakmazdık. Önce kolumuzu, omuz başından keserek yurtseverlik borcumuzun diyeti olarak fırlattık attık önlerine. Sonra da otuz iki yaşında bırakıp gittik bu dünyayı, ecelsiz.
Öldürüldük ey halkım, unutma bizi!
Giresun’daki yoksul köylüler, sizin için öldük. Ege’deki tütün işçileri, sizin için öldük. Doğu’daki topraksız köylüler, sizin için öldük. İstanbul’daki, Ankara’daki işçiler, sizin için öldük. Adana’da paramparça elleriyle, ak pamuk toplayan işçiler, sizin için öldük.
Vurulduk, asıldık, öldürüldük ey halkım, unutma bizi!
Bağımsızlık, Mustafa Kemal’den armağandı bize. Emperyalizmin ahtapot kollarına teslim edilen ülkemizin bağımsızlığı için kan döktük sokaklara. Mezar taşlarımıza basa basa, devleti yönetenler, gizli emirlerle başlarımızı ezmek, kanlarımızı emmek istediler. Amerikan üsleri kaldırılsın dedik, sokak ortasında sorgusuz sualsiz vurdular.
Yirmi iki yaşlarındaydık öldürüldüğümüzde ey halkım, unutma bizi!
Yabancı petrol şirketlerine karşı devletimizi savunduk, komünist dediler. Ülkemiz bağımsız değil dedik, kelepçeyle geldiler üstümüze. Kurtuluş savaşı’nda emperyalizme karşı dalgalandırdığımız bayrağımızı daha da dik tutabilmekti bütün çabamız. Bir kez dinlemediler bizi. Bir kez anlamak istemediler.
Vurulduk ey halkım, unutma bizi!
Henüz çocukluğumuzu bile yasamamıştık. Bir kadın eline değmemişti ellerimiz. Bir sevgiliden mektup bile alamamıştık daha. Bir gece sabaha karşı, pranga vurulmuş ellerimiz ve ayaklarımızla çıkarıldık idam sehpalarına. Herkes tanıktır ki korkmadık. İçimiz titremedi hiç. Mezar toprağı gibi taptaze, mezar taşı gibi dimdik boynumuzu uzattık yağlı kementlere…
Asıldık ey halkım, unutma bizi!
Bizi öldürenler, bizi asanlar, bizi sokak ortasında vuranlar, ağabeyimiz, babamız yaşlarındaydılar. Ya bu düzenin kirli çarklarına ortak olmuşlardı, ya da susmuşlardı bütün olup bitenlere. Öfkelerini bir gün bile karşısındakilere bağırmamış insanların gözleri önünde öldürüldük. Hukuk adına, özgürlük adına, demokrasi adına. Batı uygarlığı adına, bizleri bir şafak vakti ipe çektiler.
Korkmadan öldük ey halkım, unutma bizi!
Bir gün mezarlarımızda güller açacak ey halkım, unutma bizi!
Bir gün sesimiz, hepinizin kulaklarında yankılanacak ey halkım, unutma bizi!
Özgürlüğe adanmış bir top çiçek gibiyiz şimdi, hep birlikteyiz, ey halkım, unutma bizi, unutma bizi, unutma bizi, unutma bizi…
Uğur Mumcu
Cumhuriyet, 25 Ağustos 1975
Maalesef bunlari da gordu gozum. Her kavramin ustunden gecen, icini bombos edenlerin Ugur Mumcu’nun isimden ote kavramlasmis ruhunu da kendilerine oyuncak ettigini gordu gozum… Gormez olaydim… Ugur Mumcu’nun mucadelesini bilmeyen, anlamayan, merak bile etmemis bos adamlarin Ugur Mumcu’yu da angutluklarina alet ettigini gordu gozum. Dun “vatan icin kursun atan da yiyen de sereflidir” yazanlarin, bugun “vurulduk ey halkim unutma bizi” yazdigini gordum sanal dunyalarina. Daha nasil hakaret edilebilirdi diye dusundum koca bir ceteye karsi tek basina dimdik durmus bir adama. Hayatini verdigi mucadelenin ismini yobaz karsitligina indirgeyenleri gordum, gormez olaydim… Degil koca kitaplarini, su yukarida dea’nin aktardigi kelimeleri okusalar, “yahu aklimiza ancak simdi geldi de neden olduruldu, neden kalemi kana dustu bu adamin” diye sorarlar mi acaba? Sorsalar, okusalar anlarlar mi acaba? Iskenceleri, daragaclarini, Abdi Ipekci’yi bilirler mi acaba?
Ugur Mumcu korkmadan oldu ey halk, unutma onu. Ama icini bosaltma, sevdigin turkucu gibi degil, mucadelesiyle, savasiyla, miras biraktiklariyla hatirla.
Aga uzulme! İnsanoğlu en kutsallari şahsi menfaatlerine alet etmiş durumda. Bunların en basit örneklerini üye olduğumuz mail gruplarında görmüyor muyuz? Bir degeri savundugunu iddaa eden yazilarin coguna bak. Adam kendisini anlatmaktan, saga sola bok atmaktan hicbirseyi savunamadan yazısına nokta koyuyor. Bir insan evladı da çıkıp “Sus! Yeter sacmaladığın demiyor.” Bunlara o soruları nasıl sorduracaksın? Zaten sen de biliyorsun. Sorsalar, okusalar, anlarlar mi acaba?
15 sene önce de “birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz günler”i yaşıyorduk, bugün de…
Demokrasi kültürü gelişecek diye, konuşanlar susturulmayacak diye bekliyoruz yıllardır… Hiç umudu olan var mı?
Bu topraklarda son sözü hep silahlar mı söyleyecek? Yazılan yazılara cevaplar hep kanla mı verilecek? Hep ağlayacak mıyız gidenlerin ardından? Hep korkacak mıyız karanlıktan?